Behzat Ç’ye ne oldu?

Haberin Devamı

Hatta sadece ona değil, Harun’a, Akbaba ve Hayalet’e ne oldu?

Hadi o soruyu da sorayım:

“Siz ne zaman bu hale geldiniz???”

Ne oldu?

Ya da ne olmadı?

Bu sezonun başından beri düzelecek, eskisi gibi olacak diye bekliyoruz.

Baştan yazayım: Ben bu yazıyı yermek, kötülemek ya da eleştirmek için yazmıyorum.

Sadece ve sadece onları özlediğim için yazıyorum.

Bir de, benim gibi özleyenlerin çok olduğunu bildiğim için...

Hepsinin bir karakteri vardı.

Behzat’ın itliği...

Harun’un saflığı, vurdumduymazlığı...

Akbaba’nın koklayışları...

Hayalet’in hayaletliği...

Cevdet’in ezikliği, acemiliği...

Ama hepsi “gerçek”ti...

Nerede onlar?

Hepsi karaktersiz birer karaktere büründüler.

Yok, karaktersizlik de bir karakter olabilir, onların hiçbir özelliği kalmadı.

Öyle, gidiyorlar-geliyorlar, normal normal konuşuyorlar falan...

Geçen pazartesi, “Artık düzelir herhalde” diye beklediğimiz son bölümden sonra kendimi şu soruyu sorarken yakaladım:

“Biz bu diziyi niye seviyorduk?”

Sonra herkes kendi cevabını vermeye başladı. Döküldük yani...

- “Gerçekti. Gerçek gibiydi. Yapay, hayatta olmayan şeyler yoktu.”

- “Evet, İstanbul dizilerine benzedi. Arabaları da değiştirir yakında...”

- “Bir de Behzat’ın evini İkea’dan döşeseler tam olacak!”

- “Harun, Hayalet, Akbaba ve Cevdet’in kişilikleri yok oldu.”

- “Şule sevildi diye bu sezon da diziye girmesi zorlama ve sündürmece...”

- “Eğer biz Behzat’ı tanıyorsak, Şule’yle arasında böyle Hollywood tarzı şeyler olmaz... Olunca da, ‘Üfff...’ diyoruz.”

- “Memduh Başkan uzatmasına ne gerek vardı?”

- “Larissa niye ortaya çıktı? Senaristler bu kadar çaresiz mi kaldılar?”

- “Yeni narkotikçi ne gerçekçi ne de ‘Ankara...’ Yapay kaldı, uymadı. Öyle narkotikçi mi olur? Yine Amerikan tarzı haller. Elinde viski kadehi, danslar manslar! Son moda haller??? Sanki biz bilmiyoruz! Behzat koynuna alacak diye!!! Bak, sinirlendim şimdi!”

- “Biz artık ‘Bir Ankara Polisiyesi’ yerine bir ucuz İstanbul hayali mi izlemeye başladık?”

- “Bir tek Ahmet Uğurlu’yu kabul edebilirdik, o da iyi bir senaryoyla... Tipi, oyunu, doğallığıyla... Tam bizim dizilik!”

- “Pekii... Asıl, sosyal sorunlara tatlı tatlı dokundurmalara ne oldu? Kanal sahibi değişti, o yüzden mi?”

- “Yok, zannetmiyorum; zaten ne kaldı ki, o kalsın?”

- “Savcı’nın, naifliğiyle bizi kalbimizden vuran, ‘Ben seninle mutsuzluğa da varım’ sözünü baktı ki prim yapıyor, döndürüp tekrarlatmasına sinir olduk. Salak mıyız biz?”

- “Bir de, geri dönmeler, rüyalar, dış sesler de başlayacaksa, tam olur artık! Gündüz kuşağına geçer.”

- “Eskiler eski kişiler değil, yeniler doğal değil. Biraz daha seyretsek mi, bıraksak mı?”

***


Tabii bu saydıklarımı biz ballandıra ballandıra, uzun uzun konuştuk.

Ama yerdiğimizden değil.

Gerçekten ondan değil.

Dedim ya, sırf özlediğimizden...

Pazar akşamları televizyonun önünden kalkmamak için gerekli olabilecek her şeyi yaşam sehpama sıralayıp elimin altında telefon, tüm deli ya da komik sahnelerde kızlarla birbirimizi arayışımızı özlediğimizden...

Yoksa başka bir niyetimiz yok.

DİĞER YENİ YAZILAR