Nazlı Eray’ın 70’li yıllarda çıkan ilk öykü kitabının adıdır ‘Ah Bayım Ah!’. Özellikle kuş olup giden Mösyö Hristo’nun öyküsü kaçmaz... Kitabı hâlâ okumadıysanız, yaşamınızda, özellikle fantastik edebiyatımız konusunda bir şeyler hep eksik kalacak demektir.
Gelelim yazıma. Bu başlığı atmamın nedeni geçen gün HDP’li kadın milletvekili Nursel Aydoğan’a yöneltilen sözler. Duyar duymaz cinlerim tepeme çıktı. ‘Kadınlar gülmesin’den sonra şimdi de böyle bir lakırtı! Ve ardından dudaklarımdan Nazlı Eray’ın kitabının adı dökülüverdi:
Ah Bayım Ah!
‘Siz bu ülkenin kadınlarını ne sanıyorsunuz mösyö!’ diyesim geldi. Gülmesin, konuşmasın, mümkünse nefes alıp vermesin kadınlar, öyle mi bayım?’
Diyeceksiniz ki ‘söz gümüşse sükut altındır ülkesindeyim n’aber, az bile söylüyorum, sen kendine bak!’ Ben de o zaman diyeceğim ki ‘Ah!’
Ah ki ah!
Reklamın iyisi kötüsü olmaz, kimilerine sirayet eder diye sözlerinizi tek tek yazmıyorum buraya. Esasen o sözleri yazmaktan utanç duyuyorum. Onca yıllık iktidarın biz kadınlara biçtiği role bakın demekten. Sırlar döküldükçe ortaya çıkana bakın diye vahlanmaktan.
Ah bayım ah! Kadınları böyle susturamazsınız, bilmez misiniz? Hem kadınlar niye sussun kardeşim? Mümkünse kendinizi susturmayı deneyiniz.
Birbirine düştükçe, kaybettikçe, sinirler gerilip, tozuttukça ortaya çıkana bakın siz. Böyle böyle son durağa varmak üzereyiz. Dış politikalarınızın iflas ettiği, çözüm sürecinin ağaca çıktığı, erken seçimle kurtulacağınızı umut ettiğiniz, bütün eleştirileri ketlediğiniz, ifade özgürlüğünü, muhalefeti kilitlediğiniz son durak. Arka arkaya sıraladığınız düzgün ama bu düzgünlükten hiçbir anlam çıkmayan cümleleriniz, pasif agresif ünlemleriniz ve ortaya karışık saçtığınız kadın düşmanı ifadeleriniz. Yorulduk bu sözlerinizden. Bence siz, anılarınızı yazmak ve genç kuşaklara ilham vermek üzere artık bu durakta ininiz!
Geri kalan saçmalarla ne yapacağız? Merak etmeyin bayım. Saçmalarla, o saçmaların yarattığı saçmalıklarla uğraşmak için doğmuş bir milletin aziz evlatlarıyız biz. Boş yere, bomboş şeylerle, incir çekirdeğini doldurmayacak işlerle zaman kaybetmek nedir çok iyi biliriz.
‘Amma abarttınız, ne var bunda, lafın gelişi söyledim’ diyeceksiniz şimdi.
Ah bayım ah!
Yetti. Lütfen söylemeyiniz. Allah aşkına söylemeyiniz!
Bir zahmet, kuş olup politikadan uçuveriniz ve artık hiç değilse kadınlar konusunda susuveriniz. ‘Yürekliyim ben’ diyorsanız, mümkünse, enerjinizi Ankara Belediyesi ile yarım kalmış bir işe veriniz.
Ah bayım ah!
Gerçekten uğraşmanız gereken işlerle uğraşabilseydiniz keşke. N’olur samimi olup hiç değilse bunu teslim ediniz.
***
Bu konu daha çok su kaldırır. KA.DER bu konuda kararlı ‘kadın düşmanı, ayrımcı, cinsiyetçi, aşağılayıcı, ötekileştirici söylemler için özür bekliyoruz’ diyor. Ben bir özür değil, bin özür bekliyorum. Tüm bu maruz kaldıklarımız için...
Ah bayım ah! O özürler gelmeyecek, onun yerine yine suçlu biz olacağız, onu da biliyorum.
Hal böyleyken, Suruç’taki çocukların ardından sürekli okuduğum Didem Madak’ın ‘Ah’lar Ağacı’ şiirinden bir bölümle bitireyim:
güçlü bir el silkeledi beni sonra
sanırım tanrı’nın eliydi.
sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
çok şey görmüşüm gibi,
ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
ah... dedim sonra
ah!