Berlin duvarını andıran Avrupa vize duvarı...
.
20 yaşında bütün hevesi; yurt dışına gidip, İngiltere’de, Fransa’da hayatı görüp tanımak olan bir gencim...
Yeterli döviz olmadığından hükümet bir karar çıkartıyor ve yurt dışına çıkışları üç yılda birle sınırlı tutuyor...
Üç yılda sadece bir kez çıkabiliyor ve çıkışta en fazla 500 dolar alabiliyor Türk insanı; Merkez Bankası’ndan...
***
Sınır kapısında fazla dövizle yakalanırsa, suç işlemiş oluyor ve parasına el konuyor...
Cambridge’e giderken annem, pantolonumun iç cebine birkaç yüz doları dikerek yerleştiriyor...
***
Ertesi yıl Paris’e gitmek için, “Lille’deki bir çalışma kampına gidiyorum” diye çalışma kampından izin belgesi alıyorum...
Yaşamım boyunca her yurt dışına çıkışta, “mazimde kısıtlamaların yarattığı bir yarım kalmışlık duygusunun yarattığı hevesin tatminini duyuyorum...”
DUVARDA BİR GEDİK AÇABİLDİĞİMDE... (2)
Bir yıl önce Almanya’ya seyahat ettiğimden İngiltere’ye turist olarak gidebilmen 1979 yılında mümkün olmuyor... “Ancak eğitim amacıyla bir okula kaydolursan, ya da bir iş bulabilirsen gidebiliyorsun...” diyorlar,
***
Türkiye kendi vatandaşlarının yurt dışına çıkma hakkını üç yılda birle kısıtlıyor o yıllarda...
***
Cambridge’deki okula kaydımı yaptırıyorum ve kabul belgesini aldıktan sonra İngiltere’ye gidebiliyorum...
Sonraki yıl, bütün amacım Fransa’ya Paris’e gidebilmek... Fakat yurt dışına çıkacak bütün yollar tükenmiş görünüyor...
***
Eğitim amacıyla Paris’te bir okula kaydımı yaptırmam kolay görünmüyor...
Turist olarak çıkamıyorum...
Bir arkadaşım;
-“Kültürel değişim programları var... Yaz kamplarında çalışıyor gençler... Onlara başvur... Kampa kabul edilirsen, Fransa’ya gidebilirsin...” diyor...
Sürprizi sona ekliyor:
-“Katılmak istediğin kamplarla ilgili senden üç ülke adı istiyorlar... Birincisinde yer yoksa diğer ülkelerdeki kamplara gideceksin...”
-“Ben sadece Paris’e gitmek istiyorum...” diyorum... -“Şansın elverirse gidersin...” cevabını veriyor...
***
“Fransa’da çalışma kampı talebim kabul edilecek mi edilmeyecek mi” sorusu haftalarca geriyor beni içten içe...
Bir süre sonra haber geliyor...
-“Fransa’nın Lille kentindeki çalışma kampına kabul edildiniz...” diye...
Paris’e gideceğim; Paris’ten Lille’e geçeceğim, onbeş günlük çalışma kampına katılacağım; sonra tekrar Paris’e dönüp orada kalıp, Türkiye’ye döneceğim...
Mutluyum... Ne yapıp edip; “Avrupa ile aramdaki duvarda bir gedik açıp; Fransa’ya gidebileceğim için...”
30 YAŞINDA... PARİS’TEN PORTEKİZ’E GİDERKEN (3)
Paris’teyim... Fransa’da okuyan kız arkadaşım ve onun erkek kardeşiyle, ortak bir arkadaşımızın evine misafir olup, yılbaşını geçirmek için Portekiz’e uçacağız...
Benden başka kimsenin vizeye ihtiyacı yok...
Kimliklerini gösterip geçiyorlar sınırdan...
***
Grubun tek “vize” zorunlu elemanı olmak gayri ihtiyari kimyamı bozuyor...
Sanki “suç benim suçum gibi” içimdeki savunma mekanizması çalışıyor...
***
Yıllardır gazeteci olarak seyahat ediyorum...
“Vize” isteyen memurların tavır ve davranışlarına alışkınım...
***
Fransa’dan Portekiz’e gitmek, Avrupa Birliği vatandaşları için değil vize, pasaport göstermeye gerek olmayan bir seyahat...
Onlara bir “kimlik” göstermek yetiyor...
Ankara-İstanbul uçak yolculuğu gibi...
***
Türk vatandaşı için ise, “turistik nedenle bulunduğu Fransa’dan çıkış ve bir başka Avrupa Birliği ülkesine giriş”
o yıllarda deveye hendek atlatmaktan zor bir iş...
***
Charles De Gaulle Havaalanı’nda arkadaşlarım kimliklerini gösterip geçiyorlar...
Ben vize kuyruğunda bekliyorum...
Nihayet Fransız vize memurunun karşısına dikiliyorum...
O günlerde Fransa ile Türkiye arasında nahoş vakalar var...
***
Fransız pasaport polisi o günlerde, havadan nem kapıyor ve ülkesine “girip çıkan Türk vatandaşlara, daha bir dikkatli bakar” hale geliyor...
Pasaportumu alıyor ve incelemeye başlıyor...
Neyi incelediğini bilmiyorum...
Zaten çok girişli vizem var... Atina’da ikamet ediyorum...
Benim uflayıp puflamam polisi zerrece ilgilendirmiyor, gittikçe artan bir ciddiyetle pasaport üzerinde inceleme yapmaya devam ediyor...
***
Arkamdaki kuyruk gittikçe uzuyor...
Bekleyenlerin öfkesinin pasaport polisinden çok benim üzerimde biriktiğinin farkına varıyorum...
***
Bir süre sonra Fransız pasaport polisi aradaki küçük camı kapatıyor ve “Siz benimle geleceksiniz” diyor...
Gişeyi kapatıyor...
Kuyrukta bekleyenlere “yandaki gişeye geçin” anlamında bir şeyler söylüyor... Herkesin ortasında “rezil” oluyorum... Bütün gözlerin bana çevrildiğini hissediyorum...
***
Havaalanındaki turistler tarafından “uluslararası kriminal bir kaçakçı tehlikeli bir suçlu” olarak algılandığımı biliyorum...
Böyle durumlarda “gazeteci” olduğuma şükrediyorum...
Öyle bir tepki gösteriyorum ki, Fransız pasaport polisinin “yaptığı haksızlık, yanına kâr kalmıyor...”
***
Görevli polise göre; üçüncü dünya ülkesi Türkiye’den gelen bir yolcuyu “pasaportundaki vize sahte mi değil mi” diye sorgulamak, doğal bir olay...
-“Bu vize sahte” diyor...
Ben ise ona cevap olarak, “Bu yaptığının yanına kâr kalmayacağını” söylüyorum...
***
Beni “kapalı bir odaya alan pasaport polisi, tepkimin büyüklüğünden hafif tırsıyor...”
Sorulara cevap vermeyi reddediyorum ve bana “büyükelçiliği bağlayın” diyorum... İkinci bir polis memuru geliyor... Birinci ikinciye bir şeyler söylüyor...
***
Bir süre sonra şefleri olduğunu anladığım üçüncü bir polis geliyor...
Ben havaalanının ortasında uygulanan insanlık dışı muameleye karşı, “hakkımı aramanın” yollarını arıyorum...
***
Polisten şikayetçi olmaya kalksam, yılbaşını geçirmeyi hayal ettiğimiz Lizbon seyahati elimizden uçup gidecek...
Üstelik Fransız polisi “Ben görevimi yaptım... Şüphelendim, sorguladım” deyip işin içinden sıyrılacak...
Bir süre sonra şefleri olduğunu anladığım polis, yavaştan beni sakinleştirmeye başlıyor...
***
Hiç hak etmediğim bir şekilde “insanlık dışı, kanun kaçağı muamelesine” tabi tutulduğumu, yüzlerce insanın önünde kriminal bir kaçak gibi, alınıp bir odaya tıkıldığımı söylüyor; ve mağduriyetimi anlatıyorum...
***
Arkadaşlarım yanıma geliyor...
Bana uçağı kaçırmak üzere olduğumuzu haber veriyorlar...
Fransız pasaport polisi hemen gidersek uçağı kaçırmayacağımızı söylemeye başlıyor ve “her şeyi unutma üzerine adı konmayan bir pazarlık yapıyor” benimle... Ya herkesin programını iptal ettireceğim, ya da bu zımni özrü kabul edip gideceğim...
Bir an için kendimi aşağılanmış hissederken; Fransız pasaport polisini dize getirmenin göreceli mutluluğuyla,havaalanından ayrılıyorum...
Lizbon’a uçuyorum...
AVRUPA’YLA 36 YILLIK VİZE DUVARININ ACI VEREN ÖYKÜLERİ... (4)
Atina’ya gitmek için havaalanında check-in yaptırıyorum...
Check-in yapan THY hostesi, utana sıkıla yanıma yanaşıyor...
-“Schengen vizeniz tek girişli... O tek girişi de daha önce yapmışsınız... Bu vizeyle ne Yunanistan’a ne de başka bir Avrupa ülkesine giremiyorsunuz...”
-“Şaka mı yapıyorsunuz” gibi bakıyorum hostes hanıma;
-“Ben bu vizeyle Yunanistan’dan sonra Beşiktaş’ta yönetici olarak takımla birlikte Berlin’e gittim... Alman polisinden hiçbir sorun çıkmadı...”
***
Aynı anda vizeye bakıyorum... Gerçekten tek giriş yazıyor... Peki Almanya’ya bu vizeyle nasıl giriyorum?.. Belli ki, her tarafı vizelerle dolu 3 yapışık pasaportu gören Alman polisi özel uçakla gittiğimiz için, hiç ihtimal vermediğinden giriş damgasını yanlışlıkla basıyor...
***
Eşyalarımla Yeşilköy havalimanında dımdızlak ortada kalıyorum...
O an, kafamda şimşek çakıyor... Yunan Başkonsolosluğu’ndaki Yorgo o anda aklıma geliyor... Yıllar yılı, İstanbul’daki Türkler ve Atina’da Rum kökenli Türk vatandaşları arasında kulaktan kulağa “nazi subayı” olarak anlatılan Yorgo’nun azizliğine uğradığımı o an anlıyorum...
***
O saatte büyükelçiyi, başkonsolosu arasan da hemen vize temin etmenin imkanı yok...
Uçağı kaçırıyorum...
Rezervasyonları iptal ediyorum...
Bütün programımı altüst etmek zorunda kalıyorum...
Biliyorum ki, kim olursam, ne olursam olayım; Avrupa’yla vize duvarı devam ettikçe, hiçbirimize özgürce seyahat olmayacak...
***
Bunlar, 36 yılda yaşadığım olaylardan sadece birkaçı...
Avrupa’ya vize kalkıyor...
26 Avrupa ülkesine Türk vatandaşları Haziran ayının sonundan itibaren vizesiz gidebilecek hale geliyor...
Bu anılar çocuklarıma; “Avrupa’yla vize duvarında yaşayan babalarından acı ve ibret dolu birer anı olarak” kalıyorlar...