Babalarının Beşiktaş'lı olma nedeni ve kısa hikayesi
.
Dün öğlen yemekte; çocuklar babalarının nasıl Beşiktaş’lı olduğunu bir kez daha anlatmamı istiyorlar...
Onların “babalarından anlatmalarını istedikleri, böyle hoşlarına giden hikayeleri var...”
Babalarının Beşiktaş’lı olma nedeni ve biçim de hoşlarına giden hikayelerden biri...
***
Dün çocuklara; babalarının nasıl Beşiktaş’lı olduğunu anlatırken, önemli bir gerçeği de fark ediyorum...
***
6 yaşındayım...
Yeniköy’de; şimdilerde Yeniköy Spor Kulübü’nün olduğu yerin bitişiğinde oturuyoruz...
Teyzelerimden birisi de eşiyle yine Yeniköy’ün sırtlarında bahçeli bir evde oturuyor...
***
Yazın bütün aile Yeniköy’de bir araya geliyor...
Dört teyze...
Üç enişte...
Anneanne...
Baba, anne ve nihayet ben...
İki evde benim dışımda on kişi bulunuyor yazları... Aile; geceler hariç evlerden birinde hep bir arada yaşıyor...
“GALATASARAYLI KOTASI” (2)
Evin altında bir bakkal dükkanı var... Bakkalın sahibine Musta Efendi diyorlar...
Oğlunun adı da Mustafa...
Oğul Mustafa; benden ve birlikte oyun oynadığım çocuklardan 6-7 yaş büyük... Dükkanda duruyor, babasına yardım ediyor; yavaş yavaş da dükkanı çeviriyor...
***
Bir süre sonra; bakkal Musta Efendi’nin dükkanında pirinç çuvalları dikkatimizi çekiyor... Kısa sürede; bütün çocukların en keyifli oyuncağı çuvallardaki pirinçler oluyor...
***
Bütün çocuklar Musta Efendi’nin dükkanına girip, pirinçleri avuçlamak, onlarla saatlerce oynamak için delicesine bir arzu duyuyorlar...
***
Talep patlaması meydana gelince, “kota uygulaması” yürürlüğe konuyor... Bakkal Musta Efendi’nin koyu Galatasaray’lı oğlu Mustafa; çocukların pirinçle oynayabilmeleri için “Galatasaraylılık kotası koyuyor...”
***
Pirinç çuvalına yaklaşan her çocuğa otoriter bir edayla soruyor;
-“Hangi takımı tutuyorsun?.. Galatasaray’ı tutmuyorsan; pirinçlerle oynayamazsın...”
***
Ben yalan söylemesini seven bir çocuk değilim... Galatasaray’lı olmadığım halde; Galatasaray’lıyım demek zoruma gidiyor...
İçselleştirmeden de “Galatasaray’lıyım veya Fenerbahçe’liyim” diyemiyorum...
-“Mustafa abi ‘ben Fenerbahçe’liyim’ diyorum...
-“O zaman sana pirinçle oynamak yasak...”
-“Mustafa abi, sen annemleri babamları, teyzemleri, anneannemi tanıyorsun...” diyorum...
-“Fark etmez...” diyor;
-“Galatasaray’lı olmadıkça pirinçlerle oynayamazsın...”
***
Ne yapsam fayda etmiyor...
Pirinçlerle oynamanın şartı Galatasaray’lı olmak... Yaz boyu günün yarısını, Galatasaray’lı olmak için içselleştirmeye çalışmakla geçiyor...
***
Öğlene doğru Galatasaray’lı olmayı bir miktar benimseyip; “ben Galatasaray’lı oldum” diyorum; ve pirinçlerle oynamaya başlıyorum...
***
Akşam eve gittiğimde yine “yalan söylemesini sevmediğimden”, geniş aileye hemen bildirimde bulunuyorum;
-“Ben Galatasaray’lı oldum...”
***
Sözlerin duyulmasıyla; evin içinde fırtınalar kopmaya, şimşekler çakmaya, yıldırımlar düşmeye başlıyor... On aile ferdinin dokuzu hep bir ağızdan;
-“Sen nasıl Galatasaray’lı olursun... Bizim bütün ailemiz Fenerbahçe’li... Muhsin enişten çok kızar... O çok koyu Fenerbahçe’li...” diye üzerimde baskı kuruyorlar...
On kişilik aile efradına karşı,
6 yaşında tek başına bir çocuk...
Karşı koymaya önceleri zorlanıyorum...
6 YAŞINDA AYAR VERİLMESİNE İSYAN EDEN ÇOCUK!.. (3)
Bütün yazı; metazori olarak öğlen Galatasaray’lı akşam Fenerbahçe’li olarak geçiriyorum...
Bir süre sonra, artık iki takımı da içselleştiremez, benimseyemez hale geliyor, ne yapacağımı bilemez bir şekilde, ortada kalıyorum...
***
Dün çocuklara bu hikayeyi anlatırken, ilk kez bir gerçeğin farkına varıyorum...
Mahalledeki bakkal Mustafa da, ailem de 6 yaşında bir çocuğu Fenerbahçe’li ve Galatasaray’lı yapabilmek için, “zorluyor”, “şartlar öne sürüyor”; “korkuyla karışık, kota uygulamalarından medet umuyor...”
***
“Bana ayar vermeyi amaçlıyor...”
Yaz bitiyor ve sonbahar geliyor okullar açılıyor...
İlkokul’daki birinci sınıf öğretmenimin adı Süheyla Ün...
Sevgi dolu, anlayışlı, bana karşı aşırı özen gösteren ikinci bir anne Süheyla Hanım...
Beni çok sevdiğini biliyorum; ben de onu çok seviyorum...
***
Bir gün sınıfta; “Fenerbahçe’liler el kaldırsın; Galatasaray’lılar el kaldırsın, Beşiktaş’lılar el kaldırsın” diyor ve kalkan parmaklara göre sınıftaki taraftarlık dağılımını saptıyor...
***
Ben Fenerbahçe’ye mi kaldıracağım, Galatasaray’a mı el kaldıracağım bilemiyorum...
Süheyla Hanım’ın bir gözü sürekli bende olduğu için, bendeki kararsızlığı fark ediyor...
- “Reha Beşiktaş’ı tutsun... Ben Beşiktaş’ı tutuyorum...
O öğretmenini sever...” diyor...
***
“O öğretmenini sever...” tek tümce bu...
Sevgi...
Öğretmeni de gerçekten çok seviyorum...
Ve sevginin mucizesi gerçekleşiyor...
Ne bir ön şart, ne bir kızma, ne bir korku var...
Sihirli sözcük “öğretmenini sever...”
***
Süheyla Hanımın bu sözleri üzerine Beşiktaş’lı oluyorum...
Bir daha ne eniştelerin kızmalarına, ne on kişilik ailenin bütün gücüyle yürüttüğü Fenerbahçelilik baskısına, ne Mustafa’nın ‘artık pirinçlerle oynayamazsın; Galatasaray’lı değilsin’ sözlerine rağbet ediyorum...
-“Ne yaparsanız yapın, ben Beşiktaş’tan vazgeçmeyeceğim...” diyorum...
TEHDİT, KORKU VE SEVGİ... HANGİSİ GEÇERLİ?.. (4)
Üç şeyi ifade ediyor Beşiktaş bende...
1) Öğretmenimin anlayış dolu sevgisi; yani ikinci annelik modelinin etkisi...
2) Bana bir türlü ayar verilmesine hiç razı olmayacağım gerçeğinin tescil edilmesi...
3) Bir şeyi pirinç gibi rüşvet; ya da “enişten çok kızar” gibi korku; veya “biz hepimiz Fenerbahçeliyiz sen nasıl başka bir takımı tutarsın” diyen üstü örtülü tehdit... Bunların hiçbiriyle bana bir iş yaptırmanın mümkün olmadığının kavranmasına...
***
Bu özellikler karakterimde yer ettikçe; bendeki Beşiktaş sevgisi gün geçtikçe artıyor... Ayar verilmek istendiği, tehditle ve korkuyla iş yaptırılmaya çalışıldığı, seçeneksiz bırakılarak rıza göstermem istendiği durumlarda; “Beşiktaşlı duruşu tezahür ediyor” arızaya bağlıyor ve isyan duygusu perçinleniyor...
***
İlkokul öğretmenimin davrandığı gibi; “tek bir sevgi sözcüğüyle”, bütün kalbim açılıyor; elli yıl Beşiktaş’lı olarak hayatı geçiyor... Bugün 6 yaşındaki Yeniköy’lü çocuğun Beşiktaş’taki 50. yılı...
Bugün evi yeniden açılıyor o çocuğun...
Onun gibi milyonlarca çocuğun...
***
Yağmurlu bir günde görmüştüm seni...
Üstünde çubuklu formalar vardı...
Bir anda vuruldum aşık oldum ben...
Hayatın anlamı siyah beyazdı...
***
Ölümle yaşamı ayıran çizgi...
Siyahla beyazı ayıramaz ki...
Her yolun sonunda ölüm olsa da...
Sevenleri kimse ayıramaz ki...