‘Totalitarizmin yanılgısı, özgürlüğün hapse tıkılabileceğini sanmasıdır.’
Metis Yayınevi’nin geçtiğimiz ay bastığı Asılı Adam (çev. Haluk Barışcan) adlı kitabın kapağında yer alan cümleyle başlamak istedim yazıma. İngiliz gazeteci Barnaby Martin ünlü Çinli sanatçı Ai Weiwei’in tutuklanışını masaya yatırmış. Elbette bunu yaparken de başta Çin olmak üzere dünyada esen yeni totalitarizm fırtınasının nelere yol açabileceğini gözler önüne sermiş.
Kültür Devrimi’nden buralara
Tektipleştirmenin bir başka adı olan Kültür Devrimi sırasında, Ai Weiwei’in, edebiyat dünyasının önde gelen yazarlardan biri olan babası da tutuklanmıştı. Bu yüzden, sanatçının Gobi Çölü’nde, yeraltında yaşayarak geçirilmiş bir çocukluğu vardı. Küçük bir köyde geçen beş yıl boyunca okula gitmişti gitmesine ama ona ve diğer öğrencilere sadece Mao’nun vecizeleri öğretilmişti. Kısacası dil buydu...
‘Dilimiz dilimizin yokluğu tarafından sınırlanmıştı’ diyordu Ai Weiwei. ‘Derinde bir yerlerde bir şeyler hissedersin ama ne hissettiğini bilemezsin, çünkü bunu ifade edecek sözcük elinden alınmıştır. İşte böyle ufaltırlar insanı.’
Örnek olarak da yoldaşlık sözcüğünün ‘arkadaşlık’ anlamına geliyor olmasını veriyordu: ‘Arkadaşlık tanımımız bu olacaktı öyle mi? Şaka gibi bir şey. Ama şaka değildi!’
Yoldaşlığın sözcüklerden silindiği şimdilerde ise Batı teknolojisinin montaj hattı olarak görülen Çin’in, yine Batı tarafından göz yumulan yanlarına vurgu yapıyordu sanatçı. Hemen her şey kapitalist dünyanın Çin’e biçtiği biçimdeydi artık. Örneğin çok geniş bir demiryolu ağı vardı Çin’de ama hazin olan o demiryolu ağının hiçbir köşesinin güvenli olmamasıydı. Tıpkı ülkedeki siyasi yapı gibi. Yani her şey göz boyamak anlamında kılıfına uydurulmuş, 21. yüzyılın kapitalist dünyasına eklenmek üzere inşa edilmişti. Ancak ‘dil’ yine yokluğun diliydi. Bu dilde insan ve yaşama verilen değer yoktu, demokrasi yoktu, bilim de...
‘Demokrasi ve bilim. İhtiyacımız olan budur’ diyordu Ai Weiwei. ‘Ama hükümet buna inanmayı reddediyor. Demokrasiye inanmamız, bilimsel bir toplum olmamız gerek, ancak böyle başa çıkabiliriz önümüzdekilerle. Ama buna hiçbir zaman inanmayacaklar, halkın yönetimine izin vermeyecekler.’
***
Ne tuhaf! Çok uzak bir ülke olmasına karşın Çin’in bugün yaşamakta olduğu sıkıntıları okurken Türkiye’yi düşündüm. Ai Weiwei’in ifade ettiği biçimde temelde ihtiyacımız olanın demokrasi ve bilim olduğunu bir kez daha teslim ettim. Dahası, ince bir yağ tabakasıyla kaplı Beijing Nehri’ne paralel olarak uzanan puslu Tongzhou otoyolunda giderken etraftaki ‘karaktersiz, kör pencereli, beton ve çelikten mezar taşlarını’ andıran küreselleşme icadı gökbloklara tanıklık ettim. Beijing, Manila, Bogota, Yeni Delhi, İstanbul... Dünyada, bu tür metropollerin banliyölerinin hemen her köşesini sarmış olan rezil binaların arasına sıkışmış irili ufaklı insanlık trajedilerine rastladım. Ve esas olarak insan hayatının Çin’de de pek bir değer taşımadığını fark ederken, yeni totaliter yapıların hep buralardan beslendiğini düşündüm. Böylesi bir dilsizlikten... Buralardaki koşulların, adaletsizlik ve antidemokratik yaklaşımlarla donattığı bu dilsizlikten ürktüm. Batılı güçlerin böylesi montajcı, ucuz emek diyarlarına onay vermekte pek de zorlanmadıkları bu suskunluğu çok tanıdık buldum. Adaletin, hukukun ve özgürlüğün es geçilmesine göz yumarak pekiştirilen bu dilsizliğin yeni dünyanın dili olmasından korkarak takip ettim Tongzhou otobanını. Tarzları ve malzemeleri aynı olan binaları ve bu binaların benzer öykülerini.
***
Ama yine de Ai Weiwei’in sözleriyle bitirmek istedim yazımı: ‘Özgürlüğü zindana atarsan kanatlanıp kaçar ve bir pencerenin eşiğine konar.’
Kısacası, geçmişin ‘yollar yürümekle aşınmaz’ diye toplumu paralize etmiş Adalet Partisi’ne bir gönderme yaparak ‘yollar bal gibi de yürümekle aşınır’ da diyebilirdik buna! Şimdiki zamanın adalet sözcüğünü partilerinde onurla taşıyanlara bir başka gönderme yaparak. (Ülkede adalet namına hiçbir şey kalmadığını bir kez daha hatırlayarak.)
***
Babalar! Gününüz kutlu olsun. Evlatlarınıza, iyi ve dürüst olmanın korkulacak bir şey olmadığını anlatın, olur mu?