“İçimde kötü bir his var. Sanki bir uçurumun kenarındayız. Rüzgar tüm hızıyla esiyor ve tutunacak hiçbir dalımız yok.”
Adını hatırlamadığımın da dediği gibi, bu aralar o uçurumun kenarında hissediyorum kendimi. Sanki bir adım atsam, düşüp paramparça olacağım. Dal mal da yok evet. Tutunacak hiçbir şey yok. İnsan kendini tutunacak hiçbir şey bulamadığı zamanlarda düşecek gibi hissediyor zaten. Düşmenin de böyle basit bir yasası var.
Bir kitap okuyorum. İçinde şöyle diyor. “Yardım ettiğin birinden nankörlük görmek istemiyorsan ya yardım etme ya da yardım ettiğin insanın yanında düşme. İlk tekmeyi sana o basar.” Tarihin bütün kademeleri bu fikri kol kola girerek destekliyor. İnsanlar kimsen büyük iyilik görmüşse ondan kaçıyor.
İlk terk ettikleri, kendilerine el uzatan oluyor. Alimlere sorarsanız bu, herkesin ego yarıştırması birbiriyle. Bana sorarsanız, kimse gözyaşlarını görenin yanında durmak istemiyor. Kimse onu en düşük halinde görenin yanında yükselemez çünkü. Yükselmek için insanın kendine alan açması gerekiyor.
Alan açmak için de nankörlük etmesi? Hayır, nankörlük etmek gerekmiyor.
Bütün insan ilişkileri, bir nedenle var oluyor hayatımızda. Bizi bir yerden alıp bir yere taşıyor ve sonra sonlanıyor o birliktelik. Bu gerçeği kabullenmeyip o ilişkilere takılıp kaldığınızda kabusa dönüyor hayatınız. Çekilmez bir hal alıyor. Mesela biri sizi terk ediyor diyelim… Sevgiliniz ya da yakın bir dostunuz… Kardeşiniz. Zamanlamasını iyi hesap edin bunun. Göreceksiniz ki, o insan tam da sizin onu taşımaktan yorulduğunuz, ondan nefret etmeye başladığınız, bezdiğiniz noktada çıkıp gidiyor hayatınızdan. Evrenin kanunu bu. Hep söylerim. Giden gitmiyor. Gönderiliyor. Sabrın bittiği, tahammülün kaybolduğu yerde mecburen gidiyor.
Peki ya siz ne zaman gitmelisiniz? O uçurumdan düşmeden gitmeyi bilmek nasıl mümkün olabilir? Mümkün müdür ya da? Mümkünsüz hiçbir şey yok dünyada.
Gitmeniz gerektiğinin sinyalleri karşınızdakinden size hızla iletilir. O insanın size olan ilgisi azalır, ayırdığı vakit azalır, hayatınıza verdiği önem azalır. Ne olduğunu sorduğunuzda “Yok bir şey canım her şey normal” diye geçiştirilmeye başlarsınız. Ya da bir bahane üretir karşınızdaki ihmalkarlıklarına.
Listeye çentik olarak atarsınız. Çoğu zaman kabullenmek güçtür gitmeniz gerektiğini. Aldığınız sinyalleri göz ardı ederek üstelemek daha kolay gelir. Dünyanın en korkunç şeyi sizi artık görmek istemeyen birine üstelemektir. Bütün işaretleri birleştirip gitmeniz gerektiğini görmeniz gerekir. Ya da o uçurumdan düşmeniz gerektiğini… Terk etmenin terk edilmekten daha hafif bir yanı vardır bana sorarsanız. İstifa etmeyi kovulmaya tercih ederim. En az iş ilişkilerinde olduğu kadar özel hayatımda da. Bir gözü toprağa bakan hiçbir şey kalsın istemem hayatımda. İttire kaktıra sürsün istemem. Bazen çok canım yana yana kaçarım olay mahallinden. Cesedim o uçurumun dibinde bulunsun istemediğimden.
Yine de bir şeyi elinizde tutmak istiyorsanız ona tutkuyla bağlı olmanız gerekir. Bir şeyi azıcık sevemezsiniz. Birini yedekte saklayamazsınız. Sizin çöpünüz başkasının hazinesidir. Elinizde tuttuğunuza inandığınızı bir gün biri gelip çeker alır, bir bakmışsınız, elleriniz bomboş. Garip de bir ilahi adaleti vardır hayatın ellerinizi boş bırakmaktan yana.
Diyelim biriyle yakınlaşıyorsunuz… Bir anda opsiyonlar çoğalmaya başlar. Hayır diyemeyeceğiniz bir sürü seçenek serilir önünüze. Tam da o nokta, bu hayattaki sınavınızdır aslında. Düz durup seçiminizin peşinden giderseniz, gerçek bir ilişkiye sahip olabilirsiniz. Fırsatlar ve ihtimaller, aklınızı başınızdan alırsa yalnız kalırsınız.
Hayatın, kanaat edene iyi davrandığı doğrudur. Hayatın aç gözlü olanı cezalandırdığı doğrudur. Hayat, sizi her gün sınava tabi tutar, doğrudur. Olması gereken budur. Hayat, sizi seçimlerinizle sınar. Ki bu da hakkaniyetli olandır.
Ancak günün sonunda bu hayatın bir adaleti yoktu. bir hakkaniyet vaadi yoktur. İyi olanı ödüllendirmek, doğru olanı taçlandırmak gibi bir vaadi yoktur.
İnsan dünyaya bir plasentanın içinde tek başına gelir ve dünyadan bir kefenin içinde tek başına gider.
Araya ne koyarsanız koyun değiştiremeyeceğiniz tek gerçek budur. Ne kadar aşık olursanız olun, ne da dar severseniz sevin, insanlarla aranızda nasıl bir bağ kurmaya çalışırsanız çalışın, tek gerçek budur.
Dünyada, insanın yalnızlığı, aşılamayacak tek gerçektir.
Dünya, bunun üzerine dizayn edilmiştir.
Ve tabii insan da.
Hayatınıza giren insanlardan, yaradılışınızın yarattığı o yalnızlık duygusunu yok etmelerini beklemeyin.
Onlar, yalnızlığınızı sadece giderebilirler. Yok edemezler. Boş kaldığınız her an suratınıza çarpar o kimsesizlik hali. Uçurumun kenarında, tutunacak dal bulamama hali… Bu dünyanın hali budur.