14 Şubat

14 Şubat Dünya Öykü Günü’nde (Sevgililer Günü de elbette!) sizlerle piyasaya yeni çıkan bir tadı konuşmak istiyorum. Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Babil Kitaplığı serisinde Jorge Luis Borges’in olgunluk döneminde yazdığı öyküleri yayımlandı. ‘25 Ağustos 1983 ve Diğer Öyküler’ (çeviri: Mesut Özden Gözütok) şu ara tanıklık ettiğimiz feci dünya gerçeklerinden kısacak da olsa sıyrılıp kendini fantastik edebiyatın kollarına bırakmak isteyenler için ideal bir seçim olabilir. Önsözünü Enis Batur’un kaleme aldığı kitapta Borges’le yapılan uzun soluklu bir söyleşi de var. Oradaki bazı cümleler ilgimi çekti.

‘Babanız anarşist miydi?’ sorusuna şöyle cevap veriyor Arjantinli yazar:

‘Evet, bana bayraklara, sınırlara, haritadaki ülkelerin farklı renklerine, üniformalara, kiliselere iyi bakmamı çünkü tüm gezegen birleşince yalnızca belediyelerin ve kamu görevlilerinin kalacağını, hatta halk yeteri kadar uygarlaşırsa bunların hiçbirinin de kalmayacağını söylerdi. Bu ütopyanın gerçekleşeceğini düşünürdü; bugün görünürde hiçbir işaret yok ama uzun vadede akla yatkın olabilir.’

Haberin Devamı

Öykülerdeki ütopyalar

Esasen, bunun böyle olup olamayacağını, yine aynı seçkide yer alan ‘Yorgun Bir Adamın Ütopyası’ adlı öyküde takip etmek mümkün.

Artık mülkiyetin ve miras bırakmanın olmadığı, şehirlerin de bulunmadığı, ölümsüzlüğün icat edildiği bir gelecek düşünde buluyoruz yaşlı kahramanımızı. Okullarda artık unutma sanatının öğretildiği, belki bu yüzden müzeler ve kütüphanelerin olmadığı bir gelecekte artık ne anma törenleri vardır, ne yüzüncü yıl törenleri, ne de ölmüş insan portreleri. Ölümsüzlük keşfedildiğinden beri ise yüz yaşını dolduran bireyler, aşktan, hatta dostluktan vazgeçebilmekte, kötülük ve ölüm gibi sınırları aştıkları için, kendilerini tümüyle sanatın kollarına bırakabilmekte, felsefe ya da matematikle ilgilenmekte, tek kişilik satranç oyunları üstadı haline gelmektedirler. Hayatlarının sahibi oldukları için ölümlerinin de sahipleridir onlar. Kısacası ölümün insanın kendi seçimine bırakıldığı bir diyardır burası.

Haberin Devamı

Yorgun Ortadoğulu Kadının Distopyası

Ortadoğulu olduğumdan mıdır nedir, okurken her satırıyla cebelleştiğim ‘Yorgun Bir Adamın Ütopyası’nda bana en çarpıcı gelen bölüm insanların hayatlarına sahip çıkabildiği bölüm oldu. Bireylerin hayatlarına ve ölümlerine sahip çıkabildikleri bölümler... Doğrusu Ortadoğu’nun böylesi bir ütopyada nerelerde kalacağını da merak ettim. Mülteci sorununun nasıl çözülebileceğini, hangi hayatların hangi hayatlara göre daha ütopik olabileceğini, vb. paranın hükmü ortadan kalktığında, örneğin, Donald Trump gibi kişilerin dünyaya zikretmeye çalıştığı sağcı politikalarının ne hale geleceğini vb. Bu mümkün mü diye sordum ve ‘Yorgun Ortadoğulu Kadının Distopyası’ diye bir öykü yazmayı çok istedim!

Ve aşk!

14 Şubat Sevgililer Günü’ne gelecek olursak, aşk nedir sorusu insanlığın zihnini kurcalamaya devam ededursun, biz, şimdilik sözümüzü -Borges’le başladığımız sözümüzü- yine Borges’le tamamlayalım:

‘Çok güzel bir öykü okuduğumu hatırlıyorum. Gözlerimi yaşla dolduran bir cümleye rastlamıştım. Şöyle diyordu: Nikaragua Sokağı’nın köşesinde beni bekleyebilen şu etekli kız...’ Evet, Borges’i hüzünlendiren cümle buydu. ‘Ve düşündüm ki ben bir aptalım’ diyordu sonrasında Borges, ‘çünkü Nikaragua Sokağı benim için bir şeyler ifade ediyor ama başka bir semtte yaşayan biri için hiçbir şey ifade etmiyor.’

Haberin Devamı

Bunu aşkın öznelliği için söylemiyordu Borges; ancak bu söylediklerinde aşk nedir ki sorusuna dair ipuçları olduğuna nedense beni inandırmayı başardı! Aşk, kendi zamanlarımızı, kendi mekanlarında aradığımız bir ütopya olabilirdi!

***

Hem Sevgililer Gününüz hem de Dünya Öykü Gününüz kutlu olsun. Sevgisiz, edebiyatsız, sanatsız, hele hayalsiz, hiç kalmayın.

DİĞER YENİ YAZILAR