Genç Gazeteci’nin ikinci nöbetinde Abdi İpekçi’nin katili Ağca, Papa’yı vuruyor...
.
Gazeteye gireli on gün olmuştu...
Haftanın nöbet çizelgesini “Genç Gazeteci”ye göre değiştirmişlerdi...
13 Mayıs 1981 günü, ikinci kez, Milliyet gazetesinin Ankara bürosu gece tek başına ona teslim edilecekti...
***
Gündüz mesaisinin üzerine, gece nöbetçi olmayı içten içe arzuladığını fark etti Genç Gazeteci...
Gündüz gazetede bir sürü muhabir, müdür, yazar, yönetici vardı...
***
O Milliyet’in Ankara bürosunun muhabirler ekibinin bir parçasıydı...
Ama gece; büroda sadece o kalıyordu...
Milliyet’in Ankara bürosu tek başına ona teslim ediliyordu...
***
Her şeyden ilk ağızda o sorumluydu...
21 yaşında kadrosuz bir gazeteci için, çok ağır bir sorumluluktu...
Ağır olması onu mutlu ediyor, içten içe gururlandırıyordu...
***
Üç yıl sonra; Milliyet Gazetesi’nin Atina bürosunun tamamıyla kendisine teslim edileceğinden habersizdi, o günlerde Genç Gazeteci...
***
Milliyet Ankara bürosunun gece telefonlarını açarken bile gururlanıyordu;
-“Alo... Buyrun Milliyet...”
***
13 Mayıs 1981 tarihinde saat 19.30 sularında çalan telefon; bu sahnenin sonunda geldi...
Telefonu açtı Genç Gazeteci...
Büroda kimsecikler yoktu...
***
-“Alo buyrun Milliyet...”
-“Is it Milliyet?.. (Orası Milliyet mi)” diye soruyordu yabancı birisi...
-“Evet” dedi Genç Gazeteci...
-“Niye aramıştınız?..”
***
-“Sizin yazı işleri müdürünü öldüren adam nerede?..” dedi yabancı adam...
-“Hangi yazı işleri müdürü?..” diye sordu Genç Gazeteci...
Hatlar karışıyor, karşıdan gelen ses bir türlü anlaşılamıyordu...
Bir isim telaffuz etmeye çalışıyordu telefonun ucundaki ses...
Ancak genç Gazeteci, yabancı adamın tam olarak neden bahsettiğini anlayamıyordu...
***
-“Ben İtalya’dan arıyorum...” dedi neden sonra yabancı;
-“Papa’yı vurdular... Vuran kişi sizin gazetenin yazı işleri müdürünü de vurmuş...”
***
20. yüzyılın en önemli suikastlerinden biri olarak tarihe geçen olayın olmasının üzerinden sadece bir saat geçmişti...
Kimse bir şey bilmiyordu; ve arayan yabancı; “sizin öldürülen editör (yazı işleri müdürü)” ifadesini kullanıyordu...
***
Neden sonra, yabancının; İngilizce’de editor in chief denilen, Milliyet’in genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’den bahsettiği anlaşıldı...
Abdi İpekçi’yi öldüren ve daha sonra hapisten kaçırılan Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğunu söylüyordu yabancı...
***
Genç Gazeteciden bilgi, görüş ve yorum istiyordu...
Gazeteci on gün içerisinde dünya basınının aradığı “Abdi İpekçi ve Papa suikasti konusunda” uluslararası gazetecilerin sorularına muhatap olan bir Milliyet gazetesi temsilcisi kimliğine bürünmüştü...
***
Milliyet gazetesinin 21 yaşında diplomasi muhabiri ve geceleri Ankara sorumlusuydu!..
İtalyan gazetecinin sorularına cevap verirken; nasıl önüne geçilmez bir gurur duyuyordu; kelimelerle anlatılmaz...
YABANCI GAZETECİLERİN MİLLİYET’İ TELEFON YAĞMURUNA TUTMALARI...
Ogece Genç Gazeteci’nin hayatında bir dönüm gecesi oldu...
Artık o bir “Milliyet” mensubuydu... Rüştünü ispatlamıştı...
***
Millliyet’in eski genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’yi öldüren Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı Vatikan Meydanı’nda vurduğu akşam, Milliyet’in Ankara bürosunda tek başına görev yapan kişi Genç Gazeteci’ydi...
***
Yabancı gazetecilerden gelen onlarca soruyu Milliyet adına cevaplandırmış; Ağca hakkındaki Adalet bakanlığı dosyalarını haber olarak göndermiş, dört başı mamur bir gazetecilik yapmıştı... Genç yaşında, tek başına; başlayalı henüz on günün yeni dolduğu Milliyet gazetesinde bunları yapmıştı...
***
İçinden şöyle cevap veriyordu kendisini küçümseyen büronun kıdemlilerine:
-“Papa suikastinin olduğu gece siz nöbetçi olsaydınız da görseydik yabancı gazetecilerin telefonlarına ne cevap vereceğinizi... Alooo alooo... Var mı; ikinci bir sözcük onlarla konuşup anlaşabileceğiniz bir iletişim dili, selis Tarzan’canız dışında...”
MEHMET ALİ AĞCA-ABDİ İPEKÇİ... BİR İSTİHBARATÇI GAZETECİNİN HÜZÜNLÜ GECESİ...
Genç gazeteciye ilk günlerden itibaren, büroda yüz vermeyen bir kıdemliler ordusu vardı...
Bir de ona yüz verenler, sempatiyle yaklaşanlar, adam gibi davrananlar vardı...
***
Onlardan birisi titiz bir “parlamento muhabiriydi...”
Mesleğinde tecrübeliydi...
Ajansçılıktan gelmeydi ve haberi çok hızlı ve düzgün kaleme almasıyla meşhurdu...
Bütün resmi gazete, kanunlar kararnameler, ona verilir onun haberleştirmesi istenirdi...
***
Gençti, ancak büronun kıdemlilerindendi...
Genç Gazeteci’ye büroya geldiği günden itibaren hep iyi davrandı...
Aynı odada otururdular...
Masa bulmasına yardım etti...
İş dışında ev ortamlarında buluştular...
***
“Parlamento Muhabiri”nin, akşam sohbetlerinde, hafif içkili ortamlarda zaman zaman ortaya çıkarttığı “trajik bir senaryosu” vardı...
***
Milliyet Gazetesi’nin sık sık yapılan “gazeteci gecelerinde”; herkes masa etrafında gırgır şamata yapar, günlerin stresini atarken, o aniden hüzünlenir, yüzünü buruşturur, ağzını bıçak açmaz, susar otururdu...
***
Genç Gazeteci kendisine; büroda onca yardımı olan “Parlamento Muhabiri”nin, bu hüzünlü halini çözmek için;
devreye girmeye karar verdi...
Arkadaşının öyle olması içine sinmiyordu...
Masada gırgır şamata devam ediyordu...
-“Ne oldu kardeş neyin var?..”
-“Bir şeyim yok... Boş ver...”
-“Yahu söyle neyin var?.. Tokatlı falan mı bir şey söyledi?..”
-“Alakası yok...”
-“E neyin var?..”
-“Şimdi burada herkes güle oynaya neyi kutluyor... Milliyet gazetesinin müthiş başarılarını!!!”
-“Evet... Ne var bunda?..”
-“Çok şey... Nerde Milliyet Gazetesi’ni Milliyet yapan efsane genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi...
Öldü, öldürüldü...”
***
-“O öldü... Milliyet Gazetesi sahip değiştirdi... Şimdi biz, onun yokluğunda yeni patronla Milliyet Gazetesi’nin başarılarını güle oynaya kutluyoruz...
Sence o görse ne derdi bu duruma?..
Niye öldü o?.. Bu tablo için mi?..”
***
Öyle bir şey söylüyordu ki Parlamento Muhabiri;
Genç Gazeteci;
-“Ya bırak bunları eğlenmene bak...” dese ayıp kaçıyordu...
Demese;
Bu sefer gecenin ortasında “trajik komplo teorilerinin ortasına dalıp iyice gerilmek sözkonusuydu...”
Ne yapacağımı kestiremiyordu...
***
Olayın üzerinden uzun yıllar geçti...
Parlamento Muhabiri arkadaşı; yıllar sonra gazeteciliği bıraktı...
Devletin istihbarat servisinde resmi görev aldı ve çalışmaya başladı...
Kim bilir;
Belki de o günlerde gazeteci dünyasında yeterince duyuramadığı sesini, bu teorilere daha uygun bir meslekte duyurmaya karar verdi...
***
Genç Gazeteci; Milliyet’le birlikte, “geceleri, bohemi, gazeteci suikastlerini, Mehmet Ali Ağca’yı, sabahlara kadar dans ederek stres atan Abdi İpekçi’yi, Çetin Emeç’i, Örsan Öymen’in efsaneleşmiş gece maceralarını tanımaya başlıyordu...”
Genç Gazeteci; gazeteci dünyasını tanıyordu...
***
Zaman zaman “aşık olsa” da, belli oluyordu ki; Genç Gazeteci’nin gerçek aşkı büyülendiği ve delicesine bir tutkuyla bağlandığı “gazetecilik aşkı”ydı...