Yoldayken beni aramış. Duymamışım, biraz gecikerek de olsa aradım. ‘Televizyonu aç, bizim filmlerden biri var’ dedi. Sonra bir iki cümle daha ettik. Bir cenazeden gelmiş. ‘Ölüler insanı sakinleştirir’ dedi. Kim olduğunu sordum. ‘Tanımazsın’ dedi sesi titreyerek. Sandalyede otururken göç etmiş bir komşusuydu. Şaman asıllı bir ruhu vardır, fazla zorlamadım. Sonra televizyonu açtım. Jim Jarmusch’un filmiydi. Kahve ve Sigara. Kahve ve sigaranın eşlik ettiği kısa öykülerden oluşan bir filmdi. Az çok hatırladım.
Bizim sansür muhabbetimizden ötürü filmi ‘buğular’ içerisinde seyretmek mümkün oldu. Zira filmdeki herkes her an sigara içiyordu. Bu esnada muhabbet muhabbeti izliyor, 21. yüzyıldaki yüce insanlık imparatorluğumuzun yerlerde nasıl da süründüğünün kanıtları olabilecek cümleler akıp duruyordu.
Eee, sonra ne olmuş deriz ya, öyle diyaloglardı bunlar. Hiçbir yere varmayan, varsa bile hüzünle harmanlanan sonlarıyla göz kamaştıran diyaloglar. Bu anlamda diyalog sözcüğünü yeniden düşünmek ve olup biteni ‘monologlar’ biçiminde özetlemek de mümkündü. Ancak daha da ilginç olan bir şey daha vardı. Monolog gibi gözüken diyaloglar! Bunu en iyi bilense bana telefon eden arkadaşımdı çünkü zamanında birlikte keşfettiğimiz bir deneyimdi bu.
Monolog gibi gözüken diyaloglar
Gelelim filmde bunu destekleyecek örneğe. Bir fabrikada çalışan iki yaşlı işçinin öğle molasındayız. Malum kahve hali. İşçilerden bir tanesi kahvenin çok beter olduğunu söyler. Kahve değil de şampanya gibi içelim şunu der. Birden havaya girerler, karton bardaklarına ilişmiş artritli parmakları vardır. Şampanyanın havasına girer ve serçe parmaklarını karton bardağın esaretinden kurtarırlar. Bu son derece hüzünlü, şaşırtıcı ve keyifli bir sahnedir. Ancak bundan önce bu tarzda başka bir sahne daha vardır. Orada kahvenin beter olduğunu söyleyen aynı kişi, neredeyse aynı tonda, tuhaf sesler duyduğunu, dünyaya dışardan, bir uzaylı gibi baktığını söyler. Sonra da der ki ‘Mahler’in müziğini duyuyorum sen de duyuyor musun?’ İşte burada monolog gibi görünen o hal bir anda diyaloğa dönüşüverir! Arkadaşı kulak kesilir ve evet o da duyar müziği. Ve hatta bizler de! Birlikte Mahler’in müziğini dinlerler. Biz de. Sonrası mı? Tuhaf sesler duyduğunu iddia eden adam, ben biraz kestireyim der ve kestiriş o kestiriş.
Gider yani; gidiş o gidiş.
Arkadaşı ona bakar. Donuk yüzünde son derece samimi bir gölge belirir. Halden anlamak, hatta sadece ‘anlamak’ diye özetlenebilecek bir gölgedir bu.
21. yüzyılı kurtarsa kurtarsa bu türden bir anlayışın kurtaracağına gel de inanma şimdi.