NEFRET yazmıştın büyük harfle, en büyük hayal kırıklıklarının yanına. Düşten düşüp sakat kalmıştın.
Ve en az üç ay boyunca ağlamıştın aynı anlamsız duyguyla, hayata, kaderine.
İnsanın, hissettiklerini kontrol edemeyeceğini asla anlayamadığın zamanlardaydın. Aklın yönetir sanıyordun hayatını. Aklını bilir sanıyordun, kalbinin ne yapacağını. Aklın, düşer de yara almaz sanıyordun damdan… Söz konusu duygular olunca bile.
Sakat kaldığın herhangi bir aşk hikayesinin sonuna NEFRET yazdın büyük harfle. En büyük korkundu o senin. Hiç öyle bitmesin istemiştin. Aslında hep öyle bitmesini hayal etmiştin.
İşine geliyordu kalbine batan kırıklarla yaşayıp sürekli homurdanmanın suçunu sonu mutsuz biten hikayelerine bağlamak. Elinde kocaman bir kalemle mutsuz son yazmak için gece gündüz uğraştığın hikayelerine.
Asla ne istediğinden emin değildin. Asla kimi istediğini seçemedin. Asla ne hissettiğini dinlemedin. O aklın, o çok güvendiğin aklın götürdü seni hep felaketine.
Çok zekiyim sandın. Büyük bir salak gibi ortada kaldın.
Çünkü yıllar geçtiği halde anlayamıyordun. Nasıl olur da senin gibi biri…
Böylesine zeki, böylesine kudretli… Beceremez almayı istediğini? Çünkü asla kavrayamıyordun, insanların en iyiyi değil, kalbiyle yürüyeni seçtiğini.
Her gün aynı soruyu sordun kendine, sonuna NEFRET yazdığın o hikayelerde… NEDEN BEN DEĞİL DE O? Ben daha iyiyim oysaki. Neden o? İşte onunla seni ayıran, hikayelerin sonuna yazdıklarınızdı muhtemelen.
Sen durup düşünmeyi seçerken, o yaşayıp görmeyi seçiyordu. Sen, eksik aklınla dünyayı yönetmeye çalışırken, o kalbiyle yürüyor, yaşamayı öğreniyordu.
Sen, kalbini dinlemeyi beceremedin. Kendi sesine kulağını tıkadıkça öfkelenip daha büyük harflerle yazdın o NEFRET’i her yerine hayatının.
Oysa emindin. Sevdiğinden çok sevilmiştin. Aslında verdiğin değerden fazlasını da görmüştün bir yerde. Hak ettiğini bulmuştun yani… Ona ne şüphe! Ve sen, hak ettiğini son derece bulmuş biriyken, vermediğini almayı beklerken bu hayattan, yine de NEFRET etmeyi tercih ettin sana artık tahammül edemeyip yolunu değiştiren herkesten.
Aman tanrım ne münasebetti? Bütün oyuncakların ölene dek elinin altında duracak değil miydi? Sen isteyecektin, oynayacaktın. Sıkılınca kaldırıp atacaktın. İnsandan oyuncak yapacaktın kendine. E, beceremedin tatlım. Yapamadın.
Bir gün keyifli bir masanın ortasında durup biri gözlerinin içine bakarak söylemişti sana… “Ah tatlım! Bizi salak sanıyorsun. Oysa hepimizi sadece eğlencen görüyorsun. Toz kadar değerimiz yok gözünde.
Şu masadan kalkınca adımızı bile unutursun.” Ve ne var biliyor musun? Sen, o masadan kalktığın an o insanların yüzlerini de adlarını da unutuyordun. Her seferinde. Ve es kaza adını hatırladığın biri istemediğin gibi davrandığında sana, sanki dünyanın bütün hakları sana verilmişçesine nefret ediyordun ondan.
Bencildin. Bencil itin tekiydin hatta. Öylesine kendinle doluydun ki, insanların ne hissettiğini düşünmek bile istemiyordun. İnsanlar istediğin gibi davransınlar, yeterdi senin için. Ne kimi sevdiğin, ne kiminle yürüdüğün umurundaydı.
Birini gerçekten sevmeyi becerebiliyorsan tabii…
Goygoycu istiyordun. Hiçbir goygoy istediğin kadar uzun sürmüyordu. Yolun bir yerinde fark ediyordu insanlar onları hiç önemsemediğini ve defolup gidiyorlardı hayatından. İşte sen bu gerçeği bildiğin halde NEFRET yazdın gidenlerin yanına.
Sonra oturup ağlıyordun. Neden böyle oluyor diyordun… Neden? Neden? Neden? Nedenini biliyordun.
Kolay olanı seçen her salak gibi… Seni de kendinle sınıyordu bu hayat. Kendini akıllı zanneden her salak gibi sen de kendine yeniliyordun.
Bütün salaklar kendine yenilir çünkü.
Bu dünyanın bilinmeyen bir kuralı varsa o da budur.
Not et defterine.