O kadının çığlıkları kulaklarımdan çıkmıyor.
O kadının çırpınışları gözümün önünden gitmiyor.
Önce korkuyla bekliyor. Elleri ağzında...
Sonra atıyor kendini sel suyunun içine... Çocuklarına doğru...
Anlamış gibi...
Deli gibi bağırıyor:
“Çocuklarım orada benim!“
Kendisini tutmaya çalışan kurtarma ekibine yalvarıyor, haykırıyor:
“Bırak beni, çocuklarım orada benim!“
Sel altında kalan TOKİ binasının zemin katından siyah ceset torbası çıkıyor.
İçi dolu...
Kadının çığlıkları durmuyor:
“Çocuklarıma ne yaptınız!“
O an, içine düşen ateşe, acısına bizim yetişmemiz mümkün değil; bunu biliyoruz.
Sadece kalakalıyoruz.
Yerimize mıhlanıyoruz.
Kendimizi oradaki kimsenin yerine bile koyamıyoruz.
Uzakta bir yerde; çok da uzak değil, kendi memleketimizde 6’sı çocuk 9 kişi sele kapılıp ölüyor.
Bu kadının çocukları evlerinde otururken ölüyor.
Hem de devletin güvencesinde, kentsel dönüşüm programında yapılan bir evde.
Acının yerini isyan alıyor.
Neden?
Bunun sorumlusu kim?
Çevre ve Şehircilik Bakanı bir açıklama yapıyor,
“Yer seçiminde ve yapılaşmada bir hata olduğunu sanmıyorum.”
Siz sanmıyorsanız, öyle değildir, bir hata yoktur.
Dere yatağı yanlış yerdedir!
Tıpkı, bir kişiyi hınçla döven 8 polisin ellerinin incinmesi gibi!
İncinmişlerdir! Bizim de adalete inancımız incinmiş, ne yazar!
Kim anlar?
Kim takar?
Bir adam tek başına hakkını aramaya çalışıyor...
Bir anne...
Bir annenin iki canı gidiyor...
İnanamıyor.
Onun da elinden bir şey gelmiyor, bizim de...
Biliyorum ki, onun çığlıkları hâlâ sürüyor...
Çünkü hâlâ kulaklarımızdan çıkmıyor.
Gözümüzün önünden gitmiyor.
Dere yatağı yanlış yerde!
Haberin Devamı