Artık yeni bir dönemde olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Kadınlar da erkekler de, yeni ve bilmediğimiz bir yola girdik ve kaybolduk. Üstelik adres soracak kimse de yok. Hislerimiz, beklentilerimiz, korkularımız, endişelerimiz, kızgınlıklarımız ve hatta sevinçlerimiz bile değişti. Değişti ama yerine yenisi de yok.
Düşünsene, artık birinin birini aldatması artık haber ya da sıkı ve şaşırtan bir dedikodu sınıfında bile değil.
Neredeyse sıkıcı... Aldatana eskisi gibi kızmıyor, aldanana (kendin bile olsan) eskisi gibi üzülmüyorsun. Ama kayıtsız da değilsin. Oradaki yeni duygunun ne olduğunu, işte onu henüz bilmiyoruz.
Yoksa çıta mı yükseldi? Yani mesela bir kişi, 9 kişiye mi çıktı? 9 kişiyle aldatırsa mı?
Hayır. Artık “Bir erkek/kadın niye aldatır?” ya da “Aldatıldığınızı nasıl anlarsınız?” gibi yazılar da demode oldu.
Ha, aldatmak demode değil ama! Erkekler kadınlara doydu, hevesleri kalmadı. Kadınlar yükselttikleri çıtalardan aşağı patır patır atlayıp intihar etti.
Herkes mal gibi ortada kaldı yani! Herkes yalnız demiyorum, dikkat! Bu durumu, kaç gündür alıntılar yaptığım ünlü sosyolog Kaufmann şöyle ve tabii ki daha güzel anlatıyor:
- “Bugünlerde insanların çılgın bir düşü var. Kendi dünyalarından, alışkanlıklarından, yalnızlıklarından vazgeçmek istemiyor ama hayatlarında birinin var olmasını arzu ediyorlar. Bu kesinlikle imkânsız.”
Anam!
Hayal yerine senaryo!
İmkânsız diyor ya la! Hepimiz fareler gibi titreyerek öleceğiz! Heh hee... Doğru güncellenmezsek tabii!
Kaufmann diyor ki:
- “İnsanlar artık akıllarında senaryolar yazarak yaşıyor. Senaryolar uyduruyorlar. Mesela çantalarında küçük kâğıtlar görüyoruz. Gelecekle ilgili kısa cümleleri, niyetlerini yazıyorlar. Yani kimliklerini kendileri inşa ediyorlar. O kâğıtlara kendilerini yansıtıyorlar.”
Çantalarına veya Face’e... Mesela, “Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur / İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur” yazıyor. Sanki Attilâ İlhan‘ınki gibi bir aşk yaşamış! Yahu adam , “Ben sana mecburum” diyor; sen, “Sanki sana mecburum, adam mı / kadın mı yok!” diyorsun...
Onun tutkudan elleri kırılmış, senin isteklerin... O aşkı yaşamış, sen kendini...
Kafadan olmaz. Olmaz yani... Kendini yanlış yerde arıyorsun!
Aslında değişiyoruz, yeniden bir şeyler yazıyoruz ama... Ne yazıyoruz? Yeni kurallar, önlemler, prensipler falan...
Ne bileyim, öncekine çok fedakâr davrandıysa artık yenisine bunu yapmamaya and içiyor.
Öteki de, mesela eskisine çok taviz verdiyse artık ona vermemek gerektiğine karar veriyor.
Eee.. Bu ikisi karşılaşırsa ortaya nasıl bir aşk çıkacak?
Hayal yerine, senaryolar kuruyoruz. “Bana şunları yapan, şunları yapmayan biri... bir ilişki...”
Bak, bak, senaryoya bak! Kurguya bak!
Kurgu var, kuran yok!
Sen hâlâ tutkudan ellerini kırabiliyor musun?
Ona bak!
Kurgu var, kuran yok!
Haberin Devamı