Şampiy10
Magazin
Gündem

Çağla gibi tenisçi çocukların 23 Nisan’ı... (1)

.

ABONE OL
Vatan Haber

22 Nisan Cuma akşamı anneleri mesaj gönderiyor...

-“Okuldaki 23 Nisan törenleri için, çocukların kırmızı pantolon beyaz tişört kıyafetlerini yarın giymeleri için hazırlıyorum...” diyor...

***

Anneleri 23 Nisan’da, diğer etkinliklerin iptal olacağını düşünüyor...

Oysa tenis takımındaki 7 yaş çocuklarının tenis antrenmanları ne 23 Nisan ne 19 Mayıs ne de başka bir bayram ya da seyran tanıyor...

***

O çocuklar ve daha büyük yaşlar antrenman programlarına kesintisiz devam ediyorlar...

-“Okuldaki 23 Nisan törenlerine katılım zorunlu değil... TED’deki antrenmanları kaçırdılar mı, diğer arkadaşlarından geride kalıyor, soğuyorlar...” diyorum annelerine...

-“İstersen antrenmanı kesmesinler... Orada da 23 Nisan töreni yapılır... Sporcu arkadaşlarıyla orada kutlarlar...”

***

23 Nisan sabahı TED kulübünde antrenmana gidiyorlar...

Her yaştaki antrenman gruplarının, aynı disiplinli katılımla devam ettiğini görüyorum...

Saat 11 gibi Hocalar;

-“23 Nisan için tören var...” diyorlar ve kısa bir tören yapıp, pasta kestikten sonra yeniden antrenmanlara alıyorlar tenisçileri...

*****

TARİHTE İLK KEZ BİR TÜRK KADIN TENİSÇİ... (2)

Önceki gece sabaha karşı tarihte ilk kez bir Türk kadın tenisçi sıfatıyla, uluslararası bir WTA turnuvası kazanan Çağla Büyükakçay’ın maç sonrası; küçücük bir kızın sorusuna verdiği cevabı izliyorum...

Minik kız Çağla’ya soruyor:

-“Böyle bir şampiyon olabilmek için ne yapmam gerekiyor?..” diyor...

Çağla cevap veriyor...

-“Önce iyi bir insan olmak gerekiyor... Sonra sürekli çalışmak... Hiç yılmadan, bezmeden, usanmadan çalışmak...”

***

Çağla Büyükakçay 26 yaşında bir Türk tenisçi...

Finalde karşılaştığı Danka Koviniç; henüz 20 yaşında Karadağ’lı bir tenisçi kız...

Ancak maça başlarken; Çağla ilk yüze giremeyen bir tenisçi, Koviniç ise 60. sıradan kendine yer bulmuş bir profesyonel...

***

Yorgun olduğum için akşamları erkenden yatıyorum... Zaman zaman geceleri saat 03 gibi uyanıyorum...

Kaçırdığım bir tenis veya basketbol finali, bir futbol derbisi ya da çok sevdiğim bir film varsa izliyorum...

***

Çağla’nın final maçına da böyle tesadüf ediyorum...

Saat 04.30’a kadar gözümü kırpmadan İstanbul’daki tenis finalini izliyorum...

Görülmemiş bir konsantrasyonla oynuyor Çağla Büyükakçay finali...

Bir Türk tenisçisinin; Türkiye’nin tarihinde ilk kez çıktığı bir uluslararası turnuva finalinde, böylesine soğukkanlı konsantrasyon sağlayabilmesi, inanılması zor bir mucize...

***

Çağla bunu başarıyor...

Yine de karşısındaki rakip, kendisinden klasmanda epey üstte yer alıyor...

Bu dezavantajı, inanılmaz bir seyirci desteğiyle geçiyor Çağla...

*****

ÇAĞLA VE ANNESİ... (3)

Kameralar maçın final setinde, Çağla’nın annesine sürekli zoom yapıyorlar...

Anne kızının heyecanından ayakta duramıyor...

Yanındakilere tutunuyor...

***

Annenin ayakta durmakta zorlandığı anlarda, Çağla forehand, backhand inanılmaz vuruşlar yapıyor, spin çekiyor, rakibini ters ayakta yakalıyor, drop shut’larla sayı alma denemelerine giriyor...

***

O zaman aklıma;

İstanbul’un Avrupa yakasında TED’de ENKA’da sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar kortlarda çalışan, genç tenisçiler geliyor...

***

Anne babaların, çocukların antrenmanlarını bitmek bilmeyen bekleme maratonları halinde izlemeleri gözümün önünden gitmiyor...

***

O anda fark ediyorum ki, geçen yıl 1 Mayıs’ta, herkes Bayram tartışmalarına kilitlenmişken, çocuklar 6 yaşında yine tenis kortlarında antrenman yapıyorlar...

***

Çağdaşlığın ve gelişmişliğin şaşmaz manivelasının; “uluslararası çapta, iyi yetişmiş meslek erbabı ve sporcu yetiştirmek” olduğunu çoktan biliyorum...

***

İspanyollar, Sırplar, Hırvatlar, Almanlar, Japonlar, Amerikanlar, İsviçreliler, Fransızlar, İngilizler muhteşem tenis şampiyonları çıkartırken; bir Türk tenisçinin dünya sıralamasında ilk 100’e bile girememesindeki “hüzün verici ibret”i çözmeye çalışıyorum...

***

Hayatın ve zamanın tenis yapılan bu kulüplerde, Türkiye’nin diğer yerlerine göre başka türlü geçmekte olduğunu fark ediyorum...

***

Buralarda kavga edilmiyor...

Buralarda insanlar birbirini kesmiyor...

Gözünün içini oymaya çalışmıyor...

Buralarda, kronik bir hesaplaşma dürtüsü, bitmek bilmeyen bir kan davası, bir türlü alınamayan obsesif intikam duygusu mevcut değil...

***

Buralarda insanların yaşam tarzları tartışılmıyor...

Birbirlerine metazori dayatılmıyor...

Farklılıklar üzerinden kavga çıkmıyor...

Buralarda spor yapılıyor...

Ter akıtılıyor...

Daha iyisi daha güzeli yapılsın diye bitmek bilmeyen çabalar içine giriliyor...

***

Bu ülkenin dünyayla en fazla entegre olan merkezleri; buralar...

Florida, Barcelona, Londra, Monaco, Sydney, Paris gibi dünyanın ünlü tenis merkezlerine benzemeye çalışıyor bu merkezler...

Aynı barışçıl enerjiyi, aynı pozitif aurayı yayıyor...

*****

TENİS ŞAMPİYONASINDA DAVULLU TEZAHÜRAT... (4)

Önceki geceki turnuvanın final maçının, sadece bir rahatsız edici noktası bulunuyor...

***

Wimbledon; Australia Open, Roland Garros; Barcelona, Monaco, Miami Open gibi uluslararası prestijli Grand Slam turnuvalarda da ev sahibi oyunculardan yana seyirci baskısı hissediliyor...

***

Ancak seyirci desteği, biraz alkış, teşvik edici tempolu alkış biçiminde tezahür ediyor...

Futbol veya basketbol maçındaki tezahürat biçiminde bir seyirci performansı “tenis sporunun” ruhuna aykırı sayılıyor...

***

İstanbul’daki turnuvada seyirci, “Çağla Çağla” diye dakikalarca tempo tutuyor...

Tenis; arka arkaya sayıların alındığı bir basketbol maçı değil... Tenis bireysel bir spor ve sporcunun aşırı derecede konsantrasyonunu gerektiriyor...

***

Birçok uluslararası turnuvada, star tenisçiler; seyircilerin abartılı tepkilerine bile reaksiyon gösteriyor ve hakeme itiraz ediyorlar...

***

İstanbul’daki tezahürat şekline; bugüne kadar dünyanın hiçbir tenis turnuvasında tanık olmuyorum...

***

Bir ara iş iyice çığırından çıkıyor ve tezahürat davul eşliğinde tempo tutularak yapılmaya başlanıyor... Tenis sporunun konsantrasyon moduna uygun olmayan; davullu tezahürat şekli, sakil bir görüntü çiziyor...

***

İstanbul’daki turnuvanın tek olumsuz görüntüsü olarak hafızalara kazınıyor...

Çağla’nın şampiyon olduktan sonra, iki buçuk saatlik maçın ardından; irticalen yirmi kişinin ismini ve görevini sayarak; Türkçe ve İngilizce teşekkür etmesi ise akıllara durgunluk veriyor...

***

Koskoca Oscar törenlerinde, hayatları ezber olan dünya çapındaki aktör ve artistlerin ceplerinden çıkardıkları kağıttan teşekkür konuşmasını yaptıklarını bilen ben, Çağla’nın tenis performansının ardından, yaptığı konuşmanın muhteşem bir mucize olduğunu hissediyorum...

***

Genç Türk kızının, tenisine, sporculuğuna, asaletine ve disiplinine bir kez daha hayran oluyorum... Gözlerimden yaşlar akarken, televizyonu kapatıp yatıyorum... Gecenin adım adım sabaha dönüştüğünü fark ediyorum...

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Beethoven; çocukluk aşkıyla...
  2. Altın Kelebek ödülündeki Diriliş Ertuğrul dizisi olayının derin kodları...
  3. Aydın Doğan ve Altın Kelebek ödül töreni...
  4. 12 yaşındaki çocukla bakıcısının aşkından çıkan sanat...
  5. ‘Erkek bedeninin yükünü arzulayan kadın...’
  6. Leonard Cohen; anlarız ki bir gün herkes yeniliyordur...
  7. Hollywood’daki ‘Proje’ sanatçıların; Trump’a hakaret kampanyalarındaki gizli misyon...
  8. Kadın tacizlerinden medet uman Amerikan medyasının rezil olduğu seçim...
  9. Mandela’nın hayatı ve efsane sözleri...
  10. Amerikan derin devletinden seçime saatler kala gelen kritik mesaj...“Hillary temiz...”

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.