Üç çocukla terörün altında yaşamaya çalışan Paris’te...
.
Okulların kış tatili için iki ay öncesinden; çocuklarla yarattığımız ve sevgiyle harmanladığımız aile geleneğini yaşamak üzere, Paris’e rezervasyonlar yaptırıyorum...
Uçak biletlerini alıyorum...
Otelde rezervasyonları kesinleştiriyorum...
İlk ödemeleri yapıyorum...
Her şey hazır...
Okulun kış tatili için; geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Paris’e gideceğiz çocuklarla...
***
Derken, bir anda Paris’te canlı bombalar patlıyor...
Terör korkunç yüzünü Paris’te gösteriyor...
Yüzün üzerinde insan ölüyor, yüzlercesi yaralanıyor...
Üç çocuğumun iki annesi anında mesajlar gönderiyorlar telefonda bana:
-“Paris’e gitmeyi düşünüyor musun hala?..” diye...
Onlara; gidip gitmeme konusunu düşündüğümü söylüyorum...
Biraz zaman geçtikten sonra karar vereceğimi bildiriyorum...
***
Üzerinden zaman geçiyor...
Olayın ilk sıcaklığı etkisini bir nebze yitiriyor...
Ancak ben olaya başka bir açıdan bakıyorum...
Bu geleneği, üç çocuğumla geçen yıl oluşturmaya başlıyoruz...
“İnadına Paris...” gibi bir tutumun içinde değilim...
Ancak aile geleneklerinin, mümkün olduğunca devam etmesi gerektiğine inanıyorum...
Hemen her durumda değiştirilmemesinin, yararlı olacağını hissediyorum...
Ancak o zaman bir anlam ve derinlik oluşturacağını fark ediyorum...
***
Bir süre geçtikten sonra, annelerine durumu anlatıyorum...
-“Paris programını sil baştan değiştirmeyi doğru bulmuyorum...” diyorum...
Benim muhakememe güveniyorlar...
Paris’e gitme fikrinden caymıyoruz...
*****
MADAME BOVARY’Yİ DÜŞÜNEREK İNİYORUM PARİS’E...
Dün sabah uçağa bindiğimizde, çocukların her biri kendisine bir film seçiyor onu izlemeye geçiyor...
Ben önce Celine Dion’un Kanada ve Johannesburg konserlerindeki ihtişamı izliyorum...
Sonra Gustave Flaubert’in muhteşem romanı “Madame Bovary”nin filmini izlemeye koyuluyorum...
Bütün bir uçak yolculuğu, genç ve güzel Emma Bovary’nin aşklar ve zengin bir hayat özlemiyle dolu arzularını gerçekleştirebilme hikayesinin içine dalıyorum...
***
Hüzünlü bir hikaye Madam Bovary...
Paris yolunda, evli bir Fransız kadının, dramatik iki aşkla yaşadığı trajik hikayesi beni, bir kez daha hüzünlere gark ediyor...
Yıllar önce bu köşede yazdığım romanın, sinemanın görsel şöleniyle üzerimde yarattığı dramatik etki, beni Paris semalarında hüzünlü ve ağır bir havanın etkisine sokuyor...
Paris’e Madame Bovary’yi düşünerek iniyorum...
*****
EMMA BOVARY’NİN EVLİLİĞİ...
Piyano çalmayı, resim yapmayı, şarkı söylemeyi çok iyi bilen ve seven bir kızdı Emma...
Doktor Charles Bovary’yi gördüğünde heyecanlanmış, adam babasına evlenmek istediğini söyleyince yüzü kızarmış, gülümsemişti...
***
Bir kasaba doktoru olan Charles’la Emma evlendiler bir süre sonra...
Genç kızken, manastırda “aşkları, sevgilileri, ormanları, coşkun yürekleri, yeminleri, hıçkırıkları, gözyaşlarını, öpüşmeleri, ay ışığında yüzen sandalları, bülbülleri ve cesur erkekleri” anlatan romanlar okumuştu...
***
Okuduğu romanlardaki, tutkuyu, zenginliği, şatafatı, ünü ve aşklardaki heyecanı arıyordu...
Evlendikten kısa bir süre sonra, kasaba doktoru olan kocası Charles’ın, ona bu hayatı sağlamaktan çok uzak biri olduğunu anladı...
***
Konuşması bir sokak kaldırımı gibi dümdüzdü Charles’ın...
“Bayağı kılıklar içinde, ne bir heyecan ne bir düş uyandırmadan geçip giden vasat düşüncelerle doluydu...” en azından Emma; böyle düşünüyordu kocası için...
“Bir erkeğin her şeyi bilmesi, hayatta yükselmesi, tutkuyu hissetmesi, yaşamın inceliklerine alıştırması gerekmez miydi?.. Oysa hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey öğretmiyor, hiçbir şey arzulamıyordu bu adam...”
***
Ona birkaç kez bahçede ay ışığında şiir okumayı denedi Emma, ilişkilerine heyecan katmak için...
Başarılı olamadı, kocasında en ufak bir coşku yoktu...
Bir gün kocasının iyileştirdiği bir marki, şatosunda vereceği baloya Madame Bovary ve kocasını davet etti...
Bovary’nin, bu baloda gördüğü “zenginlik, lüks ve kibarlık karşısında” başı dönmüştü...
Romanlarda okuduğu hayat işte buradaydı...
Kırılma noktasını orada yaşadı...
Kocasını içten içe kendisine yakıştıramadı ve başka erkeklerle dans etti arka arkaya balo boyunca...
*****
ROMANTİK GENÇ NOTER KATİBİYLE YAKINLAŞMASI...
Bir akşam yemeğinde, noterde yazmanlık yapan, 20 yaşlarında müzikten, edebiyattan anlayan, ince ve kibar bir genç olan Leon’la tanıştı Madame Bovary...
Kocası öteki dostuyla sohbet ediyordu o sırada...
Heyecansız hayatı, bir anda şiirden, edebiyattan anlayan, ince ve kibar bir gençle hareketlenmişti Emma Bovary’nin...
***
Bu geceyi izleyen aylarda akşam yemeklerinin ertesinde kocası iskambil oynarken, o, Leon’un alçak sesle okuduğu şiirleri dinliyor, okuduğu kitapları paylaşıyordu...
Leon genç kadına âşık olmuştu...
Bovary’nin ise kocası ve kızıyla yakından ilgilenir ve sadık bir eş rolü oynarken, içinde fırtınalar kopuyordu...
***
Ama genç bir noter katibi olan Leon belki de özgüvensizliğinden Madame Bovary’yle bir ilişkiye giremedi...
Hayatını değiştirmek için Paris’e gitmeye karar verdi ...
*****
MARKİ’YLE YAŞAMAYA BAŞLADIĞI TUTKU DOLU AŞK...
Bir süre sonra kocasının muayenehanesine gelen şato sahibi, zengin, yakışıklı ve çapkın Rodolphe ise, bu kadar pısırık davranmayacaktı...
Emma’yı can sıkıntısından kurtarmak için at binmeye ikna etti, kocasına da Emma için bunun iyi olacağını söyleyerek beraber at binmeye başladı...
Rodolphe genç kadını çoktan etkilemişti...
At gezintilerinde ona âşık olduğunu söyledi Rodolphe...
Emma’nın kalbi heyecan içinde çarpmaya başlamıştı:
“Bir sevgilim var... Bir sevgilim var...” diye haykırıyordu...
Bir genç kızın zevk aldığı gibi zevk alıyordu durumdan... Aşkın sevinçlerine, çoktan umudunu kestiği mutluluk ateşine en sonunda kavuşacaktı demek...
***
Her şeyin tutku, coşkunluk, sayıklama halini alacağı, olağanüstü bir döneme giriyor, sonsuz bir mavilik çevreliyordu her yanını...
Zengin, yakışıklı ve çapkın Rodolphe’le aşkları böyle başlıyordu Madame Bovary’nin...
Kendi ayağıyla onun şatosuna gidip sevişecekti onunla...
Ertesinde 6 ay boyunca, her yarattıkları fırsatta seviştiler sevgililer...
***
Artık tek bir yol kalmıştı Madam Bovary için...
Sevgilisiyle kaçmak...
Oysa sevgilisi Rodolphe, onunla kaçacak, onunla bir hayat paylaşacak bir adam değildi...
35 yaşlarında, zengin, çapkın ve yakışıklı biriydi...
Kaçacakları gün, Emma’ya bir mektup yazdı...
“Mümkün değil sevgilim...” diyordu mektubunda: “Çok düşündüm mümkün değil...”
***
Bir kadının erkeklerden duyduğu hayal kırıklığı bir başlarsa, arka arkaya hayal kırıklıkları yaşaması kaçınılmazdır...
Her hayal kırıklığı, kadının içinde yankılanan ihtirasları tetikler, hayal kırıklığını giderecek intikamları arar...
Ve kadın ihtirasları ile intikam arzuları; yeni hayal kırıklıklarını besler...
***
Emma Bovary’nin artık gözünde değerli gördüğü bir kocası yoktu...
Emma Bovary’nin hayatında birlikte kaçabileceği ve güzel bir hayat yaşayabileceği zengin Marki sevgilisi de yoktu artık...
O günlerde genç Leon’u, kurtarıcı olarak görecekti kendine Bovary...
Genç adamın platonik aşkını, sahici bir ilişkiye çevirecekti...
***
Bu kez Leon’la yarım kalan platonik aşkı yaşamaya başladı Bovary...
“Müzik dersi alıyorum” diyerek evden çıkıyor sevgilisiyle uzun saatler beraber oluyordu...
Bir gün sevgilisiyle buluştukları yerden çıkarken, kendisine elbise satan uyanık bir tüccar olan Lhereux’a rastlar Bovary...
Adam kadını yakalamıştı...
Zaten bir sürü kıyafet sattığından Bovary’nin ona borcu vardır...
***
Tüccar bu yakalanışı şantaj aracı olarak kullanacağını gösterdi ve yeni borç senetlerini imzalattı kadına...
Aşkları tarafından yıkıma uğrayan kadın, bu kez de borçları için ne yapacağını bilememeye başladı...
Kocasının bütün parasını bitirmişti zengin yaşama tutkusuyla...
Kocasına babasından kalan malları da tüketmişti...
Sevgilisi Leon’dan borç istedi...
Vermedi sevgilisi ona borç...
Eski sevgilisi Rodolphe’den istedi...
O da vermedi...
***
Bir eczaneden arsenik aldı, içti ve acılar içinde kıvranarak intihar etti...
Yazar Gustave Flabert’in gerçek olaylardan esinlendiği söylenen bu öykünün sonunu gerçekçi olarak yazabilmek için, Bovary’nin intihar etmek için aldığı arseniği tattığı söylenir...
Kocası Charles karısı öldükten sonra iki erkeğin Emma’ya yazdığı mektupları buldu... Kondurmadı karısına bu ilişkilerin ikisini de...
“Platoniktir onlar” deyip geçti...