Meclis’in açılması ve tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmaması üzerine yaşanan “yemin kriziyle” birlikte özellikle medya üzerinden bir saçmalıklar manzumesi sürdürülüyor.
Kendilerine “demokrat, hukuktan yana, özgürlükçü” süsü verenler tutuklu milletvekillerinin asla tahliye edilmemesi için yoğun ve kara bir propaganda sürdürüyor.
Büyük güçle iktidara gelmenin şımarıklığı ile, CHP’nin gerçekten çok onurlu direnişi karşısında şaşkınlığa uğrayanlar, telaş ve nefret duygularıyla önlerine gelene saldırmaktan hiç çekinmiyorlar.
Kendini uyanık zanneden biri kurnazca bir davranışla Merve Kavakçı olayı sırasında bazı gazetecilerin yazdıklarını alt alta getirip servis etmiş. Şimdi bunun üzerinden “Siz de demokrat mısınız?” diye soruyorlar ve tutuklulukların devamı için bu örneği adeta kanıt gibi sunuyorlar.
Merve Kavakçı ile ilgili zamanında benim yazdığımı da bulup çıkarmışlar.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Ben bir gazete yazarıyım. Yazdığım her yazının sorumluluğunu üzerime alırım. Biz o yazıları boşa yazmıyoruz, sayfa dolsun diye bir telaşımız yok. Aklımızla, fikrimizle, inançlarımızla yazıyoruz.
Merve Kavakçı adlı kişinin 1999 genel seçiminden sonra Meclis’te yapmaya çalıştığı şovla ilgili aynen şunları yazmışım;
“Gerçekten bir ajan provokatör olan Merve Kavakçı, Meclis’teki tüm partilerin gafletinden yararlanarak, çağdaş ve laik Türkiye’yi yaralayan eylemini gerçekleştirdi.
Meclis Genel Kurulu’na girmesi, yemin ettirilmese bile uzun süre oturması rezalettir, skandaldır. Buna neden olan tüm siyasi partileri kınamak gerek.”
Bugün de bu yazının altına imzamı atarım. Hatta o yazıyı bugün de yazarım.
Merve Kavakçı olayı ile bugün yaşananlar arasında hiçbir benzerlik yoktur.
Merve Kavakçı olayının demokrasi ve özgürlüklerle de ilgisi yoktur.
O olay tamamen bir provokasyondur, bir şovdur.
Merve Kavakçı o zamanki Fazilet Partisi’nin “türbanlı” adayı değildir. Kavakçı sadece resmi başvurusunu “türbanlı” fotoğrafla yapmıştı.
Seçim propagandasında da seçimden sonra da, aralarında bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de bulunduğu Fazilet Partililer “bir milletvekillerinin türbanlı olduğunu” söylememişlerdi. Kavakçı emrivaki yaparak Meclis’e o kılıkla gelmişti.
Fazilet Partililerin de durumdan haberi olmadığı biliniyordu. Nitekim Kavakçı Meclis’e geldiğinde hiçbir Faziletli milletvekili yanına gitmedi, görev tesadüfen o sırada eşiyle birlikte Meclis kapısından giren ve Merve Kavakçı’ya rastlayan Nazlı Ilıcak’a düşmüştü.
Nasıl 2011 seçiminden sonra bir bacağı protez olan Şafak Pavey Meclis’in kurallarına uyarak, protezi açık bırakacak biçimde etek giyip Genel Kurul salonuna girdiyse, Merve Kavakçı’nın da buna uyması gerekiyordu.
Ancak olayın bir provokasyon olduğu gerçeği bir süre sonra bir daha kanıtlandı. Merve Kavakçı adlı kadın milletvekili aslında Amerikan vatandaşıydı. Ki bu durum zaten millevekili adayı olmasına bile olanak tanımıyor.
Kavakçı’nın bu konuda kendi partisini de kandırdığı ortaya çıktı.
Gelelim bugüne. Sözü uzatmak istemiyorum. 1999’da yaşanan bu provokasyonu şimdi güya demokrasi adına yeniden gündeme getiren ve insanlara hakaret edenler acaba AKP’nin bütün şartlar oluşmasına rağmen neden tek bir türbanlı aday bile göstermediğini soruyorlar mı?
Hani nerede “Türbanlı aday yoksa oy yok” diyen kadınlar? Artık bu çirkin popülizmi bırakın...
164 bin çift damgalı pusula olur mu?
Genel seçimlerden sonra Tuncay Özkan’ın seçim bölgesinde 10 bin oyun pusulalarda hem Tuncay Özkan’a hem CHP’ye tercih mührü basıldığı için iptal edildiği söylenmişti. O zaman yazmıştım.
Ancak bu sayının 10 binle sınırlı olmadığı belirtiliyor.
Taraftarları, Tuncay Özkan’ın 68 bin oyunun çift mühürlü olduğu için iptal edildiğini söylüyor.
Aynı şekilde Çetin Doğan’ın da 61 bin oyunun çift mühürlü olduğu için geçersiz sayıldığı iddia ediliyor.
İzmir’den seçime katılan Doğu Perinçek’in de 35 bin oyunun iptal edildiği açıklandı.
Bunun toplamı 164 bin kişi eder.
Peki 164 bin kişinin iki ayrı yere mühür basması mantıklı mı?
Kimileri diyor ki “Bazı seçmenler protesto için bu yolu kullandı.” İyi de bu tür protestolar önceden duyulur. Hele internet ve twitter gibi olanaklar varken böyle bir protestonun hiç duyulmaması ama seçimde ortaya çıkması mümkün mü?
Seçim günü bazı cep telefonlarına “Bağımsız adaya oy verenler bir partiye de oy verebilir, böylelikle o bağımsız partiden seçilmiş olur” diye mesaj atmış. Bu kadar mantıksızlığa üç-beş yüz kişi inanabilir ama 164 bin kişinin inandığını söylemek bile akılsızlıktır.
Bir gariplik var ama ne?
Oktay Ekşi’ye saldırmanın keyfi
Meclis’in açılışında başkanlık koltuğunda Oktay Ekşi’nin oturması bazıları için “ilahi” bir ceza gibiydi. Elbette çok rahatsız oldular ama, ne yaparsınız çare de yok.
Ancak yaptığı açış konuşması sırasındaki bazı sözleri Oktay Ekşi’ye saldırmanın keyfini sürdürmek isteyenler için bulunmaz bir fırsat oldu.
Şimdi önüne gelen “Oktay Ekşi 61 anayasasını övüyor ama, idamları unutuyor” diye çakmaya(!) çalışıyor. Komik şeyler bunlar.
Ne dedi Ekşi açış konuşmasında? Bundan 50 yıl önce en genç üye sıfatıyla Kurucu Meclis’te olduğunu, şimdi de en yaşlı olarak yeni dönemi açan başkan olduğunu hatırlatarak “50 yıl önce hukuk ve siyaset tarihinin en demokratik anayasasını yaptık” dedi. Bu yanlış bir ifade mi? 61 Anayasası’nın niteliği, kalitesi, demokrasi ve hukuka uygunluğu konusunda aksini söyleyebilecek kimse var mı?
27 Mayıs anayasası farklıdır, 27 Mayıs’ın bir darbe olması ve kötü uygulamalarla varılan sonuçları farklıdır.
Bir takım ağızlar “Ama idamlar vardı, DP’lilere zulüm vardı” diyerek 61 anayasasını sözde aşağılamaya çalışıyorlar ama şimdiki durumu da görmezden geliyorlar.
Bugünkü iktidar “sıfır kilometrede, demokratik bir anayasa yapacağını” ilan ediyor. Ama aynı anda “idam hariç” 27 Mayıs döneminde yapılan bütün hukuksuzluklar, aydınlara, demokrasiye inananlara, hukuktan yana olanlara, özgürlük için savaşanlara aynen uygulanıyor. Bunun 27 Mayıs’tan hiçbir farkı yoktur.
Oktay Ekşi’ye saldırmaktan keyif alanlar daha mantıklı şeyler bulsunlar.
Kapalı restoran
Meksika seyahatimde çok güzel bir restoran gördüm, ama ne yazık ki kapalıydı... Daha sonra gelirim diye kapısında yazılı adını bir kâğıda kopya ettim, ertesi gün büyük bir iştahla kaldığım otelin resepsiyonuna gidip kâğıdı uzattım, “Bu restorana gitmek istiyorum, bir taksi ayarlar mısınız?” dedim. “Özür dilerim efendim..” dedi resepsiyon memuru kâğıdı okur okumaz, “Bu kâğıtta İspanyolca ‘pazartesileri kapalıdır’ yazıyor..!” (Yıldırım Tuna)