Fransa elçiliklerini kapatıyor; ama Paris yaşıyor...
.
Bugün 14 Temmuz...
Fransızların Milli Günü...
Fransa; dün aldığı bir kararla terör ihtimalini göz önünde bulundurarak; Türkiye’deki büyükelçiliğini ve konsolosluğunu kapatıyor; Milli Gün kutlamalarını iptal ediyor...
***
Fransızların Milli Gün’lerine katılan bir gazeteci değilim ben...
Resmi davetler, diplomatik kabuller, devletlerarası münasebetler çok zamandır ilgi alanımın tamamen dışında faaliyetler...
***
Gidilmeyecek bir Milli Gün, kaç yüzüncü kez yaşanmakta olan kronik sorun, analizlere ihtiyaç duyurmuyor...
***
Kişisel tarihimde 14 Temmuz; Fransızların Milli Günü olmasından çok daha öte anlamlar taşıyor...
O anlamlar Fransız Milli Günü’yle ilgili değil; Fransızların başkentiyle ilgili...
***
Bu 14 Temmuz; terörden etkilenmiyor...
Kalbim; hayatında ilk gittiği Paris 14 Temmuz’unu; kendi seromonisi ve ritüeliyle kutlamaya devam ediyor...
Yeni haliyle ortaya çıkan 14 Temmuz yazısı aşağıda...
YENİ PARİS YAZISI...
Paris anadan babadan ve yedi kuşaktan Fransız doğanlara “nasıl bir özgürlük vaad eder” bilmiyorum...
***
Ancak ‘demokrasisi nakıs, bireysel özgürlükleri kısıtlı coğrafyaların‘ aydın ruhlarına Paris; “bir özgürlükler cenneti gibi” görünür...
***
O ruhlar eğer bir parça romantik, bir miktar protest, az biraz rezistansiyalist, epeyce egziztansiyalist, sos baabında bir parça da anarşist ruh ve esans taşıyorlarsa; Paris onlar için bir şehir değil, “dini meçhul bir kıblenin yegane adresi” olup çıkacaktır...
***
Fransızlar’ın Milli Gün’üne denk düşen 14 Temmuz 1980’de; ilk kez tek başına Paris’e gidiyor genç gazeteci...
21 yaşında ve amacı “bir ihtimal Paris’te kalıp; okumak...”
***
Cebinde 250-300 euro’ya karşılık gelen döviz; Ankara Siyasal Gazetecilik ikinci sınıfını bitirdiği yarım kalmış istikbali meçhul bir üniversite macerası var...
***
Birkaç ay önce başladığı taze gazeteciliğe bile veda etmeye razı bir haleti-ruhiyeye sahip; Paris’te kalıp okumak için...
***
Derniere Danse parçasının ünlü yorumcusu Indila’nın Paris fonunda çizdiği portreden pek bir farkı yok...
***
Onun gibi dünyanın çocuğu olduğuna inanan bir kalbi, cüzi bir miktar parası var...
***
Tek başına gelmiş; muhtemelen tek başına dönecek Paris’ten...
Yanında iki Polonya’lı kız arkadaşı; metrolarda dolaşıyor; Paris’i geziyor...
Özgürlüğünü hissediyor, gençliğini yaşıyor; hülyalara dalıyor...
***
“Uçmak, uçmak, uçmak istiyorum”; diyor Indila; Paris’te...
Ne ki uçamıyor o ve arkadaşları Paris’te; o günlerde istedikleri gibi... Polonya’lılar bir süre sonra Varşova’ya, o da ülkesine dönüyor; gazeteciliğe...
***
Paris; sevgisine hamile gittiği o 14 Temmuz seyahatinde; içinde muazzam bir seromoniyle doğuyor...
***
O günden sonra;
Hayatın tüm keskin virajlarda...
Tüm yaşamsal kararlarda... Bütün duygusal alaboralarda...
Tüm nihai hesaplaşmalarda... “Evrenden gelen kallavi tüm mesajlarda...”
Paris kalple hayatın beraber attığı ortak öznesi haline geliyor...
***
İçteki “Ben”le, kalpteki “Paris” birbirinden hiç kopmuyor...
***
Otuz yıl sonra kentte bir gece şöyle anlatmak geliyor içindeki duyguları;
***
“Ruhumun gizli kalmış tapınaklarıyla, kentin gizemli arka sokakları;
Akortu bozulmamış bir armoniyle dans ediyor içlerimde...
***
Seine nehrinin iki yakasına kurulan kentin gizemli hüznü; ruhumun dalgalı melankolisiyle yağmur olup taşıyorlar yüreğimde...”
***
Alışılmış hüzünlü sokaklarında...
Solmuş sarı yapraklı geniş caddelerinden yürüyor...
Sokak lambalı dik merdivenlerden çıkıyor...
***
Paris’in en çok bir Sonbahar kenti olduğunu en çok o anlarda keşfediyor gazeteci...
***
“Çiseleyen yağmur üzerine değil, içine yağıyor Paris’te...”
***
En hüzünlü mutlulukların;
En sevinçli huzursuzlukların... En emprovize tiradların...
En cool dramların şehri;
***
Son Dans müziğinin romantik tınısında...
İkinci kuşak genç bir göçmen kızın, boğuk vurgusunda; Rüzgarın ve fırtınanın ortasında; Paris’le gazeteciliğin hayatındaki ironik tezatı düşünüyor içten içe...
***
Biliyor ki; 1980’in 14 Temmuz’undaki 21 yaşında o seyahat; “Türkiye’ye dönmek yerine; Paris’te kalmak şeklinde tecelli etmiş olsaydı”, bugün gazeteci; “gazeteci” olmayacak: başka bir kader çizgisinin aktörü olacaktı...
***
Gazetecilikle; Paris; hayatın ironik bir tezatı olarak gazetecinin hayat tahteravallisinin iki tarafına oturmaya devam ediyor...
Birbirlerine bakıyorlar...
Birbirlerini süzüyorlar...
Gazetecilik;
-“Ben ağır bastım... Beni seçti, ben kazandım...” diyor...
Paris;
-“Ama hep beni sevdi... Senden her kaçtığında bana sığındı... Sen onun eşi olabilirsin... Ben onun bir ömür boyu metresiyim...” diye cevap veriyor...
***
Şimdi bomboştur caddeleri sokakları;
Öksüz kalmıştır kendiyle bir başına Paris...
Şehri terkederler bu aylarda Paris’liler...
Soğuk roze şarapla; sulu midye yemeğe güneydeki plajlara hücum ederler...
***
Şehir metrosu, yerlerde kıvrılan dilencisi, şarapçısı, akordeoncusuyla başbaşa kalır...
Hüznü çağırır; yaz gecelerinin ışıklı sessizliğinde...
***
Hayata başlamakta olan bir gence; yaz günlerinde kendini sunmak; ona ilham olmak için usul usul beklemektedir; şehir...
***
Bir gün o gencin şöyle diyeceğini bilir; ama söylemez ilk gördüğünde kendine saklar;
-“Çokça “gurbette kalınır ve memleket özlenir...”
Memlekette kalınıp da gurbetin özlendiği dünyadaki tek şehirdir Paris...”