Başarı yalan söylemek zorunda kalmadan yaşamaktır...
.
“Başarı; yalan söylemek zorunda kalmadan yaşayabilmektir...
***
İnsanlar değerli olmayı unuttular...
Önemli olmaya çalışıyorlar...
***
Hayat yaşandığı kadar vardır...
Gerisi ya hafızalardaki hatıra, ya da hayallerdeki ümittir...
Hüsranı ise bir tek yerde kabul ediyorum...
Yaşamak mümkünken, yaşamamış olmakta...
***
Politika demek; kazığı atarken söylediğin, kazığı yiyenlere alkışlatmak demektir...
***
İyi yaşamak, zamanı olanaklar çerçevesinde en unutulmaz bir tat içinde yaşamaktır...
***
Mutluluk; sevdiğinle zamanı unutmaktır...
***
Neyi merak ediyorsan, o önemlidir hayatta...
Merak etmediğin şey, görünmez sana...
***
Yazı dediğin, 100 sene sonra birileri baktığı zaman sana ‘dangalak’ demesinler diye özenle yazılmalıdır...
***
Uydurdunuz...
Uydurdukça dünya ile belki daha kolay anlaşırsınız...
Nasıl olsa onun için de ‘yalan dünya’ diyorlar... Ama unutmayın ki, uydurma gereği duymayanlar için de ‘adam’ diyorlar...
***
İnsan gerçekleşmeyecek şeyi düşünemez...
Kristof Kolomb mutlu olsa denizlere açılır mıydı?..”
Çetin Altan
*****
SERİ BİR KATİLİN İZ BIRAKMAYAN CİNAYETLERİNİN, KORKUTUCU NEDENİ...
Seri bir katil, korkunç cinayetler işlerken ardında hiçbir iz bırakmıyor...
***
FBI dedektifleri, bu zorlu davada; seri katilin kimliğini bulabilmek için, gidebilecekleri tek kişinin; emekli uzman bir adli tıpçı olduğunu düşünüyorlar...
***
John Clancy bu isim...
Clancy’nin (Anthony Hopkins) çok nadir bulunan bir özelliği bulunuyor...
Olayları önceden gerebilme ve görünmeyen bağlantıları ortaya çıkarabilme kabiliyetine sahip bir çeşit medyun John Clancy aynı zamanda...
***
Ne var ki; adli tıp uzmanı John Clancy (Anthony Hopkins), kızının lösemi olup, bir süre can çekişerek ve ölümü bekleyerek göçüp gitmesinden sonra, hayata küsüyor ve inzivaya çekiliyor...
***
Hopkins’i çekildiği inzivadan kopartıp, korkunç cinayetler işleyen seri katilin olayına vermek güç bir mesele...
Ancak Hopkins’in dostu olan bir FBI dedektifi “zorlu ikna görevini başarıyor” ve Hopkins’in bilinmeyeni ortaya çıkartan medyum yetenekleri, öngörüleri ve sihirli görsel zekasıyla seri katil olayını ele almasını sağlıyor...
***
John Clancy; bir süre sonra birbirinden alakasız görünen maktüllerin hepsinin “ölümcül bir hastalığa sahip olduklarını”, bir süre acı içinde kıvranacakları daha sonra ise kaçınılmaz olarak öleceklerinin tıbben belli olduğunu anlıyor...
***
Hatta bazı hastaların, hastalıklarının farkında olmadıklarını, öleceklerini bile bilmediklerini, seri katilin onların hastalığını teşhis edip, tedavi göremeyecek olanları acı çekmesinler gerekçesiyle öldürdüğünü fark ediyor...
***
-“Seri katil benim çok ilerimde... Benden çok daha fazlasını görüyor... Ona yetişemem...” diyor John Clancy ve görevi bırakmak istiyor...
İşin püf noktası, kendi kızının da öleceğini bile bile, acı içinde yıllarını geçirmiş olması...
***
Film burada; Anthony Hopkins’in kişisel öyküsünün “ahlaki sorusunu” da, Hopkins’e sordurarak, dilemmayı keskinleştiriyor...
***
“Acı çekerek öleceği belli olan bir hastayı, acıdan ve umutsuz bekleyişten kurtararak öldürmek”, suç olsa da, cinayet olarak adlandırılsa da ahlaki midir?..
Seri katil bir nevi “ötanazi hakkını, kendi kullanan bir profesyonel katil” konumuna giriyor...
***
Bugüne kadar seri katil ve cinayetlerinin işlendiği filmlerde, her konu ıcığına cıcığına işlendiği halde bu sefer senaristler farklı bir konu bulmanın heyecanını yaşıyorlar...
***
Her seri katil filminde ilk başlarda makbul bir sebep var göründüğü halde, seri katiller bir süre sonra çok kötü bir karakter profili çizerek kaçınılmaz sona haklı bir gerekçe teşkil ettirdikleri halde; bu kez seri katilin ahlaki gerekçesi, “anlaşılabilir” görünüyor...
Filme heyecan katan; Anthony Hopkins’in kişisel durumuyla örtüşen bir gerekçe, Hopkins yine muhteşem performansıyla filme heyecan katıyor...
Anthony Hopkins sevenler için, yine kaçırılmaması gereken bir film...
*****
BABAMIN ANLATTIĞI ÖYKÜ
Adam gece bir rüya gördü...Rüyasında upuzun bir kumsal boyunca Tanrı’yla beraber yürüyordu...
Onlar yürürken, tam karşılarındaki gökyüzünden adamın hayatından sahneler bir film şeridi gibi geçiyordu...
***
Kumsal adamın hayat yoluydu...
Adam kumda iki çift ayak izi kaldığını fark etti... Bir çift kendisinin, diğer çift Tanrı’nın ayak iziydi...
***
Hayatının son sahnesi de gökyüzünden geçtikten sonra adam, kumdaki ayak izlerine boydan boya bir daha baktı...
Birden bir şey dikkatini çekti...
***
Hayat yolculuğunun pek çok bölümünde kumda sadece bir ayak izi görülüyordu...
Adam dehşet içinde fark etti ki; “ayak izleri hayatının en kötü, en acı anlarında teke iniyordu...”
Bu keyfi onu fena halde rahatsız etti...
Tanrı’ya sormaya karar verdi...
***
-“Tanrım; eğer sana inanırsam, senin yolundan gidersem her zaman yanımda olacağını, her zaman yanıbaşımda yürüyeceğini söylemiştin...
Oysa hayat yoluma bakıyorum...
En zorlu, en kötü, en acılı anlarımda sadece bir çift ayak izi görüyorum kumda...”
***
-“Anlayamıyorum Tanrım anlayamıyorum... Hayatın kolay günlerinde yanımda yürüyorsun... Sana en muhtaç olduğum anlarda, beni niye terk ediyorsun?..”
***
Tanrı gülümseyerek cevap verdi;
-“Sevgili; çok sevgili evladım... Ben seni çok sevdim ve hiç terk etmedim... Hayat yolundaki o zorlu sınav günlerinde yani en acılı, en kötü anlarında kumda hep bir çift ayak izi gördün...
Dikkat et; ayak izleri teke indiğinde derinleşiyor...
Çünkü o anlarda ben seni kucağımda taşıyordum...”
***
Mary Stevenson’ın bu öyküsünü babam ilk gençlik yıllarımda, bana anlattı...
O günün havasında, öykü beni çok etkilediği halde, umursamaz görünmeyi gençlik karizmasına yakıştırmıştım... İlk gençlik günlerinin üzerinden 35 yıl geçtikten sonra, öyküyü geçen hafta gördüğümde, gözümden bir parça yaş süzüldü...
35 yıl; 35 defa bana en acı olaylarda Tanrı’nın sözlerinin ne derece haklı olduğunu göstermişti...
Tek damlalık gözyaşı, 35 senelik mecranın Tanrı’ya yönelik mütevazı bir şükür merasimiydi...