Çetin Altan; linç edilmeye çalışılan bir yazarın, gerçek öyküsü...
.
Çetin Altan’ın toprağa verildiği gün; ölümünün yarattığı “duygusal ortamda;” Altan’ın “bu ülkede farklı ses çıkarmaya çalışan bir aydının, ızdırap dolu çetin yaşam mecrasının”, acılar ve ibretlerle dolu birikintisinin gündeme gelmediğini görmek, benim için sürpriz olmuyor...
Çetin Altan’ın “görüş ve düşünceleri köşesindeki yazılarda elbet...”
Ama Çetin Altan’ın “bu ülkede farklı düşünen bir yazar olmak uğruna” yaşadığı korkunç bedel;
Bedeni ve psikolojik linç süreçleri...
Hayatı sürekli bir gözaltı sürecinde yaşadığı tecrit edilmiş yıllar...
Yaşamı; ona zindan etmek için, girişilen sayısız işkence tezgahları...
Onu yıldırmak için birbirinin peşisıra yürürlüğe konan dava ve cezaevi süreçleri...
Kendisine “Allahsız, dinsiz, imansız, alkolik...”
Rahmetli annesi ve eşine olabilecek en aşağılık sıfatlarla saldırılarak, “bir pislik muamelesi çekilmeye çalışıldığı operasyonlar...”
Cumhuriyet Türkiye’sinin, kurulu düzenden farklı düşünen, ayrıksı ve çetin bir yazarına reva gördüğü muamelenin göstergeleri...
BÜYÜK GÖZALTI...
Ben Çetin Altan’ın hayatını, köşesindeki yazılardan değil; cezaevine konulduğu, yüzlerce davayla yıldırılmaya ‘Allah’tan bahset’ nidalarıyla yapayalnız ve savunmasız bırakıldığı, eşi ve rahmetli annesi sövülerek, toplumdan soyutlanmaya çalışıldığı, operasyonları anlatan dört romanından anlıyorum...
***
Bu romanlar; yazarın 1972 yılında yazdığı, tutuklanmadan ve cezaevine gönderilmeden önce, evinin çevresinde satıcı, işportacı, arkadaş, parti içinde yoldaş, kimliksiz yurttaş kimlikleriyle sokulduğu “Büyük Gözaltı” sürecini anlatır...
***
Cezaevine sokularak, yok edilmeye çalışılan bir yazara yapılan manevi işkencenin, hadsiz, merhametsiz, gaddar yüzünü, bir aydının kendi yüzleşmesiyle usta bir roman estetiğinde anlatır Çetin Altan Büyük Gözaltı’da...
Hayatının en nirengi noktalarından birini anlatır bu roman...
Çetin Altan’ın 12 Mart darbesini izleyen günlerde Sağmacılar Cezaevi’ne sokulmasından hemen önce; 1972 yılında kaleme aldığı romandır Büyük Gözaltı...
VİSKİ...
Solcu bir yazarı itibarsızlaştırmanın, en geçerli yollarından biri, “içtiği viskiyi dillere dolayarak”, onun Amerikan içkisi içen ‘sahte sosyalist’, gerçekte ise bir sarhoş!, “bir alkolik” ve serseri ruhlu iflah olmaz!, bir kişilik olduğunu kanıtlamaktır...
***
Çetin Altan’ı itibarsızlaştırmak, söylediklerinin etkisini yok etmek, ondan görüşleri ve düşünceleri etkili bir entelektüel yerine, bir sarhoş, bir serseri ve bir alkolik çıkarmak psikolojik algı mekanizmasını yürüten derin işkence tezgahlarında yürütülen sıradan bir uygulamadır...
***
Bu derin tezgaha; “annesinin kimliği, eşinin durumu gibi dişi konular iftira yöntemiyle” en adi biçimde tartışma konusu yapıldığında; “Çetin Altan görüşleri değersizleşen, itibarsız bir kimlik haline getirilmeye çalışılacaktır...”
***
Altan’ın “Viski” romanı, kendi başından geçen bu sürecin 1975 yılında kaleme alınması sürecidir...
SÜREKLİ GÖZETLENEN BİR ÇETİN ALTAN VE “BİR AVUÇ GÖKYÜZÜ...”
Çetin Altan; 12 Mart darbesini izleyen günlerde içeri alınır...
17 ay hapishanede kalırken, yeni davalar ve davalardan çıkacak hükümlerin umudu kıran beklentisiyle içeride iyice yıldırılmaya çalışılır...
***
1974 yılında cezaevinden çıktıktan sonra yazdığı ve yine hayatının en acılı günlerini anlattığı; Bir Avuç Gökyüzü isimli romanı şöyle anlatılır arka kapağında;
***
“Çetin Altan’ın Bir Avuç Gökyüzü’sü, siyahi bir mahkumun kendi içindeki zindanı anlatır...
Hapisten yeni çıkan, ancak mahkemesi süren bir yazar vardır odakta...
Sürekli gözetlendiğini hisseder...
Bu yazar alacakaranlık kuşağında gibidir...
***
Ne var ki; ‘paranoyak olman, izlenmediğin anlamına gelmez...’ sözünü haklı çıkarırcasına anlar gerçeği...
Gözetleniyordur...
Bu yazarın, yeniden hapse girmesini bildiren tebligatın gelmesiyle, o büyük kapıdan içeri girişi arasındaki yedi günü anlatır Çetin Altan...
***
17 ay boyunca biriktirdiklerini, korkularını tereddütlerini, öfkesini ilmik ilmik işleyerek...
Nasıl ki öleceğini düşünmek ölümden beterdir...
O dört duvar arasına gireceğini bilerek yedi gün geçirmek, zindandan daha karanlıktır...
Okurlar da yazarla birlikte adım adım daralır...
Çaresizliğe düşer...
***
Bu yazarın aralarındaki sorunları bir türlü çözemedikleri bir de karısı vardır...
Haliyle bir de ilişkileri...
İşte bu olmayacaktır...
Kitap elbette müstehcen bulunur...
Bir Avuç Gökyüzü toplatılır...”
***
Romanın tanıtımı, neyin ne olduğunu daha nasıl anlatabilir?..
Başka bir söze gerek var mı?..
KÜÇÜK BAHÇE VE ETMESİ İSTENEN BİR YAZAR...
Ve Çetin Altan’ın hayatının ızdıraplı günlerinin anlatıldığı
dörtlü roman zincirinin son halkası olan Küçük Bahçe...
Şöyle satırlarla anlatılır roman okuyucuya:
“Romanda bahsedilen asıl kahraman X diye geçer...
Hapishaneden çıktıktan sonra, küçük bahçede bir şezlongda oturarak, hayal ettiği yaşamlara girip çıkan, ama gerçekte bunların hiçbirini yaşamayan bir kişidir “X”...
***
Kendini halkın içinde buluveren “X”, bir süre sonra bu yaşamdan kurtulup, yine şezlongunda oturmaya devam edecektir...
Bazen bir hoca; bazen düşen uçaktaki yolculardan biri, bazen bir cadı, bazen bir burjuva kadının kocası, bazen bir emekçi grubunun üyesi, bazen bir holding sahibi, bazen bir cadı, ya da bakanlardan birisi olup, onlar gibi yaşamaya başlar hayal gücüyle...
***
Oysa hayat bir yandan devam etmektedir...
“X”in hayatta en büyük acısı, hayatta kendisinin yapayalnız olması ve kendisini bu hayata ait görmemesidir...kendini bir boşluğa ışınlanmış olarak görmektedir...
***
Buna sebep olan şey, insanların onun toplumla olan ilişkisini kesmeye çalışması ve onu bu yaşamdan bezdirip, tüm yaşam kapılarının kapanmasını ve intihar etmesini istemeleridir...
Roman adını başkahramanı “X”in, küçük bir bahçede şezlongda oturmasından alır...”
Böyle yazar Küçük Bahçe romanının tanıtımında...
Bay “X” Çetin Altan’ın bizzat kendisidir...