"Olmayan bir özgüvenin üstünde oturma. Boşluğu fark ettiğin an, düşersin." -Vurgun Yiyenler
Çapkınlıklarıyla tanınan ünlü iş adamları var.
En tatlı özellikleri buymuş gibi, gazetelerde de bu sıfatla yer alıyorlar.
Bu adamlar, sadakatsizlik totemi gibi, paraları sayesinde paraya biat eden ne kadar güzel ve yarı ünlü kadın varsa hepsiyle "aşk" yaşıyorlar.
Bildiğiniz metres hayatı yani.
Gerçi metresliğin ederi de düştü.
Artık kendini bir yurt dışı tatiline aşkın kucağına atan ablalardan geçilmiyor ortalık.
O da onların kendi tasarrufu elbette.
Ekmek aslanın midesinde diye düşünüp buldukları her lokmaya saldırıyor olabilirler.
Yoksa insan babası yaşındaki evli adamla niye "aşk" yaşasın, değil mi?
Aşk öyle bir şey değildir çünkü.
Parayla alınıp satılan şey de aşk değildir.
Bir de bu "çapkın" adamların karıları var.
Bin yıl önce artık şirket ortaklığından mı aile zorundan mı yoksa gerçekten sevdiklerinden mi evlendikleri belli olmayan.
Sabit o karılar.
Genelde evde de beklemiyorlar.
Kocaları yarı yaşlarındaki piliçleri götürürken, onlar korkunç botokslar ve plastik müdahalelerle cinsiyet değiştirme operasyonu geçirmiş trans bireylerden daha trans görünmeyi başararak arz-ı endam ediyorlar her yerde.
Kendilerini artık para için mi, inat için mi bilinmez sonsuz değersizleştirdikleri için kendi gözlerinde, değerlerini başkalarının beğenisinde arıyorlar.
Yarı yaşlarındaki oğlanlarla flört ediyorlar, gece kulüplerinde puma sürüsü gibi geziyorlar, Yunan adalarında yakışıklı barmenlerle takılıyorlar.
Ama asla bırakmıyorlar kocalarını başka kadınların eline.
Öyle ya...
Soyadları, kocalarının paraları, insanlık onurlarından daha kıymetli.
Önemli olan hissettikleri filan da değil.
İnsanların onlar hakkında ne düşündükleri.
Kocaları birine gerçekten aşık olup onlara tonla para vererek ayrılsın diye beklerken, yine kocalarının paralarını, çantaya ayakkabıya filan yatırarak değerlendiriyorlar.
Ve bir gün o koca onları gerçekten boşadığı zaman genellikle ellerinde hiçbir şeyle kalıyorlar.
Sonuç: Çöpe atılmış mutsuz bir hayat.
Mutasyona uğramış bir yüz.
Mutluluğun ne olduğunu tamamen unutmuş bir kadın.
Bu hikayenin neresinden bakarsanız bakın kimseyi suçlayamayacağım.
Alan razı, satan razı.
Para için, inat için, hırs için seni sevmeyen, sana değer vermeyen birinin hayatında kalmak da para için evli bir adamla flört etmek kadar onursuzca bir tavır benim gözümde.
Konuşmak kolay, başına gelince anlarsın diyebilirsiniz.
İnsanın başına her şey gelir.
Önemli olan başımıza gelenler değil, başımıza gelenler karşısında sergilediğimiz tavır.
Gitmeniz gerektiğinde, gitmeyi bileceksiniz.
Yenilgi saymayacaksınız onu.
Artı hanenize yazacaksınız.
Sizi sürekli aldatan birinin aslında sizi sevmiyor olduğuna, daha da fenası size saygı duymadığına ikna edeceksiniz kendinizi.
Kim ne diyor diye düşünmeyeceksniz.
Alacaksınız ceketinizi, 100 yaşınızda da olsanız, kalan onurunuzla yeniden başlayacaksınız hayata.
Ardınıza bakmadan.
Kolay olmayacak.
Ama daha iyi olacak.
En azından yaşınızı sevgiyle karşılamaya başlayacaksınız.
Çizgileriniz kusur görünmeyecek gözünüze.
Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayı keseceksiniz.
Ve her zamankinden çok seveceksiniz.
Bir deneyin.
Hayatınızda bir kez, insanlık onurunuzu seçin.
Bir şey kaybederseniz, gelin beni bulun.
Kaybetmezsiniz.
Para için ikinci kadın olmayı seçenlere gelince...
Böyle pis bir devirde bedavaya gitmedikleri için kendilerini iyi hissediyorlardır herhalde.
Yoksa çıkar uğruna biriyle "aşk" yaşamayı benim aklım almıyor.
Alan varsa beri gele.
Yazının son düzlüğünde...
Rahmetli Katharine Hepburn şöyle demiş:
"Bir sürü erkeğin ilgisini, bir erkeğin aşağılamalarına değişmek istiyorsanız, buyurun evlenin."
Ben bu sözünü düğünüme iki ay kala okumuştum.
Ertesi gün ayrıldım oğlandan.
Arkadaşlarımla kahvaltı ediyorduk.
On dakika önce arabada sonsuz söylenirken masaya oturup dünyanın en iyi insanı gibi gülümsemesi tepemin tasını attırdı bir an.
"Ulan" dedim "Bana verebileceği tek şeyin babasının parası olduğuna inanan bir sahtekarla evlenmek üzereyim. Ve galiba beni tıktığı yalının balkonundan atlayarak intihar edip öleceğim."
İşte o dakika hayatta kalma içgüdüm girdi devreye.
İnsanın canı her şeyden kıymetli.
Sekiz sene, on sene filan görünmüyor gözüne.
Başlarım böyle aşkın ızdırabına hissi basıyor bünyeyi.
"Canım biz bir süre görüşmeyelim" dedim sakince.
Karşımda oturan Serot'un ağzı bir karış açık kaldı. "Hö?" diyebildi sadece.
"Şaka mı ediyorsun?" dedi oğlan.
"Yok" dedim. "Sana tahammül edemiyorum artık."
Sakince.
Sakince kahvaltımızı ettik.
Beni evime bıraktı.
Bir daha görüşmedik.
Bitti.
Hayatta en son istediğim şeyin bana istemediğim şeyler verip sonra karşılığını bekleyen insanlar olacağını o zaman anladım.
Kimseye istemediği şeyler verip karşılığını beklememek gerektiğini anladım.
Geç anladım ama anladım.
Geç anlamak hiç anlamamaktan iyidir.