Deprem kararından Dink davası çıktı!
Anayasa Mahkemesi, 9 Kasım 2011'de Van depreminde Bayram Otel'de hayatını kaybeden Selman Kerimoğlu'nun eşi ve çocuklarının yaptığı bireysel başvuruyu kabul edilebilir buldu. Mahkeme, Kerimoğlu'nun eşi ve çocuklarına, "anayasal hakkın ihlalinden kaynaklanan manevi zarar" nedeniyle 20 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
Van'da 9 Kasım 2011'de meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki ikinci depremde yıkılan ve 24 kişinin ölümüne neden olan Bayram Oteli enkazında hayatını kaybeden Selman Kerimoğlu'nun yakınları, hukuk yollarına başvurmalarına rağmen sonuç alamadıklarını belirterek, yaşam hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Başvurucular, Van Valisi ve AFAD görevlilerinin mevzuatta kendilerine yüklenilen görevleri yerine getirmemek suretiyle görevi kötüye kullandıkları, ilk depremdeki hasara rağmen otele girişin yasaklanmadığı ve taksirle ölüme sebep olduklarını belirterek, Anayasa'da tanımlanan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüler. Başvurucular ayrıca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca somut bilgi ve belge bulunmaması gerekçesiyle kamu görevlileri hakkındaki şikayetin işleme konulmaması kararına karşı ceza soruşturması yapılabilmesi için başvurabilecekleri herhangi bir makamın bulunmadığını belirterek, Anayasa'da tanımlanan hak arama hürriyetinin de ihlal edildiğini öne sürdüler.
Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü'nün kabul edilebilirlik hakkındaki kararında, ölen Selman Kerimoğlu'nun kardeşleri Mehmet ve Mustafa Kerimoğlu'nun ne Van Cumhuriyet Başsavcılığına ne de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına olayla ilgili şikayet dilekçesi vermedikleri, soruşturma yapılmasına ilişkin bir belge de sunmadıkları belirtildi. Bölüm, bu nedenle, Kerimoğlu'nun iki kardeşinin yaptığı şikayeti, başvuru yolları tüketilmediğinden kabul edilemez buldu. Kerimoğlu'nun eşi ve 3 çocuğunun başvurusunu ise kabul etti.
-Devletin koruma yükümlülüğü
Mahkemenin kararında, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında, devletin yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunduğu, devletin ayrıca tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altında olduğu vurgulandı.
Kararda ayrıca devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlü olduğuna işaret edilerek, şu tespitler yapıldı:
"Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa'nın 17. maddesinin devlete elindeki tüm imkanları kullanarak, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir.
Ancak özellikle insan davranışının öngörülmezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütelecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak, pozitif yükümlülük, yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin biri şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumların karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır."
-"Bütün deliller toplanmalı"
Yürütülecek ceza soruşturmalarının, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkan verecek şekilde etkili ve yeterli olması gerektiği vurgulanan kararda, soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerektiği kaydedildi.
Olayda, Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturmasında, Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği hatırlatıldı.
Başsavcılığın da Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin işleme konulmamasına karar verdiği belirtildi.
-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına eleştiri
Van Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ilk soruşturmada yaptırılan bilirkişi raporları ve diğer incelemeler sonucu, yıkılan otel binasındaki eksiklik ve hatalara değinildiği, ilk depremde ayakta kalmasına rağmen ikinci depremde, iki deprem arasında artçı şoklardan etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığının ifade edildiği kaydedilen kararda, şu değerlendirmeler yapıldı:
"Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 24 kişinin ölümü gibi ciddi sonuçlar doğuran olay hakkında, Van Cumhuriyet Başsavcılığının ilk soruşturmada göz önünde bulundurduğu hususlarla başvurucuların şikayet konusu yaptığı hususlar hakkında hiçbir değerlendirme yapmaksızın görevi kötüye kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından suç oluşturan ve ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin işleme konulmamasına karar vermiştir. Başsavcılık, başvurucuların iki deprem arasında yetkililer tarafından hasar tesptinin yapılmaması ve diğer idari tedbirlerin alınmaması suretiyle ölüme neden olma temel şikayetine ilişkin, hasar tespiti ve hasarlı binalara girişin engellenmesi konusunda yetkililerce ne tür işlemler yapıldığını ortaya koyacak delil ve değerlendirmelere yer vermeksizin soruşturma açılması talebini işleme koymamıştır. Başsavcılık tarafından bu aşamada soruşturma izni verilmemesi şeklinde bir karar verilmesi halinde söz konusu karar itiraz yoluyla denetimden geçebilecekken, Başsavcılığın verdiği bu karar, soruşturmanın devam ettirilmesine yönelik talebin bir itiraz mercii tarafından incelenmesine engel olmuştur."
Kararda, yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilirken, başvurucuların, "soruşturmanın açıklığını temin ve meşru menfaatlerini koruyabilecekleri şekilde" soruşturmaya dahil olmalarının sağlanmasının önemine işaret edildi.
Van Valisi ve AFAD yetkilileri hakkında soruşturma açılması talebini işleme koymayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kararına yapılan itirazın da Danıştay 1. Dairesince "Başsavcılık kararlarına karşı itiraz yolu öngörülmediğinden incelenmeksizin reddedildiği" hatırlatılan kararda, şunlar kaydedildi:
"Başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama kararına itiraz edebilecekleri bir makam bulunmamaktadır. Bu durumda bu kişiler hakkında yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının açık olmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemeyecektir. Nitekim AİHM, Dink/Türkiye davasında, başvuranın yakın akrabalarının yalnızca dosya üzerinden inceleme yapan itira mercilerine itirazda bulunabilmiş olmalarının, mağdurların meşru menfaatlerinin korunması hususunda söz konusu soruşturmalardaki eksiklikleri gidermeyeceğine hükmetmiştir. Açıklanan nedenlerle etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmediği anlaşıldığından Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğinin kabulü gerekir."
Başvuruda ölenin eşi için 30 bin, üç çocuğunun her birisi için 25 bin ve iki kardeşin her biri için 15 bin lira olmak üzere toplam 135 bin lira manevi tazminat talebinde bulunulduğu ifade edilen kararda, "Yaşam hakkının usuli boyutunun ihlali nedeniyle başvruculardan ölen Selman Kerimoğlu'nun eşi ve 3 çocuğuna birlikte takdiren toplam 20 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bu tazminat, anayasal hakkın ihlalinden kaynaklanan manevi zarara ilişkin olup idari yargıda devam eden maddi, manevi tazminat davalarına etkisi yoktur" denildi.