Paris’te son dans...
.
Babası Cezayir kökenli...
Annesinin ise Hint, Kamboçya ve Mısır karışımı bir kökenden geldiğini söylüyor...
Paris’te doğdu 84 yılının Haziran sonlarında... Yengeç burcu...
Prodüktör ve şarkı yazarı Pascal Boniani Koeu ile evli... Babadan ve anneden, Beyaz Fransız değil...
Cezayir’li göçmen bir babanın, Hint, Mısır, Kamboçya kökenli bir annenin kızı o...
Fakat müziği 2014 yılında Paris’i ve Fransa’yı kasıp kavuruyor...
Listelerde ikinci sırada...
Şubat ayında çıkardığı albümün içindeki o sihirli parça; Paris’te bir göçmen ailenin ikinci kuşak Fransız kızının “yalnızlığını, hüznünü, beş parasızlığını, dansını, müziğini, bohemini ve özgürlük tutkusunu”anlatıyor...
Parçanın ismi Derniere Danse...
Türkçesi Son Dans...
Dinlerken ve klibi izlerken,şarkının sözlerine bir göz atın...
***
“Ah benim tatlı çilem.
çaren yok, yeniden başladın.
ben aslında önemsiz biriyimdir.
onsuz biraz kötüyüm...
tek başıma metroda dolaşırım
son bir dans...
büyük acımı unutmak için.
ah benim tatlı çilem...
***
dolaşırım gökyüzünde gündüz gece
dans ederim rüzgarla, yağmurla...
biraz aşk bir parmak bal...
ve dans dans dans dans dans ederim
gürültüden korkup kaçtım
sıram mı geldi
yine canım acıyor
Paris’te tek başımayım...
ve uçarım uçarım uçarım uçarım
(vole kısmı völ diye okunuyor)
bir tek umudum var,
yokluğunda çıktığım yolda...
sensiz hayatım tıpkı
vitrindeki önemsiz bir süs gibi...
***
ben bu çilem ile
kimin bedelini ödüyorum?..
dinle kalbim nasıl harika
ben dünyanın çocuğuyum...
***
Dolaşırım gökyüzünde gündüz gece...
dans ederim rüzgarla, yağmurla...
biraz aşk bir parmak bal...
ve dans dans dans dans dans ederim...
gürültüden korkup kaçtım;
sıram mı geldi...
yine canım acıyor...
Paris’te tek başımayım...
Ve uçarım uçarım uçarım uçarım...”
*****
PARİS... ŞARKININ RÜZGARINDA; İÇİME DÜŞEN YANSIMALAR...
Paris anadan babadan ve yedi kuşaktan Fransız doğanlara “nasıl bir özgürlük vaad eder” bilmem...
Ancak ‘demokrasisi nakıs, bireysel özgürlükleri kısıtlı coğrafyaların‘ aydın ruhlarına Paris; “bir özgürlükler cenneti gibi” görünür...
O ruhlar eğer bir parça romantik, bir miktar protest, az biraz rezistansiyalist, epeyce egziztansiyalist, sos baabında bir parça da anarşist ruh ve esansını taşıyorlarsa;
Paris onlar için bir şehir değil, “dini meçhul bir kıblenin yegane adresi” olup çıkacaktır...
***
Fransızların Milli Gün’üne denk düşen bir 4 Temmuz’da; ilk kez tek başına Paris’e gidiyordum...
21 yaşındaydım ve amacım “bir yolunu bulabilirsem Paris’te kalmak; okumaktı...”
Cebimde hepsi hepsi 250-300 euroya karşılık gelen döviz;
Ankara Siyasal’da birinci sınıfını bitirdiğim yarım kalmış istikbali meçhul bir üniversite hayatı vardı...
Taptaze Gazeteciliğime bile veda etmeye razıydım; Paris’te kalıp okuyabilmek için...
Indila gibi beş parasızdım elbette...
Kendimi onun gibi dünyanın çocuğu zannediyordum hararetle...
Tek başına; ya da kendim gibi yalnız ve çulsuz olan iki Polonya’lı kız arkadaşımla; metrolarda aylak aylak dolaşıyordum...
Bir yolunu bulur kalırım umuduyla...
***
“Uçmak, uçmak, uçmak istiyorum”; diyordu Indila; Paris’te...
Ne yazık ki uçamamıştık üç arkadaş o günlerde istediğimiz gibi Paris’te...
Onlar Varşova’ya, ben Ankara’ya dönmek zorunda kalmıştım...
Ne ki; Paris içime işlemişti ve bir daha hiç çıkmayacaktı...
34 yıl boyunca hayatımın bütün keskin virajlarında...
Tüm yaşamsal kararlarında...
Bütün duygusal alaboralarında...
Tüm nihai hesaplaşmalarında...
“Evrenden gelen kallavi bütün mesajlarda”, Paris benimle birlikte hayatın ortak öznesi olacaktı...
İçimdeki “Ben”le, kalbimdeki “Paris” birbirinden hiç ayrılamayacaktı...
***
Otuz yıl sonra sayısız ve sonsuz defalar gittiğim kentte bir gece şöyle aktaracaktım duygularımı Indila’ya taş çıkartırcasına:
“Ruhumun gizli kalmış tapınaklarıyla, kentin gizemli arka sokakları; akortu bozulmamış bir armoniyle dans ediyor içimde... Seine nehrinin iki yakasına kurulan kent; gizemli hüznü ve ruhumun dalgalı melankolisiyle birlikte, yağmur olup taşıyor içimden...
***
Alışılmış hüzünlü sokaklarından...
Solmuş sarı yapraklı geniş caddelerinden yürüyor...
Sokak lambalı dik merdivenlerden çıkıyordum...
Paris’in en çok bir Sonbahar kenti olduğunu o anlarda keşfediyordum...
Çiseleyen yağmur üzerimize değil, içimize yağardı Paris’te...”
***
Indila’yı izler ve dinlerken ‘Son Dans’ta; bu okumalara göz atarsanız; bir kentin bir yaşama nasıl egemen olabileceğini anlatacak o satırlar sizlere...
En hüzünlü mutlulukların;
En sevinçli huzursuzlukların...
En emprovize tiradların...
En cool dramların şehri;
Son Dans müziğinin romantik tınısında...
İkinci kuşak genç bir göçmen kızın, boğuk vurgusunda;
Rüzgarın ve fırtınanın ortasında...
Paris’i hissedeceksiniz...
***
Esasen; çokça “gurbette kalınır ve memleket özlenir...”
Memlekette kalınıp da gurbetin özlendiği dünyadaki ilk ve belki de tek şehirdir Paris... San Dans’ın; Son Metro’nun; ve Sonsuz Son’ların egemen olduğu tek “Son”dur Paris...
*****
UYANDIKTAN SONRAKİ İLK OTUZ DAKİKA...
“Güne başlama biçiminiz, günü nasıl geçireceğinizi belirler...
Uyandıktan sonraki ilk otuz dakikaya ‘Platin otuz dakika’ diyorum...
Bu zamanlar günümüzün gerçekten en önemli zamanlarını oluşturuyor...
Günün geri kalanı üzerinde derin bir etkisi oluyor... Eğer bunun olmasını sağlayacak bilgeliğe ve öz disipline sahipseniz, bu önemli zaman diliminde sadece en saf düşüncelere odaklanın...
Sadece en uygun hareketlerde bulunun...
Günlerinizin inanılmaz bir biçimde mükemmelleştiğini göreceksiniz...”
Robin Sharma