Şadan Kalkavan; unutamadığım bir dostluk ve şamdan gecesi...
.
Türkiye’nin Show Haber’e kitlendiği günlerdi... Hayatı çalışma ve başarı üzerine kurulmuş genç bir ekiple Türkiye’de televizyon haber merkezlerini ve gazeteleri kasıp kavurduğum yıllardı...
Show Haber, Türkiye’de bir numara olduktan birkaç yıl sonra, kalbimin engel tanımadığı rotası, “rahmetli ustamın kızına kaymıştı...”
***
Gazeteciliğine, genel yayın yönetmenliğine öykündüğüm ustam Çetin Emeç’in, uluslararası çapta bir piyanist olan kızıyla beraberliğim; önüne geçemediğim bir “kader çizgisi”nin sonucunda başlamıştı o günlerde...
***
Babasının gazetede çalıştığı gibi, gecenin saat 22’lerine, 23’lerine kadar çalışıyordum...
Yine babasının yaptığı gibi, gecenin o saatinden sonra şık bir restoranda yemeğe gidiyor, birkaç lokma atıştırdıktan sonra, keyfim yerindeyse Şamdan’a uğruyordum...
Müziğe ve dansa doyuyor, hayatımı ve yaşadıklarımı sindiriyordum o mekanda...
*****
BİR ŞAMDAN GECESİNİN ÇIKIŞI
Bir gece yemek sonrası biraz oturmuş, dans etmiş Şamdan’dan çıkıyorduk...
Uzun zamandır “ustamın kızıyla” bir aradaydık ve beraberliğimizin haber değeri; gazeteler için pek kalmamıştı artık... Daha doğrusu ben sadece gazeteci olarak öyle zannediyordum...
***
Bir arkadaşımın yakın bir dostu olan İspanyol Fehmi’yle o akşam tanışmıştım...
O da bizimle Şamdan’a gelmiş; biz ayrılırken; o da arkadaşlarıyla başka bir mekana gitmek üzere hareketlenmişti... İspanyol Fehmi; Şadan Kalkavan’ın çok yakın dostu olduğunu söylemişti o akşam konuşurken... -“Sizi Şadan Abi de çok sever Reha Bey...” demişti...
***
Mutlu olmuştum;
-“Benim de nüfus kütüğüm Trabzon... Hemşehri sayılırız biz Şadan Kalkavan’la...” cevabını vermiştim... Konuşa konuşa, keyifle gece kulübünden ayrılıyorduk... Kapıdan dışarı çıkmamızla birlikte ne olduğumuzu anlayamadık...
Elliye yakın, fotoğraf makinesi, televizyon kamerası ve ışığı, üzerimize doğrultulmuştu...
***
Gece vakti Etiler Nispetiye caddesinde hava bir anda aydınlanmış, üzerimize bir ışık hüzmesi bombardımanı boca edilmişti... Sorular soruları kovalıyordu...
Televizyoncuydum... Gazeteciydim...
Neyin nasıl haber yapılacağını bilirdim... Yapılan bir haber çalışması değildi... Yapılmak istenen “korkutmaydı...” Niye bizi korkutmaya çalışıyorlardı; o sırada bilmiyordum...
*****
HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAYAN BİR GENÇ KADIN...
Flaşlar mitralyöz gibi arka arkaya patlıyordu...Kameralar ışıklarını öylesine zoomlayarak üzerimize fokusluyorlardı ki; ortada gizli saklı hiçbir şey yokken, her şey doğal ve kendi halindeyken, “ustamın kızı” gazeteci kisvesindeki bu açık tacizden korkuyor kendini tutamayarak hüngür hüngür ağlamaya başlıyordu...
***
Babası aklına gelmiş, onun ölümü aklına gelmiş ve deli gibi ağlıyordu ve elini tutarken bana; “bunlar ne yapmak istiyor bize?..” diye soruyordu...
***
Onu teskin etmeye çalışıyordum...Bir taraftan da “Usta’mın Kızı’nın korkudan ağlama görüntülerini, ballandıra ballandıra nasıl yayınlayacaklarını” düşünüyor, bu psikolojik harekatın nereye varacağını hesaplamaya çalışıyordum... “Tacizden nasıl kurtaracağız yakamızı?..” diye kafa yoruyordum...
***
Bir haber çalışması, bir görüntü alma mücadelesi değildi bu... Psikolojik bir savaştı; yıldırmaya ve korkutmaya yönelik...
*****
ŞADAN KALKAVAN’IN ARKADAŞI İSPANYOL FEHMİ’NİN DOSTLUĞU...
Ustamın Kızı ürküp, hüngür hüngür ağlayana kadar hiçbir şey yapmadı Şadan Kalkavan’ın yakın arkadaşı İspanyol Fehmi...
Biraz arkamızdaydı...
Yanımdaki kadının çaresizlikten ağladığını görünce, dayanamadı; arkadan fırladı ve psikolojik harekatın unsuru olarak üzerimize çullanan birkaç kişiyi alarak; havaya kaldırdı ve püskürttü...
-“Aman Fehmi yapma...” diye arkasından yalvarmaya başladım...
-“Sen bu işlere karışma abi...” dedi...
-“Arabanıza binin siz...
Yengeyi alın gidin... İyi geceler abi...”
***
İspanyol Fehmi ne olduğunu anlamıştı...
Ben anlamamıştım...
Birileri bir şey yapmaya çalışıyordu...
Gecemiz rezil olmuştu... Yalnız; hiçbir desteği olmayan bir gazeteci olduğumu biliyordum...
Bir gün sonra gazeteler kim bilir aleyhime neler yazacaklardı?..
Bilmiyordum ki; herkesin bir hesabı vardı...
Ama Allah’ın da bir hesabı vardı...
*****
“BABAMA BAKAN KEM GÖZLER...”
Ustasının kızıyla, ustasının muhabiri “beraberler”ken Şamdan’a gitmeleri kaçınılmazdı... Üçünün de birleştiği ortak kültürün mirasıydı orası... Şamdan’a gittiğimiz bir gün “Ustam’ın Kızı” bana; -“Burası babamın kem gözler tarafından göze geldiği yerdir... Burada annemle saatlerce dans ederdi... Burada göze geldiler... Buraya çok gelmeyelim...” demişti...
***
Kem gözleri değil, hayatın coşkusunu ve cıvıltısını hissettiğim, hayatın kem gözlere galebe çalacağına inandığım günlerdi o günler...
***
Aslında farkındaydım ki; televizyonlardaki onca tantanaya, halkın içindeki onca ilgiye karşın; yapayalnız ve korumasız bir gazeteciydim... Karşımda beni yok etmeye, itibarsızlaştırmaya çalışan bir medya ordusu vardı... Daha doğrusu; ben o sıralarda derin operasyonların farkında olmadığımdan, onları medya ordusu gibi görüyordum...
*****
RAHMET...
Sabahı zor ettim... Televizyonun yöneticilerine önceki gece; “ustamın kızını ağlatan” bir tacizle karşılaştığımı, Şadan Kalkavan’ın çok yakın bir dostunun, duruma müdahale edip, bizi oradan arabayla uzaklaştırdığını söyledim...
Böyle durumlarda olduğu gibi;
“Ertesi günü yine rakip gazetelerin ve televizyonların başıma ne çoraplar öreceklerini, ne yazacaklarını söyleyeceklerini bilemediğimi” anlattım...
***
Bir sonraki gün; gazetelere baktım “acaba bu sefer beni nasıl, linç etmişler, asmışlar, manşetlerinde?..” diye...
Hayret!.. Tek kelime, numune niyetine tek bir kelime, tek bir satır yoktu hakkımızda yazılmamıştı... İspanyol Fehmi’yi aradım...
-“Arkadaş ne yaptın ne oldu; kimsecikler tek bir satır yazmamışlar?..”
-“Bir şey yok abi...” dedi:
-“Yenge iyi mi?.. Akşama müsaitsen Büyük Kulüp’e gel abi... Şadan Abi’yle seni bekliyoruz...”
***
Olay Cuma gecesi olmuştu...
Pazar günü gazetelerde hiçbir şey çıkmamıştı... Pazar akşamı Büyük Kulüb’e gittim... Şadan Kalkavan, yuvarlak büyük masada, İspanyol Fehmi’yle oturmuş oyun oynuyordu... Büyük oynadıklarını hissediyordum... Şadan Kalkavan beni görünce kalktı sarıldı; öptü;
-“Takma kafana sen bunları...” dedi...
-“Yenge iyi mi?.. Sen onu öyle...” dedi...
***
Hayatın “insan kılığındaki nefret”leri ayyuka çıkardığı, rezilliği deşifre ettiği, buna karşın “insan gibi olanları” ise Allah’ın gönderdiği elçi olarak insanın karşısına çıkardığı anlar vardır... Öyle anlardan biriydi...
O güne kadar hiç tanımadığım İspanyol Fehmi ve yakın dostu Şadan Kalkavan ömür boyu unutamayacağım bir “dostluk” yapmışlardı bana...
“Ustamın kızı”nın hıçkırıklarını, görmüş onun daha fazla ağlamasına izin vermemiş ve psikolojik harekatı boşa çıkartmışlardı...
***
Ustam mezarında rahat etmiş, ruhu sıkışıklıktan kurtulmuştu... Sanırım şimdi rahmetli Çetin Emeç; yanına gelen Şadan Kalkavan’a, kızına yaptıkları için; o dünyalarda teşekkür ediyordur...
Bana gelince...
İkisine gani gani rahmet diliyorum...