Don Juan ve üçler kuralı...
.
“Önemli olan üç’ler kuralını izlemek” diyordu Tomash “Bir kadını ya arka arkaya üç kere görür sonra hiç görmezsin, ya da ilişkini yıllar boyu sürdürürsün, ama her randevunun arasına en az 3 hafta bırakmaya dikkat edersin...”
***
Murat Belge’ye göre Tomash çağımızın Don Juan’ıydı...
“Üç”ler kuralı sayesinde Tomash birçok kadınla cinsel ilişkilere girerken, bazı kadınlarla olan ilişkilerini de bozmamayı başarmıştı...
Onu en iyi anlayan kadın Sabina’ydı...
Sabina ressamdı...”
*****
DON JUAN’IN AŞKI...
Çağın Don Juan’ı olan bu adam iş için bir günlüğüne gittiği kasabada genç bir kadınla ilgilendi...
Kadın bir süre sonra adamın Prag’daki evine geldi...
Geldiği gün seviştiler...
***
Genç kadın Don Juan’ın o gün girdiği hayatından bir daha çıkmadı...
Tomash taşralı o genç, güzel ve nahif kadın hayatına girdiği andan itibaren ne ondan ne de öteki kadınlarından vazgeçebildi...
Genç kadının ismi Teressa’ydı...
***
Teressa, Tomash’ı öteki kadınlardan deli gibi kıskanıyordu...
Geceleri kabuslar görüyor, kabuslardan hıçkırarak uyanıyordu...
Tomash’ın hayatı alt üst olmuştu;
***
Çünkü Tomash’a göre, “Kadınlarla erotik dostluklarının temel kuralı, aşk adına ne varsa, yaşamdan uzak tutmasını sağlamaktı...
***
Anlaşmanın bu noktasına karşı geldiği an, Don Juan’ın hayatındaki öteki kadınların konumları alçalacak ve onlar başkaldırmaya hazır hale geleceklerdi...”
***
Ancak hayat Don Juan’ların bile teorize edebildiği ölçüde gerçekleşmiyordu...
Milan Kundera’nın romanından çıkma Prag’lı playboy doktor Tomash için de bu kural değişmeyecekti...
Çağın Don Juan’ına aşk oyunu çok pahalıya mal olacaktı...
*****
KADINLAR İÇİNDEKİ ÖZEL KADIN; SABİNA...
Kadınları içinde onu en fazla anlayanı Sabina’ydı...
O bile, genç Teressa’nın sevgilisinin hayatına girmesinden sonra değişmişti...
***
Sevişirlerken Tomash’ın saatine baktığını farkettiğinde, çorabının tekini saklayacak, onu rezil etmeye çalışacaktı...
Sabina Prag’lı Don Juan’ı seviştikleri o gün ayazda delikli kadın çorabıyla genç sevgilisinin yanına gönderdi...
***
Ne ki Sabina’ya rağmen, Tomash’ın Teressa’ya olan aşkı bitmek bilmedi...
O istiyor diye “memleketinden uzaklara gönüllü sürgüne” gitti...
Bir gün genç kadın sürgündeki evden, arabasına atlayıp memleketine döndü...
Tomash genç kadının arkasından, kendisi için cehennemi andıran bir cezaevi halini alacak olan Prag’a geri döndü...
Genç kadına karşı aşk ve sevgiyle karışık bir şevkat besliyordu...
*****
NAZIM HİKMET, MİLAN KUNDERA; ÇOK KADINLI TEK ERKEKLER...
Bir erkek “Sevdiği kadının arkasından, gönüllü sürgüne gidiyor, gönüllü sürgünden kendisine cehennemi yaşatacakları coğrafyaya; Çekoslovakya’ya geri dönmekten imtina etmiyordu...
***
Hayatını bir kadın için allak bullak ediyor; ama aynı genç kadını sayısız kadınla aldatmaktan vazgeçemiyordu...”
Korkunç bir dilemmaydı bu...
***
Hayatı bunca allak bullak eden erkeğin, o genç kadını sevmediği söylenemezdi...
O zaman soru şuydu;
Bu kadar çok seviyorsa genç kadını, neden beraber olduğu diğer kadınlardan vazgeçemiyordu?..
***
Halil Berktay Taraf’taki köşesinde şöyle yazar;
“Aslında Nazım Hikmet de Milan Kundera’nın Tomash’ı gibi; “çok kadınlı tek erkeklerden”di...
***
Nazım’ın da başka başka aşık olduğu, fakat ondan başkasına aşık olmasını istemediği kadınları yok muydu?..
Piraye, Münevver Hanım, Vera hep bir şekilde genç Teressa’nın kaderini yaşamamışlar mıydı?..
*****
SONBAHAR ŞEHİRLERİM VE PRAG
Bugünlerde hava soğuktur Prag’da...
Eksilerde dolaşır... Tomash’ın küçük pejmurde arabasıyla çapkınlığa gittiği sokaklarda yürümenin zamanıdır şimdi Prag’da.
***
Sonra Teressa’nın Rus askerlerinin 68 Baharı’nda işgal ettiği Prag’da korkusuzca resmini çektiği meydanlarda dolaşmanın zamanı.
Sabina’nın yaptığı resimlerini verdiği galerilerde oyalanmanın...
Milan Kundera’yı anmanın...
***
Tomash’a selam göndermenin...
Nahif bir taşra kızı olarak; Prag’lı Don Juan’ın hayatına girip, bir daha çıkmayan onu ölüme götüren Teressa’yı sevmenin...
Sabina’ya gıpta etmenin...
‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni hissettim...
*****
HÜZÜN SİZİ GÜLÜMSETİR PRAG’DA...
Bir Sonbahar şehridir Prag...
Tıpkı Paris gibi...
Hüzünlüdür...
Tüm Sonbahar şehirleri gibi...
Hüzün sizi gülümsetir Prag’da...
***
Prag’ın üstüne sinen hüzün “dört mevsim”dir...
Aslında “Dört Mevsim Sonbahar’dır Prag...” Bahardayken hüzünlüdür...
Kar yağarken hüzünlü...
Yazın güneşte yine hüzünlü...
***
68 Bahar’ında yaşanan Rus işgali midir hüzünlü yapar şehri?..
Dubçek’in güleryüzlü sosyalizminin, yürümemesi mi?..
Bir İlkbahar mevsiminde çiçekler açmış, hayat filizlenmişken; işgal edilmesi midir şehri; “hep Sonbahar yapan?..”
Yoksa Kafka’nın içindeki bitmek bilmeyen Sonbahar mı?..
***
Vitava nehrinin üzerine düşen ve nehri boğan sarı yapraklar mıdır şehri hep Sonbahar hissettiren?..
“Kudretli Sovyet işgali otoritesine“, tek başına cesurca karşı çıkan, Don Juan karakterli bir doktorun “siyasi cesaretinin ölüme giden hayat çizgisi midir” Sonbahar’ı hüzünlü yapan?..
***
Yoksa Teressa’nın aşkına kavuşamadığı dramatik kader midir Prag’ı hüzünlü yapan?..
Sabina’nın erkeğine bir türlü sahip olamayan egosantrik trajedisi midir yoksa?..
***
Sanırım hepsi;
Hatta daha fazlası...
Prag bütün bu kişisel ve siyasi öykülerin hüzünlü dekorasyonuna; misafir eder konuklarını...
Prag’a gelen her konuk, şehrin gizemli, büyülü, kederli atmosferinde, kendi hüzünlü öyküsünü fark eder ve hikayeleştirir...
***
Hüzünlere; hüzünler eklenir Prag’da...
İnsanlardan ve şehirden toplanan hüzünlü öyküler, demetler halinde Prag’ın tatlı esintisinde rüzgarlaşırlar...
***
Vitava nehrinin gece akıntısında yakamozlaşırlar...
Arnavut taşlı sokakların ıslaklığında saydamlaşır; Kilisenin bulunduğu meydanda hepsi birden bohemleşirler...
Prag’da esasen şarap içilse de...
Biranın güzelleşebildiği nadir kentlerden biridir Prag...
Biralı, birasız, şaraplı, şarapsız...
Prag Sonbahar’ı; kendisine çok uzak şehirlerde bile hissedilir; öykülenerek hep yaşanır...
Paris; İstanbul; Londra, Milano, Venedik, Roma...
Prag’lı Don Juan doktor Tomash ölümlü öyküsüyle hep ölümsüzleşecektir...