Trabzon maçından önce Beşiktaş üç atar diyen Abdurrahim Albayrak’a ne cevap veriyorum?..
.
Cumartesi gecesi Beşiktaş-Trabzon maçını seyredeceğim yere gittiğimde, kısa süre içinde bulunduğum Rixos Otel’in dev ekranlı izleme salonunun çok kalabalık hale geldiğini görüyorum...
Perdeden verilen yayının bulunduğu salonda Galatasaray’lı eski futbolcu Arif; Beşiktaş’ın ve Galatasaray’ın stoperi Gökhan Zan, Galatasaray’ın şampiyonluklarının flaş yöneticisi Abdurrahim Albayrak var...
***
Maçtan önce; Abdurrahim Albayrak biraz da bana maç öncesi moral vermek için, ilk haftaki Mersin maçının gazıyla ‘Beşiktaş 3 atar bu akşam...’ diyor...
***
Bunu duyunca; Abdurrahim Albayrak’a hiç beklemediğini fark ettiğim bir cevap veriyorum...
-“Olabilir atabilir... Ama ben Beşiktaş’ın kaç atacağıyla değil, kaç yiyeceğiyle ilgileniyorum... Üç atabilir de, kaç yiyecek Beşiktaş için bence sorun o...”
***
Böyle dememin elbette çok somut nedenleri var... Beşiktaş ne geçen yıl, ne bu yıl esasen gol atma sorunu olan bir takım değil... Ancak Beşiktaş “kendisine ve ismine yakışmayacak derecede savunma zaafları gösteren, basit goller yiyen, defansı ağır, hava topları beceresi olmayan, çok kolay açık veren bir takım...”
***
Bu takım; defansın önünde Atiba ve Veli gibi iki dinamo olduğu halde, o kadar çok gol yiyor geçen sezon... Bu sezon bir de Veli ve Tolgay sakat... Bir Rodolfo’yla savunmasını düzeltebilir mi?.. Mümkün mü?..
***
Hele hele; Geçen yıl Biliç; savunmayı sağlam tutan bir futbol anlayışıyla oynuyor...
Şenol Güneş ise, rakip yarı sahada basmaya dayalı, dikine futbol oynatıyor... Geçen sene bile; sezona dayanamayan savunma, bu futbolla bu sezona dayanabilir mi?..
Mümkün mü?..
***
Onun için Abdurrahim Albayrak’a;
-“Beşiktaş’ın kaç atacağı değil, kaç yiyeceği önemli...” diyorum... Nitekim, attığıyla değil, yedikleriyle maçı veriyor Beşiktaş...
Maç devam ederken; hüzünlü bir gülümseme ifadesiyle izliyorum Beşiktaş’ı...
50 yılımı verdiğim kulübümü... Maddi manevi elimden ne geliyorsa, verdiğim kulübümü...
***
Beşiktaş’lı yaptığım çocuklarım;
Siyah beyaz formalarıyla her gün, tenis ve jimnastik yapan halleri... Ve onlara yaşıtları karşısında layık görülen ‘kader’ gözümün önünden gitmiyor... Gitmeyecek de!..
*****
BEŞİKTAŞ... STOPERİ OLMAYAN; VAROLAN STOPERLERİ DE GÖNDEREN TAKIM...
Bu yıl sezon başından beri, Beşiktaş’la ilgili moralim o kadar bozuk ki;
Trabzon maçında ilk 18’e bile bakmıyorum...
Sonradan gelen eleştirilerden “ilk 18’de takımda yedek stoperin bile bulunmadığını” öğreniyorum...
***
Oysa Beşiktaş’ı geçen yıl şampiyon yapamayan Dem Ba Ba değil... Sosa da değil...
Gökhan Töre de değil...
***
Beşiktaş’ı geçen yıl şampiyon yapmayan, arka arkaya basit goller yiyip, yediklerini çıkartamaz hale getiren yer defansı, özellikle de stoperleri...
***
Sergen Yalçın geçen yıl Beşiktaş’ın defans zaafını fark ediyor, hava toplarını hiç alamadığını, stoperlerin ağır kaldığını anlıyor, üzerine gidiyor ve Sivas’ta Beşiktaş kalesini ablukaya alıyor...
***
Ligin sonuna doğru bütün takımlar aynısını yapmaya başlıyorlar Beşiktaş’a...
Beşiktaş her maçta gol yemeye, bir süre sonra da yediği golleri çıkaramamaya başlıyor...
Şampiyonluk ve şampiyonlar ligi böyle gidiyor...
***
Bu yıl; en gerekli yere, defansın ortasına en az iki, normal şartlarda üç, çok iyi transfer yapması gerekirken, bir Rodolfo’yla, üstelik Atınç ve Sivok da gönderilerek transfer kapatılıyor...
Egemen Korkmaz ggönderildikten sonra Fenerbahçe’yi iki kez şampiyon yapıyor... Beşiktaş hala, gıdım adım atmıyor...
Nedense Beşiktaş’ın stoper mevkiine bir türlü nokta atışı büyük transferler yapılmıyor...
***
Bir santrafor mevkii için, Cenk, Mustafa Pektemek, Ömer Şişmanoğlu, Mario Gomez var...
Kerim Frei ve Quaresma gerektiğinde forvet oynayacak kapasitede futbolcular...
***
Defansın hemen önünde oynayan ikili için;
Veli;
Tolgay;
Necip;
Atiba;
Eslem...
Gerektiğinde Oğuzhan;
Gerektiğinde Sosa...
Gerektiğinde Olcay...
Şimdi Lucas Leiva...
Kaçırılmasa OzanTufan...
Kaçırılmasa Gökhan İnler... Alınıyor, alınması düşünülüyor... Aynı mevkii için 4-5 futbolcuya birden para ödeniyor...
***
Ama gel gör ki, savunmaya dört dörtlük, uluslararası düzeyde, 2-3 oyuncu bir türlü monte edilemiyor... Nasıl bir yönetim anlayışı bu?..
Anlamak mümkün değil...
Savunmanın zaafı, başka mevkiilere sürekli yeni oyuncu alınarak, ihtiyaç olunan mevkiiden oyuncu gönderilerek giderilmeye çalışılıyor...
***
Trabzon maçında Şenol Güneş’in ilk 18’inde stoper mevkiinde yedek bile bulunmadığı söyleniyor... Öyle mi değil mi bakmıyorum bile...
“BU SENE ROMANTİK BEŞİKTAŞ’LI OLMAYACAĞIM...”
Kaldığım yerde Aykut isminde koyu Beşiktaş’lı bir İtalyan restoran şefi var...
Vogue turizm kompleksinin, en acar şeflerinden biri Aykut...
Antalya’dan gelen birkaç arkadaşıyla beraber Genel Müdürleri Özgür Yılmaz’ın en iyi adamlarından biri...
***
Benim geçmiş yıllarımdaki “Romantik Beşiktaş’lı günlerimi” andırıyor Aykut’un Beşiktaş’lılığı...
Her mağlubiyette, suçu hakemlere, rakip takımların ayak oyunlarına, kadersizliğe, şanssızlığa ve talihsizliğe dayandırıyor...
***
Ben de 50 yılımı böyle geçiriyorum Beşiktaş’ta... Fakat bu yıl çocuklarımın büyümesiyle iyice değişiyorum...
Şöyle söylüyorum Aykut’a:
-“Ben de senin gibi bir Beşiktaş’lıydım... Romantik... Yenilgileri, biraz kader, biraz talihsizlik, çokça rakip takımların bel altı oyunları ve hakemlerin puan çalmaları”ndan ibaret görürdüm...
***
Oysa şöyle düşünmeliydim;
-“Eğer Beşiktaş’san, eğer Karakartal’san bunlara izin vermeyeceksin arkadaş... Edebiyatı bırakacaksın... Futbola ve kazanmaya bakacaksın... Yenilgilerin edebiyatını değil, yenmelerin heyecanını yüreğinde yaşayacak ve yaşatacaksın...
Stadı yaptırmıyorlar demeyeceksin; stadı yapacaksın...
Hakem Atiba’ya kırmızı kart gösteriyor demeyeceksin...
Defansı sağlam adamlarla donatacaksın...
Anlaşmıştık ‘oyun ettiler, anlaştığımız adamı aldılar’ demeyeceksin...
Dilini tutacaksın; almaya karar verdiysen Ozan Tufan’ı alacaksın...”
***
Böyle diyorum Aykut’a...
Yüzündeki ifadeden, benden hiç beklemediği bir tepkiyi aldığını fark ediyorum...
O zaman bunun nedenini ona açıklıyorum:
-“Çocuğun var mı Aykut?..” diye soruyorum...
-“Yok...” diyor...
-“O zaman olduğunda anlarsın... Canından çok sevdiğin çocuklarının, üzüntülerine tahammül edemediğin zaman hissedersin... Kendi üzülmelerine alışmışsın, biliyorum... Onlar sana ‘name’ gibi geliyor artık... Ama çocuklarının minik yüreklerinin sıkışmasına tahammül edemeyeceksin Aykut...
O zaman senin de Beşiktaş’ta “romantizm dönemin” bitecek...
Realizm dönemin başlayacak...
Çocuklarını üzen kim varsa, ‘Pardon’ demesini öğreneceksin...”
***
Bu sözlerin arkasından çocuklarım; çok sevdikleri Beşiktaş Hayattır Hayat da Beşiktaş klibini istiyorlar...
Klibin başında minik oğluma benzeyen bir yavru kartal “Şerefli ikincilikler bize yeter” diye bağırıyor... O öyle söyleyince;
Ben çocuklarımın kulağına eğilip cevap veriyorum;...
-“Hayır yetmez... Şerefli birincilikler bize yeter...”
*****