Hiçbir şey hayal ettiğin gibi olmuyor ama her şey...

"Bir zamanlar her şey daha güzeldi, gelecek bile."

'98 senesiydi.

Ortaokulu bitirdiğim sene.

Hayatımın kalanında bir daha asla esir olmayacağıma inandığım yıl.

Annemin zoruyla anadolu lisesi sınavına girmiş, nasıl olsa güzel sanatlar lisesine gideceğim diye elimden gitarı düşürmediğim günler.

Her sabah kalkıp büyük bir şevkle müzik okuluna gidiyorum.

İpek de benimle geliyor.

İpek benden bir yaş küçük.

En iyi arkadaşım.

Kendi çapımızda bir rock grubumuz var.

Elimizden geldiğince bir şeyler çalıyor, bestelemeye çalışıyoruz.

Çok kararlıyız.

Büyüyünce rock star olacağız.

Özlem Tekin'le Şebnem Ferah da gaz vermiş olabilir bize.

Artık ne hikmetse ikinci bir Volvox vakası olma yolunda koşuyoruz.

Üstelik çok daha küçüğüz.

Ağaç yaşken eğilir.

Öyle ya da böyle harika geçiyor o yaz.

Neden harika geçtiğini hatırlamıyorum bile.

İzci kampında berbat bir iki hafta geçiriyorum mesela.

Dönüyorum.

Büyük bir stresin içindeyim.

O sınavı vermeliyim.

Hayatta olmak istediğim insanla aramda tek bir sınav var çünkü.

Günlerce çalışıyorum.

Bazen müzik okulunda uyuyorum.

Ne alakaysa bitleniyorum okulda.

Antalya'nın göbeği! Hey Allahım! Belime kadar kıvırcık saçlarım var.

Kessen kıyamazsın.

O sınav stresi arasında bir de bitle mücadele ediyorum ergen halimle.

Ve sınav gününden bir gün, sadece bir gün önce evin telefonu çalıyor.

Arayan ortaokuldan Özge diye bir arkadaşım.

"Arzum" diyor. "Sınavı kazanmışsın. Hem de dereceyle." "Ne sınavı yahu?" diyorum. "Ben sınava yarın giriyorum." "Anadolu lisesi sınavı" diyor.

Tamamen unutmuşum.

Telefon elimde boş boş bakıyorum duvara.

"İyi" diyorum. "Çok da önemli değil. Yedeklerden biri girer yerime." O gün müzik okuluna gidiyorum.

Gitar hocam Engin Düzyol ve şan hocam Naime Hanım karşılarına alıyorlar beni.

"Bak" diyorlar, "Biz hayatımızı iyi müzisyenler olmak için mahvettik. Başka hiçbir özelliğimiz yok. Yeterince dil bilmiyoruz. Başka işten anlamıyoruz. Boşver güzel sanatları. Anadolu lisesine git." "Öyle bir ihtimal söz konusu değil" diyip çıkıyorum okuldan.

Şimdi bakınca, ne saçma bir yönlendirme.

Herkes senin gibi kaybeden olmak zorunda değil oysaki.

İnsanları yüreklendirmek gerek.

Şevk kırmak korkakların nimeti.

Sırtımda gitarımla boş boş yürüyorum sokaklarda.

Kafam büyük bir boşluk.

Kafam delik.

Anadolu lisesi sınavını ikinci kez dereceyle kazanıyorum.

İlkinde biraz ayak direyip "inek değilim ben! Beni ineklerin arasına gönderemezsiniz!" diye zırlayarak, gitmekten kurtulmuştum.

Bu sefer kaçacak yerim yok, görüyorum.

Ayrıca galiba ben gizli ineğim.

Bunu da kabul etmek zorunda kalıyorum.

Ama istediğim şey o değil.

İstediğim şey müzisyen olmak benim.

Dedem gibi.

Dedemin dedesi gibi.

Onun dedesi gibi.

Müzisyenlik bizde aile geleneği.

Bayrağı devralmak istiyorum.

Üç yaşından beri tek istediğim şey şarkı söylemek.

En iyi yaptığım şeyin bu olduğunu biliyorum.

Ama küçük bir sorunum var.

Kronik alerji ve astım hastasıyım.

Bazen sesimi günlerce kaybediyorum o zamanlar.

Ve doktorlar bir gün profesyonel olarak şarkı söylersem sesimi tamamen kaybetme ihtimalimden söz ediyorlar.

Bu ihtimali düşünmek bile istemiyorum.

Bu ihtimali düşününce karanlık bir gelecek beliriyor önümde.

Büyük bir belirsizlik.

Büyük korkular.

Ve ertesi gün tam da bu psikolojiyle giriyorum sınava.

Kağıtların karışıyor, kayboluyor, en sona kalıyorum.

Ağlamaktan sesim kısılmış artık.

Sinirden kulaklarım uğulduyor.

Yine de giriyorum o sınava.

Yine de kazanıyorum.

Ve asıl karar verme süreci sonraki hafta başlıyor.

İnsan genç yaşında hayatının en kritik kararlarını verir ve bunlar genellikle en yanlış seçimlerdir derler.

Bilmiyorum.

Düşünüyorum.

Ve annemin anadolu lisesine kaydımı yaptırmasına izin veriyorum.

Anadolu lisesinin ne işime yarayacağı konusunda bir fikrim yok.

Tek istediğim şarkı söylemek.

Başka bir kariyer hayal etmiyorum.

İstediğimi de yapıyorum esasen.

Üç yıl boyunca dersleri zerre umursamadan, yine ben çalışmadım diyip en yüksek notu alan öğrenci gibi bitiriyorum liseyi.

Hep şarkı söylüyorum.

Hep sahnedeyim.

O lanet okul günlerini ve sıkıcı dersleri anca öyle atlatabiliyorum.

Ve sonra kapıya dayanıyor yumurta.

Bir kez daha seçim yapmak zorundayım.

Ya konservatuara gideceğim ya üniversiteye.

Üniversite sınavına son üç ay kalmış.

Tek satır ders çalışmamışım.

"Tamam ulan" diyorum "Madem buraya kadar geldik, üniversiteye de gidelim. Zaten grubum var. Zaten şarkı söylüyorum." Challenge excepted! Hayatımı kendime meydan okuyarak geçiriyorum.

Sınava giriyorum.

Ve nasıl becerebiliyorsam yine saçma yükseklikte bir not alıp ilk ondan giriyorum üniversiteye.

Aferin bana! Bir konuda akıllılık ediyorum.

Paşa paşa, popomu en rahat yayabileceğim yeri, iletişim fakültesini tercih ediyorum.

Herkesin "Boğaziçi'ne yetiyor o puan! Ne işin var Marmara'da!" diye şarlamasına kulak tıkayarak hem de.

Kendime yenilmemi asla hazmedemiyorum ama.

Başardığım için asla sevinemiyorum.

Hayatımın kalanı kendi kendini biçimlendiriyor o günden sonra.

Bir daha elime ne gitarı alıyorum ne de şarkı söylüyorum.

Bir yıl sonra yine niyeyse reklam yazıyorum bir ajansta.

Stajyer diye girmişim bir hafta sonra kadroya alınıyorum.

Üç yıl içinde ülkenin en baba moda dergisinde editörüm.

Sonra yazı işleri müdürü.

Sonra yayın yönetmeni.

Sonra kitaplar.

Televizyon...

Kitaplar.

Şu.

Bu.

Her şey kendiliğinden oluyor Hayat akıyor, ben bakıyorum.

Bir daha asla şarkı söylemiyorum.

Asla.

Hala.

* İpek'e ne mi oldu? O da bir yıl sonra iletişim okumak için Kıbrıs'a gitti.

Televizyoncu oldu.

Evlendi.

Şimdi bir oğlu var.

Adı Arden.

İkimiz de hayal ettiğimiz insanlar olamadık.

Ama daha iyi hayatlar yaşadığımız açık.

En azından istediğimiz hayatları yaşıyoruz.

İstediğimizi sandığımız hayatları değil.

-Neden bu hayatları istediğimiz şüpheli.- Seçtiğimiz insanlarlayız.

Mecbur kaldığımız insanlarla değil.

-Neden bu insanları seçtiğimiz şüpheli.

Haberin Devamı

- Ama istediğimiz bu.

30'u geride bırakınca, insan istediği şeyden daha emin birine dönüşüyor.

-Neden dönüştüğü şüpheli.

Haberin Devamı

- Bu hayatın acımasız, tuhaf, ağlamaklı bir dengesi vardır sevgili dostlar.

Hiçbir şey hayal ettiğiniz gibi olmaz.

Ve günün sonunda tuhaf bir biçimde her şey hayal ettiğinizden iyi olur.

Bunu unutmayın.

Bu bilgiyi kendinize saklayın.

Bu bilgiyi hayal kırıklığına her uğrayışınızda, hayatın istediğinizi her sunmayışında kullanın.

Ve hayal etmekten asla yılmayın.

Hayalleri olan birini, hiçbir şey durduramaz.

Gerçekler bile.

Mutlu haftalar.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR