“Affetsin beni gazetecilik...”
.
Gazeteci’yi, çevresindeki bütün meslektaşlarından ayıran birçok önemli özellik vardı...
***
Gazeteci; hayatı boyunca “gazetecilik mesleğinin dışında, resmi çalıştığı kurumlar haricinde” hiçbir kurumla, dernekle, örgütle, resmi kuruluşla, gayr-i resmi grupla, “Gazeteciler Cemiyeti” de dahil hiçbir mesleki organizasyonla bağlantıya girmemişti...
***
O; hiçbir yere üye olmazdı...
Hiçbir topluluğun, derneğin, örgütün, kuruluşun bir parçası haline gelmezdi...
Aidiyetsiz yaşardı...
Gazeteciydi o...
Tarafsız, objektif kalabilmek, olaylara bir adım yukarıdan bakabilmek için bir yerin aidiyetini taşımayı kabullenmezdi...
Yalnız takılırdı o...
Onun adına “Gazetecilik” diyordu...
***
Kişisel içtihadını oluşturan bir kuralı; hayatında sadece bir kez; uzun uzun düşündükten sonra bozmuştu...
SHOW TV’yi yönettiği yıllardı...
***
Bütün Türkiye onun haberciliğini konuşuyordu; oysa o, televizyoncular derneğine bile üye olmuyordu...
Hayatında “ailesi ve ülkesi dışında” gazetecilik kadar önemsediği, benimsediği bir şey daha vardı...
6 yaşından itibaren renklerine aşık olduğu Beşiktaş’tı bu...
***
Ancak Gazeteci; mesleği olan gazeteciliği o kadar kutsamıştı ki; “hayatının nirengi noktası Beşiktaş’a kongre üyeliğini bile; “gazetecilik ilkelerine aykırı olabilecek, gazetecilikteki tarafsızlığını etkileyebilecek” bir şey olduğunu düşünmüş; Beşiktaş’a resmi üye olmaktan kaçınmıştı...
***
Askerlik arkadaşı Serdar Bilgili, Beşiktaş’a ikinci kez Başkan seçildiğinde; siyah beyaz üyelik kartını kulüpte hazırlatmış Gazeteci’ye direkt göndermişti...
***
Gazeteci eline kartı aldığında; uzun uzun olayın kişisel muhasebesini yapmış;
“Hayatta hiçbir şeye üye olmadım... Gazeteciler Cemiyeti’ne bile... Ama Beşiktaş’a üyeliği reddedersem, bunu hayat boyu kendime izah edemem... Beşiktaş konusunda “Gazeteci” olamayacağım... Affetsin beni “Gazetecilik...” demişti içinden...
*****
“FUTBOL VE “PARANIN OYNAK YÜZÜ...”
Hayatın garip bir cilvesi; Gazeteci; Beşiktaş’ın resmi üyelik kartına sahip olduktan hemen sonra; 25 yıla yakın aktif sürdürdüğü gazetecilikte, “haber genel yayın yönetmenliğinden ayrılıyor”, haberciliğin yerine yazarlığı, yorumculuğu ikame ediyordu...
***
Aktif habercilik yapmadığından, “Kulübü’nün kongre üyeliği” ona artık “gazeteciliğe ihanet olarak gelmiyordu...”
***
Beşiktaş’a üyelikle başlayan hayatın; onu gazetecilikte hiç tatmadığı, bilmediği yepyeni bir dünyayla tanıştıracağının farkında değildi...
***
Beşiktaş’lıydı...
Tribünü iyi bilen bir Beşiktaş’lıydı...
Ancak “kongre üyeliğiyle başlayan, spor yorumculuğuyla devam edip; Beşiktaş’ın yönetim kurulu üyeliğine varan süreç” onu; dışarıdan “futbol dünyası gibi görünen, içinde ise hayatın her rengini barındıran” bir kaleidoscope’un renkli dünyasıyla tanıştırıyordu...
***
Futbolun profesyonel dünyası, kulüpler, futbolcular, teknik adamlar, yorumcular, yöneticiler, Başkan’lar, Federasyonlar; yıllar yılı binlerce olayı izlerken; gazetecilikte öğrenemediği şeyleri öğretecekti Gazeteci’ye...
***
Takım taraftarı olmak başka; futbol dünyasının profesyonellerinin içindeki; dünyayı anlamak çok başkaydı...
Futbol hiçbir zaman sadece futbol değildi...
O “Gazetecilik”te her şeyi öğrendiğini zannediyordu...
***
Futbol dünyasının içini yaşamamış bir hayatın; “fazlaca bir şey bilmesi imkanı olmadığını” hiç bilmiyordu...
***
İlişkiler çok esnekti bu dünyada...
Düşmanlıklar, dostluklar, kalıcı değil, iş dünyasının “pragmatik” kurallarıyla, “futbol oyunun birarada oynamayı gerektiren elastiki anlayışının” birleşiminden oluşuyordu...
***
Ortada yüz milyonlarca dolar döndüğünden, paranın insana hakim olan “oynak yüzünü” de görebiliyor, yaşayabiliyordu Gazeteci...
***
Futbol asla sadece futbol değildi...
Gerçekte futbolun dışındaki her şey futbolun kendisinden daha önemliydi...
***
Gazeteci; hayatın bu muhteşem dersini, gazetecilikten ziyade, çocuklukta aşık olduğu renklerin ait olduğu kulübün üyeliğinde başlayan süreçte kavrayabilecekti...
Çok sevdiği Beşiktaş ona; hayatın en önemli katkılarını ve en muhteşem derslerini öğretmeye hazırlanıyordu...
*****
TAYFUR HAVUTÇU’NUN HAPSE GİRMESİYLE SÜLEYMAN SEBA’NIN ÖZ YEĞENİ OLMASI ARASINDAKİ GÖRÜNMEZ BAĞ...
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ı; bir gazeteci olarak tanırdı...
Oturmuşluğu, yemek yemişliği, sohbet etmişliği vardı...
Fenerbahçe’nin önceki Başkanları;
Ali Şen gibi...
Metin Aşık gibi...
***
Galatasaray’ın Başkanları; Faruk Süren; Özhan Canaydın; Mehmet Cansun; Adnan Polat’la çok yakın dostlukları vardı...
***
Ancak bunların hepsi Gazeteci-Futbol Kulübü Başkanı dostluğuydu...
Şimdi yeni bir dönem başlıyordu...
O da kulüp yöneticisi oluyordu...
Gazeteci olarak kurduğu dostluklar ve ilişkiler; yeni bir yöne kayıyordu...
***
Artık “Aziz Yıldırım istifa” sesleri geldiğinde, tribündeki taraftar tepkisinin çok ötesinde “perde arkasında oluşturulan senaryoları” görebilecekti...
***
Fatih Terim’in iki sene üste şampiyon yaptığı Galatasaray’dan nasıl apar topar gönderildiğini başka türlü yaşayacak; Süleyman Seba’nın neden “Şerefli İkincilikler bize yeter!..” dediğini öğrenecekti...
***
Tayfur Havutçu’nun şike davasında içeri alınmasıyla Süleyman Seba’nın özyeğeni olması arasındaki görünmez bağın nasıl bir şey olduğunu da bu dünyanın içinde yavaş yavaş öğrenmeye başlayacaktı Gazeteci...