Hafriyat kamyonları hızla geçmeye devam ediyordu. Arabadaki adam kendini delişmen bir rüzgâr gibi sollayan 34 bir şey bir şey hafriyat kamyonunun hızıyla arabada bir sağa bir sola gitti, debelendi, savruldu. Kendine biraz geldiğinde, hayır, küfür etmedi. Radyodaki tek sesi kapattı. Derin derin nefes aldı. Zihninde beliren bir şiiri, çocukluk günlerinden kalma bir refleksle hafriyat kamyonunun menziline çevirdi:
Hafriyat kamyonları geçiyor toz toprak içinde, sarı benizli
Hafriyat kamyonları, frenleri patlamış
Hafriyat kamyonları en deli...
Bunu duymuş muydu ne, hafriyat kamyonu aynı hızla önüne fırladı adamın arabasının ve orta şeridi boz rengi bir asit yağmuru gibi kaplayıverdi.
Adam zar zor frene basabildi, neyse ki geç kalmamış ve hafriyat kamyonunun çamur dolu tamponuna ramak kala durabilmişti. Dikiz aynasına baktı. Arkadaki arabada da bir şey yoktu. Şaka maka ter içinde kalmıştı. Tam derin bir soluk alacakken dikiz aynasının içinden ona gülümseyen bir hayali, inşaat sektörünün talancılar krallarından biri olan, nicedir görüşmeyi reddettiği özbeöz erkek kardeşini görür gibi oldu. O hayalin ona göz kırparak şunları söylediğini de duydu elbette:
Hafriyat kamyonları geçiyor, sen ey gör bunu en deli;
Güvensiz şeritlerde işsiz gezinen bütün arabalardan daha çok duyarak zemini.
Hafriyat kamyonları geçiyor en sol şeritten
Hızlı, çok hızlı, boşanmış zincirlerinden.
Adamın ‘Ne diyorsun sen?’ demesine kalmadan hayal silinip gitti, orta şerit hafriyat kamyonu her zamanki sol şeridine geçti, hız sınırını eritti, asfaltı gerdi gerdi ve gökdelenlerin bulutlardan vazgeçtiği, bütün kekliklerin bile bile ya da gafil avlandığı ovaya doğru hep birlikte inerlerken orta şeride, en sağ şeride ve derken emniyet şeridine, ardından emniyet şeridinden sağ şeride, oradan ise tereyağından kıl çeker gibi yeniden orta şeride ve en sola akıverdi.
Ova bitmişti; ancak hikaye devam etti. Av alanı ve çevresindeki ağaçların kentteki bilmem kaçıncı AVM’ye ve bilmem neye devredildiği küçük bir yamaca vardıkları sırada hafriyat kamyonunun izini kaybediverdi adam. Tam bir oh diyecekti ki trafik azar azar yavaşladı, yavaşlaya yavaşlaya durdu. Dura dura çekilmez hale geldi. İlerde bir kaza olmuştu ne yazık ki.
Kazayla birlikte yaşam da durdu ve yaklaşık bir saat boyunca hiç kıpırdamadı. Etraftaki binalardan sarkan seçim eskisi afişlere baktı bir müddet adam. Bu afişlere verilen paranın kimin cebinden çıktığını düşünmek istemedi. Bu afişlere verilen parayla kaç insanın karnının doyabileceğini de.
Adam, geride yapacak bir şey bulamadığı için radyoyu açtı. Aynı haberleri aynı tepkisizlikle dinledi. Kendini dinledi. Etrafı dinledi. Sonra karşı şeride baktı, kendi yoluna mahkum ve tutuklu bütün araç sakinleri gibi o şeride imrendi. Karşı şeritteki hafriyat kamyonlarının zamana karşı çalışan hızı, rengi ve umarsızlığı her zamanki gibiydi; insanda kısa süreli bir şaşkınlık ve anlık bir şüphe yaratmaya devam ediyordu.
***
16 Nisan’dan ne sonuç çıkarsa çıksın yolun çok uzun olduğunu düşünenlerdenim. Mucizelere değil uzun vadeli planlara, geniş açıyla görebilmeye, gerçekçi bir umuda, serinkanlılığa, yaratıcılığa ve sakinliğe ihtiyacımız var. Ülkemizi ve dünyayı daha yaşanılası bir hale getirmek istiyorsak.