“Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük; ama bunların hiçbirini olamayacağız. Ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor.” –Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü
Haziran ayının sonunda bir yazı yazmıştım.
“İnstagram fenomenleri, Frankenstein ve kahraman yeni dünya” diye.
Sosyal medya fenomenleri ve Mary Shelley’nin 1818’de yayınlanan romanı Frankenstein arasındaki bağlantıyla açıklamıştım meseleyi.
Demiştim ki, insan önce yaratır, sonra yarattığından bıkar, kurtulmak ister...
Bu arada yarattığı “şey” peşine düşer...
Ve sonuç, Frankenstein romanının sonu kadar hazin olur.
(Yazıyı bulup okumanızı tavsiye ederim. Tekrar etmeyeyim şimdi)
Daha geçen gün Kerimcan Durmaz’ın başına gelenler de bundan farklı değil.
“Ablan star” mottosuyla bayıla bayıla snaplerini izleyip gerçek bir star, magazin figürü haline getirdiler Kerimcan’ı.
DJ’lik yaptığı kulüpleri tıklım tıkış doldurdular.
Geceliğine on binlerce lira verip mekanlarında çıkardılar.
En ünlüler kanka olmak için sıraya girdi çocukla.
Bir selfie çektirebilmek için kırk takla atanlar oldu.
Ve sonunda fazla gelmeye başladı Kerimcan.
Popüler olan ve üretmeden kazanan her şey gibi sıkıcı oldu bir süre sonra.
Kenara atma zamanı gelince...
Program yaptığı kulübü basıp dövmeye kalktılar.
Seyirci beni seviyor diye seyirciye sığındı Kerimcan...
Ve mekanı dolduran kalabalığın öfkesiyle yüzleşti.
Beş dakika önce kendisini alkışlayanların beş dakika sonra yumrukları iniyordu Kerimcan’a.
En azından konu bize böyle aktarıldı.
Ama daha da hazini...
Kendisiyle arkadaş olmak için sıraya giren ünlüler bir bir sildiler o selfie’leri gelen tepkiler üzerine.
Öyle büyük bir tepki gelişti ki neredeyse Türkiye’deki gay nüfusunun artmasından Kerimcan’ı suçlu bulan magazin yorumcuları oldu.
Üretmeden kazandığı para mesele oldu...
Fakirleri düşünün ağlaklığıyla hem de!
Doları da Kerimcan fırlattı zaten...
Hem de ne!
Geçen gün bir video izledim...
Kerimcan nefretini töre cinayetlerine bağlayacak kadar sapıtmışı mevcut bu ülkede.
Çok satan romanları değerli bulmayan sözde edebiyat otoriteleri gibi şöhret otoritesi kesildi herkes başımıza.
Ama işin aslına bakarsak, herkes bunun peşinde değil mi?
Herkes ünlü olup üretmeden para kazanmak istiyor artık.
Yapamayınca da yapabilene deliriyorlar.
Maalesef çok yanlış bir devir durduk yere ünlü olanlara delirmek için...
Devir, hiçbir özelliği olmayan insanların ünlü olma devri.
Instagram’da, hiçbir özelliği olmayan o kadar çok insanın profili var ki yüzbinlerce kişi tarafından takip edilen.
Oyuncu Hande Erçel’e benzemesinden başka bir özelliği olmayan bir kız var mesela...
Kızı yüzbinler takip ediyor.
Yetmiyor fan sayfaları var.
Lezbiyen bir çift var...
İki kızı da yüz binler takip ediyor.
Kız çocuğuna benzeyen erkek çocukları var...
Yüzbinler takip ediyor...
Sırf güzel diye 15 yaşında bir kızı yüzbinler takip ediyor...
Onu bırak ev hanımı ablalar var, başı kapalı filan..
Milyon takipçileri var.
Ve bunların fan sayfaları var...
Hepsinin.
Evlilik programlarındaki tiplerin hepsinin korkunç sayıda, milyona yakın takipçileri var.
Fan sayfaları var.
Sadece Kısmetse Olur’dan söz etmiyorum...
Seda Sayan’ın programındakilerin bile...
Dizi oyuncuların korkunç hayranları ve takipçileri olmasına alıştık.
Hadi onlar bir şey üretiyorlar...
İt gibi setlerde sürünüyorlar.
Kaç tekrarla haftada 120 dakika dizi çekiyorlar.
Ayrıca biz milletçe televizyonda gördüğümüz her şeye tapmaya meyilliyiz.
Gördüğümüz sürece tabii...
Dizi yayından kalktığı an, bitiyor hayranlık.
Kapatılıyor hayran sayfaları.
Başka bir dizinin oyuncusuna tapılmaya başlanıyor.
Dizi oyuncularını koyalım bir kenara.
Sosyal medyadakilere ne demeli?
Diyecek bir şey yok arkadaşlar.
Televizyon kadar elinizdeki telefonlara ve sosyal medya uygulamalarına baktığınız düşünülürse, onlar da sosyal medyanın reality show ünlüleri.
Yani dizi oyuncularından çok bir farkları yok.
Bir şey üretmiyorlar, konuyla ilgili bir eğitimleri yok diyebilirsiniz ama...
Ne fark eder ki?
Size içerik sunmuyorlar mı?
Sizi oyalamıyorlar mı?
Tıpkı diziler gibi.
Fotoğraflarla, videolarla...
Kendi kendilerine izleyecek malzeme veriyorlar size.
Emek daha az olabilir.
Üretilen şey sanatsal olmayabilir...
Ama ne fark eder ki
Ne fark eder?
Bu devir tek özelliği porno kaseti olan süper yeteneksiz Kim Kardashian’ın star olduğu bir devir.
Aynı şekilde bütün ailesi, koca popoları, memeleriyle birer star...
Televizyonda başlayıp sosyal medyayı ele geçirdiler.
Türkiye’de millet kendi çapında ilgi çekiciliğiyle iş yapıyor en azından.
Hazımlı olalım.
Ne bekliyoruz ki?
Bizi kim oyalıyorsa, ona bakıyoruz, onu takip ediyoruz, onu seviyoruz...
Ona hayranlık besliyoruz.
Bunların hepsi birer trend...
Gelecek ve geçecek.
Sonunda gerçekten bir şey üretmeyen kimse kalamayacak.
Siz ne yapacaksınız?
Neden ben değil de o diyip kinlenmeyecek, elalemin çocuğunu dövmeye kalkmayacaksınız.
Becerebilirseniz o üslupta, koyun kendinizi masaya...
Yemiyorsa, susun, izlemeye devam edin.
Her zaman yaptığınız şey zaten.
Daha kritik meselelerde susarken, eliniz, diliniz en zayıf olana uzanmasın.
Yayıncılıkta bir mottomuz vardır.
İlk kitapla yüz bini geçen bir daha iflah olmaz diye.
Bakınız, olmuyor da...
Kilometre mesafesidir başarı.
Hedefinizi ona göre belirleyin.
Kısa sürede milletin eğlencesi olarak bir yere gelmek mi, uzun vadede saygınlığınızı koruyarak “biri” olmak mı?
Ve şunu asla unutmayın...
Biri olmak zorunda değilsiniz.
Ünlü olmak zorunda değilsiniz.
Kolay paranın adamı olmayın.
Çok eleştirdiğiniz insanlardan birine dönüşmek için can atmayın.
Kendinize ayıp ediyorsunuz.
Ah zamane!
Hayat bazen ne kadar da Fight Club!
Diyorum size...
Bizi illa bir şey olacağımıza inandırıp sonra da çöpün kenarına bıraktılar.
Biri gelir alır inşallah.
Amin.
BİR ŞEY:
Bukowski’ye soruyorlar, “Genç yazarlara tevsiyeleriniz neler?”
Diyor ki, “Sarhoş olun, sevişin ve bir sürü sigara için...”
“Peki” diyorlar, “Daha yaşlı yazarlara tavsiyeleriniz neler?”
Diyor ki, “Hala hayattaysanız, tavsiyeye ihtiyacınız yok.”
Bir gün babaannem bana dedi ki, “O b.ktan mesleği neden seçtin hala anlamıyorum!”
“Babaanne,” dedim “Edebiyatçıyım ben. Bundan prestijli bir meslek mi var?”
“Yaaa...” dedi. “O kadar prestijli ki tarih boyunca bütün yazarları belediye gömdü!”
Sonra da Fransız bohemlerin yaşadığı sefaletten Sabahattin Ali’nin ölümüne uzanan gereksiz bir sohbet açtı.
Hayatım, anlatsan milletin neticesiyle güleceği absürd bir komediye benziyor.
Neresinden bakarsan bak.
Aklımı nasıl koruyorum, bilmiyorum.
Maillerinizi bekliyorum.
Hayırlı günler.