Dün ölen Hasan Karakaya’nın kumpasla gözaltına alındığı gün...
.
Televizyonda genel yayın yönetmenliği yaptığım günlerdi...
Türkiye’de insanların, iftiralarla “suçsuz yere içeri alınmasının olağan” sayıldığını “sol dünyanın kitaplarından, romanlarından, hikayelerinden” yeterince okumuştum...
Biliyordum...
Ancak sanki bu olaylar anlatıldıkları 12 Mart; 12 Eylül gibi darbe dönemlerinde kalmıştı...
Kitaplaştırıldıkları, romanlaştırıldıkları, öyküleştirildikleri için, artık bu uygulamalar Türkiye’de göz göre göre pek yapılamazdı...
Saftım; öyle inanıyordum...
***
Hasan Karakaya’yı yakından tanımıyordum...
Fakat yazılarını hiç kaçırmazdım...
Polemikçi, sert ve çok akıcı bir uslubu vardı...
En zıddım olan görüşleri, “en muhteşem lezzetle okuduğum yazardı...”
***
Hayata görüşlerime yakın olanlar ve uzak olanlar diye hiç bakmayan bir adamdım...
Bir arkadaşıma göre, siyasi olaylara yakınlığım ve siyasi duruşlardaki tavizsizliğime karşın “tamamen apolitiktim”...
Hasan Karakaya’nın da yazılarını birçok konuda çok farklı düşünmeme rağmen, çok lezzetli buluyor, seviyor ve polemikçiliğini takdir ediyordum...
***
Bir akşam üstü haber geldi Hasan Karakaya’yı cinayete azmettirmekten gözaltına almışlardı...
Güya Hasan Karakaya Anayasa Mahkemesi’nin o sırada Başkan Yardımcısı olan Yekta Güngör Özden’i öldürmek için Kasım Gençyılmaz isimli biriyle konuşmuş ve onu suça azmettirmişti...
***
Hasan Karakaya’yı bire bir tanımıyordum...
Öldürmeye azmettirdiği söylenen Yekta Güngör Özden ise yakın bir dostumdu...
Fakat iddia bana hiçbir açıdan inandırıcı gelmiyordu...
Kalemini böylesine şehvet ve ustalıkla kullanan yazıyı hayatında bu derece içselleştirmiş bir adam, “cinayet gibi olayların içinde olamazdı...”
Hayat tecrübem bana bunu söylüyordu...
***
Akit ya da o sıralardaki adıyla Vakit gazetesinin, iktidarla ağır meseleleri vardı...
Hasan Karakaya da, o gazetenin en etkili yazarıydı...
Bir kumpas kokusu seziyordum olayda...
***
-“Bizim haber bültenlerinde hiç bir şekilde yer almasın bu haber...” dedim...
Hasan Karakaya’yı tanımıyordum...
Olayı bilmiyordum...
Ama sezgilerim “kumpas kokusu” alıyordu...
Ben sezgilerimin kumpas kokusu aldığı bir haberi yapmayacaktım...
***
Gazeteler ve televizyonlar haberi geniş verdiler...
“Vakit gazetesi Başyazarı Hasan Karakaya cinayete azmettirmekten gözaltında...” diye... Biz tek satır girmedik...
HASAN KARAKAYA SERBEST KALIYOR...
Birkaç gün sonra Hasan Karakaya’yı serbest bıraktılar...
Amaç hasıl olmuş; o saate kadar Hasan Karakaya sanki cinayet işlemiş gibi kamuoyunda itibarsızlaştırılmıştı...
***
Serbest bırakıldığı haberi tek sütuna giriyor, televizyonlar tek bir haber olarak geçiyor ve karakter suikasti profesyonelce işleniyordu...
Akit gazetesinin yayın politikası ve attığı manşetler ayrıydı...
Hasan Karakaya’nın yazıları ayrı...
Kaldı ki, manşetlerine karşı çıksanız da, kimselere bir “kumpas yapma hakkına” sahip olamazdınız...
Bir süre sonra telefonda kendisiyle ilk kez konuşmuş;
“yazı üslubunu beğendiğimi” söylemiş, “Geçmiş olsun” demiştim...
HASAN KARAKAYA’NIN BEŞİKTAŞ’I BIRAKMASI...
Üzerinden yıllar yıllar geçti...
Dönem değişmiş, AKP iktidara gelmişti...
Bu sefer bir zamanlar muktedir olanlar altta kalmaya başlamış, hayat tersine dönmüştü...
***
Beşiktaş’ta yönetcilik yapıyordum...
Hasan Karakaya da sıkı bir Beşiktaş’lıydı... Ancak Beşiktaş; tıpkı Fenerbahçe, Galatasaray gibi 80 milyonun takımıydı...
Radikal laik tavırlarıyla bilinen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de Beşiktaş’lıydı...
Abdullah Gül de...
Hasan Karakaya da...
Ben de...
***
Hasan Karakaya o günlerde Ahmet Necdet Sezer’in Beşiktaş’lılığını öne sürerek; “Beşiktaş’lılığımı bir süreliğine askıya alıyorum...” dedi...
Sabah gazetesinde yazı yazıyordum...
“Hasan Karakaya...” dedim...
Beşiktaş 1903’de kuruldu...
Kurulduğunda Türkiye Cumhuriyeti kurulmamıştı...
Osmanlı İmparatorluğu vardı...
İki devlet üzerinde hayatiyetini devam ettiren bir kulüble, şimdiki Cumhurbaşkanı tutuyor diye ilişkini kesmen doğru değil... Sen Beşiktaş’lısın... Hep de öyle kalacaksın...”
ADAM GİBİ ADAM; HASAN KARAKAYA...
Dost insanların, aynı görüşten olmalarının şart olmadığını anlatan en önemli insanlardan biriydi Hasan Karakaya...
“İyi insan” olmayla, “kötü insan olmak” arasındaki ayrımın;
Laiklik, Cumhuriyetçilik, muhafazakarlık, İslamcılık, başörtüsü, açık baş, kapalı baş, sıkma baş, fötr şapka ya da bol paça pantolonla ilgisi olmadığını anlatan en müstesna örneklerden biriydi...
***
Beni “zindanlara sokmaya çalışan insan ve yakın çevresi” güya laikti...
Ya da gazeteci görünüyordu...
Bana o sırada yardım elini uzatan adam ise, “Siyasi İslamcı” gözüküyordu...
Gerçek şuydu...
Hasan Karakaya adam gibi bir adam ve iyi bir insandı...
Dostluğunu hiçbir zaman unutmam...
Allah mekanını cennet etsin...
Allah rahmet eylesin...