Dağda yalnız yaşayan karı-koca’nın hikayesi...
.
Bir zamanlar; büyük bir dağın eteklerinde, küçük bir kulübede yaşayan bir karı-koca vardı...
Dağ yüksek ve geniş; gölgesi ise karanlık ve soğuktu...
Karı-kocanın evi güneş görmüyordu...
Bahçeleri güneş görmediği için; domatesler yeşil oluyor, çiçekler açmıyordu...
***
Dağın zirvesi dört bir taraftan yağmur bulutlarını topluyordu...
Karı-kocanın evinin üstünden yağmur, dolu, fırtına hiç eksik olmuyordu...
Rüzgarın şiddeti, evin çatısını uçurmaya yetecek güçteydi...
Başlarındaki bela bundan ibaret değildi...
***
Yağmur ve fırtınanın yanısıra, dağın eteklerinden yuvarlanan taşlar; evin çatısında delikler açıyor; geceleri sık sık dağdaki mağaralardan çıkan hayvanlar aşağı iniyordu...
Karı-koca; geceleri kulübelerinin etrafında gezinen vahşi kedilerin soluk alıp verişlerini dinleyerek birbirlerine sıkıca sarılıyorlardı...
***
Durum dayanılacak gibi değildi...
Karı-koca hayatlarını mahveden dağdan kurtulmak için ne yapacaklarını bilmiyorlardı...
Bu yüzden fikir danışmak için bir bilgenin yanına gittiler...
Bütün dertlerini ona anlattılar...
Güneş görmeyen evi...
Yağmuru, doluyu...
Fırtınayı; eteklerden evin çatısına düşen kayalıkları...
Vahşi hayvanları...
*****
“DAĞI KORKUTMAK GEREK...”
Karı-kocanın anlattıklarını sabırla dinleyen yaşlı adam; sonunda yumruğunu masaya vurdu:
-“Yardımımı istemek için, bu kadar beklemiş olmanıza bile şaşırdım...” dedi...
-“Bu dağ hayatınızı çekilmez hale getirmiş... Bu işe bir dur demek gerek...”
Karı-koca hevesle başlarını sallayarak onayladılar...
Sonunda biri çıkmıştı; neler çektiklerini anlayan ve çözüm yolu gösteren...
***
-“Bu dağı korkutup, kaçırmanız gerek...” dedi yaşlı adam...
-“Eve gidin... Elinize tencereleri, tavaları ve gürültü çıkartacak ne varsa alın... Dağın eteklerine gidip, avazınız çıktığı kadar bağırın...
Tencere, tava ve gürültü yapan ne varsa, birbirine vurun...
Çığlık atın, hayvanlar gibi kükreyin... dağ korkacak ve uzaklaşacaktır...”
***
Karı-koca bu kadar basit bir şeyi neden daha önce akıl edemediklerine hayıflandılar...
Eve gidip, hemen talimatları uyguladılar...
Dağı korkutmak için, günlerce ellerinden geleni artlarına koymadılar...
Ancak bir hafta geçti;
Bağırmaktan sesleri kısıldı; dağ yerinden bir milim bile oynamadı...
Bunun üzerine ikinci bir “adam”a danışmaya karar verdiler...
*****
“DAĞA SEVGİ GÖSTERİN...”
İkinci yaşlı adam çifti dinledikten sonra hükmünü verdi:
-“Dağı korkutamazsınız...” dedi...
-“Dağ korkuyu bilmeyecek kadar güçlüdür... Korkunun zıttı sevgidir... Dağın kalbine hitap etmelisiniz... Ona gidin adaklar sunun...
Ona şarkılar söyleyin... Kurumuş yerlerini sulayın... Üzerine ağaçlar dikin...
Ve sonra ona derdinizi anlatın... Sizi anlayacak ve kendi rızasıyla gidecektir...”
***
“Ne kadar doğruydu” ikinci yaşlı adamın söyledikleri...
Karı-koca hemen bu öneriyi uygulamaya koyuldular...
Haftalar, aylar böyle geçti... Dağ kendisine yönelik ilgiden hoşlanıyor gözükse de, hiçbir değişiklik göstermiyordu...
Yine yağmur ve fırtına eksik olmuyor; dağın eteklerinden kayalar düşmeye devam ediyordu...
***
Bunun üzerine karı-koca durumun umutsuz olduğunu fark edip; bir başka bilge adama gitmeye karar verdiler...
*****
“DAĞI HAREKET ETTİRME DANSI...”
Üçüncü gittikleri bilge adam; onların bütün dertlerini, pür dikkat dinledi...
-“Anlaşılan korku ve sevgiyi zaten denemişsiniz...” dedi...
-“Görebildiğim kadarıyla geriye bir tek ‘dans’ kalmış...
Sizin ‘Dağı hareket ettirme dansı’ yapmanız gerek...
Eve gidin...
Çatınızın ve dolaplarınızın içindeki bütün eşyaları katlayın...
Hepsini başınızın üstüne yerleştirin...
Sonra dağın karşısına geçin ve bu dansı yapmak için gözlerinizi kapatın...
İki adım ileri, dört adım geri giderek dans edin... Dağın sizi duyduğunu ve geri çekildiğini hissedene kadar bu şekilde dans edin... Sonra gözlerinizi açın ve evinizi orada, yeniden kurun...”
***
Çift eve gitti...
Ne korkunun ne de sevginin başaramadığını, bu garip dansın nasıl çözeceğini bilmeden, bilge adamın dediklerini yaptılar...
Gözlerini tekrar açtıklarında karşılarında dağın olmadığını gördüler...
Düşen kayalardan uzakta; güneşli bir yerde duruyorlardı...
Evlerini yeniden kurdular ve mutlu bir hayatı yaşamaya başladılar...
*****
“SENİ BESLEMEYEN BİR YERDE DURMAN GEREKMEZ...”
Karanlık bir dağın çok yakınına yerleşmeyerek, kendini koruyabilirsin...
Çevrendeki tabiat şartlarına kızma...
Sadece iki ayak kuralını düşün...
Bu kural der ki;
İki ayağın olduğuna göre, seni beslemeyen veya sana ihtiyaç duyulmayan bir yerde durman gerekmez...
***
O zaman yürü...
Sana zarar verecek şeyden kaçınmak; aslında bir sevgi eylemidir...
Kendine ve evrene özen göstermenin bir yoludur...
Seni besleyen bir ortam bul ve bu sayede gelişimini sürdür...
*****
GÜÇ NEDİR?
Şunu düşün;
Uzaklaşman gereken dağlar neler?..
Hayatının bu evresinde senin için olumlu ve besleyici bir ortam nasıl olmalı?..
***
Dans sayesinde bedenimizle iletişim kurarız...
Rasyonel aklın ulaşamadığı bilgilere ulaşırız...
Bir durum; bir proje; veya bir kişinin senin için ‘besleyici olup olmadığından’ emin değilsen; duvara bu durumu temsil eden bir işaret yapıştır...
Sonra kendini müziğe kaptırıp, içinden geldiği gibi dans et...
Kendine sor...
Bedenim bu durum, bu proje, bu insan hakkında ne biliyor?..
Zengin içsel verilere ulaştığını göreceksin...
***
Güç kazanarak gelmez...
Çabaların sayesinde güçlü yanların gelişir...
Zorluklardan geçtiğinde ve teslim olmamaya karar verdiğinde...
İşte güç budur...