Yalçın Akdoğan harika yazmış

Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan’ın en yakın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’dır. Medya ile ilişkilerini düzenler, gerekli gördüğü zamanlarda uyarılarını yapar, medyadaki yapılması gerekenlere ince ayar verir, bunların dışında gazetelerde bazen kendi adıyla bazen değişik bir isimle köşe yazıları da yazar.

Akdoğan dünkü Star Gazetesi’nde enfes bir yazı yazmış. Medyanın sorumluluğu üzerine kaleme aldığı bu yazıda, yıllardır savunduğum, yazdığım ve ekranlarda söylediğim görüşlerin topluca olduğunu görünce önce çok şaşırdım, ama sonra bir gazeteci olarak çok sevindim.

Medya organizasyonunun bir numaralı isminin özellikle gazeteci ahlâkı ve sorumluluğu üzerine bu kadar çarpıcı bir yazı yazması gerçekten demokrasimiz, hukukumuz ve fikir özgürlüğümüz için çok önemli bir katkı.

Akdoğan’ın yazısındaki şu paragraf çok önemli. Şöyle diyor Başbakan’ın Başdanışmanı:

Medya açısından ‘sorumluluk’ hem hakikati ve varolan haberi objektif ve doğru yansıtmaktır, hem de demokrasi, barış, kardeşlik, çözüm gibi ideallere sahip çıkmaktır. Çarpıtma, yalan haber, dezenformasyon ne kadar kötüyse; tahrik, tahrip, saldırganlık içine girmek ve çatışmayı, savaşı, ayrışmayı kışkırtmak da o kadar kötüdür. Değersizleştirme, itibarsızlaştırma, zarar verme, tahrip etme, sabote etme gibi amaçlar peşinde koşmak basın ahlakıyla örtüşen bir gazetecilik misyonu olamaz. Objektif olarak yapılan haberin, aktarılan bilginin istenmeyen bazı olumsuz sonuçlar doğurması başkadır, açıktan bu sonuçları doğurmak için çaba göstermek başkadır.

Ne kadar doğru.

İşte yıllardır bunu söylüyoruz. Çünkü bir bölüm medyanın bu tür sorumluluğu asla üzerine almaması ve tıpkı Akdoğan’ın yazdığı gibi davranması sonucu sayıları yüzlerce olan aydınımız, yazarımız, üniversite rektörümüz, akademisyenimiz, bilim adamımız, sendikacımız, iş adamımız, askerimiz yıllardır hapishanelerde çürütülüyor.

Akdoğan’ın bu yazısı cümle yandaş kalemlerin de kulağına küpe olmalı.

Gerçi Akdoğan, bu yazısını akil denilen adamları eleştiren, onlara sorular soran, kaygı ve kuşkularını dile getirenlere tepki olarak yazmış ama, o kadarı olacak artık. Önemli olan “başı sıkışmış olsa da” medyanın sorumluluğunu ve ahlâkını hatırlamış olmasıdır.

Boston patlamasından sonra bir medya efsanesi de bitti

Terör eylemlerinin medyadaki yansıma biçimi yıllardır çok tartışıldı. Özellikle son yıllarda, yandaşlar ve iktidar önünde boyun eğmek zorunda kalanlar ısrarla “terör olaylarını haberlerde geniş biçimde vermemek gerek, çünkü bu terörün de reklamı oluyor” dediler.

“Terör olaylarını büyütmeyelim” diyenlerin en önemli dayanaklarından biri New York’taki 11 Eylül saldırılarından sonra Amerikan medyasında “kanlı görüntülerin” yayınlanmamasıydı. “Görüyor musunuz Amerikalıları” diyordu kimileri “Ülkelerine öyle bir sahip çıkıyorlar ki, bu kadar büyük terör olayından sonra bile medyaları çok sorumlu davranıyor.”

Oysa o zaman da yazmıştım, 11 Eylül olaylarında zaten isteseler de “kan” gösteremezlerdi. Uçaklar binalara çarptı, iki gökdelen yerle bir oldu, cesetler hep enkaz altında kaldı. Yani ortada hiç kanlı görüntü yoktu. Ceset görüntüleri ise zaten hiçbir yerde yayınlanmaz ki.

Ama son Boston bombalamalarından sonra bu efsane de bitti. Amerikan medyası olay anından itibaren yaralıları, yüzü gözü kan içinde kalanları hatta kopan bacakları kolları bile görüntülemekten çekinmedi.

Çünkü bu görüntülere ulaşmak çok kolaydı, ortalık kan gölüydü ve hepsi yayınlandı.

Bu yazımdan “terörün bütün sonuçlarını aynen yayınlayalım” anlamı çıkarmayın lütfen.

Sadece durumu saptamak ve yıllarca savunulan ahmakça bir örneği sergilemek istedim.



Alternatif “akil insanlar” toplanıyor

İktidar bir yandan terörle pazarlıkları sürdürürken, diğer taraftan da artık sadece BDP’nin desteğinin alınacağı belli olan “yeni anayasa” çalışmalarını sürdürüyor. Bu anayasanın halka kabul ettirilmesi için de sözde barış sürecini anlatsınlar diye ülkeye dağıtılan “akil” insanlara bunun propagandasını yaptırıyor.

Ancak Türkiye sadece bu siyasetten ve bu akil insanlardan ibaret değil.

Aralarında eski ve yeni milletvekilleri, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, sendika yöneticileri ile basın ve üniversitelerin temsilcileri olan hayli geniş bir topluluk “dayatma anayasasına” karşı alternatif bir anayasa için “Milli Anayasa Forumu” oluşturdu.

Aylardır, tıpkı iktidarın akil adamları gibi ülkeyi karış karış gezen, halka ne yapılması gerektiğini anlatan üyeler 23 Nisan günü, yani ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün, Ankara’da bir araya gelerek kamuoyuna bir deklarasyon yayınlayacak.

DİĞER YENİ YAZILAR