Hani bazen insan kendisine ve yaşadığı ortama yabancılaşır ya... Bugün 10. yılımızı doldurduğumuzu düşününce, yine aynı hisse kapıldım.
Yanına bir his daha ekleyerek; korku...
10 yıl geçmiş haberimiz yok!
Yani hayat geçiyor, hayat!
O fotoğrafta gördüğünüz, benim 10 yıl önceki hâlim.
Değiştireceğim de, çok üşeniyorum.
Öyle sandığınız gibi meşhur fotoğrafçılar ve özel makyajlar falan yok bizde.
En azından Ankara Büro böyle...
Foto muhabiri bir arkadaşımızdan binbir rica ederiz, o da boş bir zamanında çeker.
“Karşıya bak, kafanı düzelt, gül biraz, o kadar da değil, tamam öyle kal” diyerekten...
Bu yüzden hiçbir muhabir gazetedeki fotoğrafına benzemez.
Ya da daha kötüsü, aslında odur da, işimize gelmez!
Bak, yine yabancılaştım...
Biz kimiz? Ne yapıyoruz burada?
Her sabah haldır haldır gel;
Haber merkezinin ortasındaki kocaman yuvarlak masaya otur.
Şule gelmiş zaten. Masanın üzerindeki gazeteleri düzenliyor. “Gece yine uyuyamadım” diyerekten... Zaten gün boyunca galiba başka bir şey de söylemiyor. Haber hariç tabii...
“Ne oldu ki? Yine üst kattakiler mi sevişti?” diye soruyorum, cevap bile vermiyor!
Ben her sabah olduğu gibi o sabah da hapşırmaya başlıyorum, “Şükrüü esiyor yine burası...” O pencereleri kapatırken hemen teşekkürlerimi bildiriyorum. Ne de olsa, bütün hesaplarımız onun elinde!
Tam o sırada Deniz giriyor içeri... Deniz ama tsunami geçirmiş Deniz! Eviyle gazete arasındaki 2 km’de, sizin 2 yılda yaşayacağınız olayları yaşamış olarak! En azından o duyguyla...
“Bir rüya gördüm, inanamazsın!”
“Zaten inanmıyorum Deniz” diyorum. Yüksek sesle ya rüyasını ya da o 2 km yolda yaşadıklarını anlatırken aynı zamanda gazeteleri okumaya başlıyor. Daha doğrusu haberlerle kavga etmeye başlıyor... Ama bu arada yaşadıklarını da anlatmaya devam ediyor; araya 1-2 telefon görüşmesi de alıyor. Yani biraz yoruluyoruz!.
O arada Gülümhan içeri girmiş, üzerinde Merkez Bankası basın toplantısı kıyafeti var. Eyvah! Hürrem Sultan edası var ya, ben aslında korkuyorum ondan. Merkez Bankası Başkanı ne yapıyor bilmem! Hemen ekonomi sayfasını açıyor tabii.. Haberi iyi girdiyse bütün büronun günü iyi geçiyor. Yok iyi girmediyse, “Abicim bu neyin kafası yaa??” diye başlıyor. O zaman, “fuların gözlerini ne güzel öne çıkarmış” diyorum; inanıyor.
Şebnem Meclis’e yetişecek, telaşlı. Elinde yine içinde ne olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz ama Meclis-i Mebusan’dan kalma kayıtlar olduğu rivayet edilen torbası var. “Hayırlı sabahlar büro!” diyorsa her şey yolundadır.
Çınar stajyerimiz... Hem zehir gibi acar hem burnunun dikine... Bunun için mi Vatan’a geldi, Vatan bunun için mi onu seçti bilemiyorum. Kan çekiyor herhalde...
Hatice dersen, neredeyse büroda doğuracaktı. Şimdi kucağında Ela, elinde telefon, hâlâ büroya yetişmeye çalışıyor. O da normal değil yani!
Neyse ki, Tülay Hanım normal görünüyor, şimdilik!
Gelelim büronun erkeklerine...
Onlar da kadın baskısının ne olduğunu bu büroda öğrendiler...
Kemal mesela... Yüksek yargıya meydan okuyor ama iyi ki onlar 4 yaşındaki kızıyla konuştuğu ses tonunu bilmiyorlar!
Levent, askeriyeden mi taktik aldı nedir, gerekmedikçe yorum yapmaz. Böylece yırttığını sanıyor.
Kıvanç, haber trafiğindeki kazalardan başını alamadığında ana muhalefet ve diğer gazete büroları da dâhil toptan Ankara’yı bezdirebilecek potansiyele sahip. Neyse ki sevimli.
Lütfü stadyumlarda yıpranan kulaklarını büroda tamir etmek için sessizlik ister. Ama yanlış yerde, yanlış istek!
Bilgisayar sistemini kendisine bağlı kurduğundan şüphelendiğim Fatih’i, her an tek foto muhabirimiz Barış’ın bitmek tükenmek bilmeyen anılarını dinlerken ya da dinliyor gibi yaparken bulabilirsiniz.
Salih gece muhabirimiz. Gece görüşünü kedilerinden aldığından eminim.
Allah’tan Temsilcimiz Bilal Çetin ve Haber Müdürümüz Semra Çetin bütün bunlara gülümsemekle yetinirler...
Farklı farklı insanlar... Ama hepsi mi haber manyağı olur?
Soruyorum kendi kendime:
Bu kadar farklı insan, bu kadar yıldır ve her şeye rağmen...
“Biz 10 yıldır burada ne yapıyoruz?”
Gazetecilik yapıyoruz.
En azından yapmaya çalışıyoruz!
Vatan Ankara...
Haberin Devamı