"Dur ve düşün.
şu an oturmakta olduğumuz bu metruk kafe, yarın anı olacak.
Birbirimize söylediğimiz sözlerin çoğunu hatırlamayacağız bile.
Kırdığımız kalpleri geride bırakmış, kaçırdığımız fırsatları unutmuş olacağız.
Ama kokular kalacak aklımızda.
Birbirimizin ruhuna dokunduğumuz anlar ve dostluğumuzun kokusu kalacak.
şimdi ağlıyorsun ya biri için...
Yarın gözyaşların olmayacak.
Ama şu ağladığın an, bir gedik olarak duracak hafızanda.
Her baktığında, her düşüşünde ve aynı çukurun yanına her varışında sarsacak seni.
Saçlarımın şu anki rengini hatırlamayacaksın yıllar sonra.
Seni nasıl sinir ettiğimi ya da güldürdüğümü unutacaksın.
Ama insanlığımın izi kalacak hatıranda.
Orası, senin evin olacak.
Bizim gibilerin, gerçek bir memleketi olmaz çünkü.
Bizler, evlerimizi anılarımızdan yaratırız.
Yaşadıkça daha da çok yere ait oluruz böylece.
Biz yaşamalıyız.
Yeni evlere, yeni memleketlere sahip olmak için
Daha çok insanı koklamalı, daha çok insana dokunmalıyız.
Ve şimdi üzüldüğümüzü sanıyorsun ya,
şu anın geçmiş zaman olmasını bekle.
Ne denli mutluyduk,
Anlayacaksın." -Vurgun Yiyenler
2004'te yazmıştım bu yazıyı.
üniversiteye gidiyorduk.
Fulya'da içini eşyayla dolduramayacağımız kadar büyük bir eve taşınmıştık bir arkadaşımla.
7/11. 5. Kat.
Onun odasının camından eski sevgilisinin evi görünüyordu.
Elit Rezidansın inşaatının hemen yanındaydı ev.
Arada kendini odasına kilitler, boş boş o rezidans inşaatına bakar üzülürdü.
Ağladığını bilirdim.
Bilmiyormuş gibi yapardım.
Odasına girdiğimde boş boş bakarken bulurdum onu o inşaata.
O güne kadar en büyük acıları ben çekiyormuşum gibi gelirdi.
Ve bu acılardan hiçbiri aşk acısı değildi.
O gün anladım ki dünyevi en büyük belaların başında geliyor aşk.
Kanserden bir önce, ölümden bir sonra.
Sanırım ben, arkadaşımın umutlarının inşaata kaçtığı o evde ilk kez gerçekten karar verdim yazar olmaya.
Hep yazıyordum.
Reklam yazarıydım zaten.
Reklam yazarak yaşar giderim diye düşünmüştüm o güne kadar.
O günlerde ve o evde bütün hayatımın akışı değişti benim.
Yazar olmaya karar verdim.
Bir dergide editör olarak işe girdim.
Ve hayat bir daha asla eskisi gibi olmadı.
Hem iyi yönde hem kötü yönde.
Ama şimdi meselemiz bu değil.
Günün sonunda ben bu yazıyı yazalı yıllar geçti.
Bu yazıyı alıp bir kitaba koyalı bile aylar oldu.
Ama bu yazının her satırı, her an güncel.
İnsan kaybettikten sonra anlıyor her şeyin değerini.
En çok da mutluluğun.
Mutlu anlar, üstünden zaman geçmeden göstermiyor etkisini.
Sonra dönüp bakıyorsun.
Kafana göre ayıklıyorsun iyi yerlerini hikayenin.
Kötü taraflarını unutuyorsun.
Öyle de olmalı zaten.
Bütün hikayeni kötü anların, detayların üzerine kurarsan neye yarar o yaşadığın?
Kötü anları hatırlarsan, neye yarar?
Tuhaf bir biçimde yeniliyor kendini hayat.
İnsan sevecek birilerini, bir şeyleri her zaman buluyor.
Geçmez dediğin geçiyor, bitmez sandığın bitiyor.
Ve yeniden başlıyor her şey.
Lafı uzatmayacağım.
Ne demiş şair...
Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.
Ne diyorum yani?
Her şey biter... Sen iyi anları hatırla.
Hayırlı haftalar...