“Adına “Mina” dediği bir kitap yazıyor gazeteci...”
.
Gazeteci; Sabah gazetesinde yazmaya başladığında, her Pazar günü Mina’ya Mektuplar isimli bir köşe yazısı yazıyor...
Gerçekte var mı; yok mu Mina diye birisi bilinmiyor bu köşe yazılarından...
***
Gerçek mi, sanal mı, yoksa birkaç kadının birer parçası mı mektup yazılan Mina o da anlaşılmıyor...
Adına Mina diyor Gazeteci...
Mektupları Mina için yazmaya başlıyor...
Hayatında Mina isminde bir sevgili bilinmiyor...
Mina’ya Mektuplar kitabının sonuncu yazısı Mina’yla Kahvaltı şöyle bir yazı;
***
“Seninle kahvaltı nasıl bir şeydi acaba Mina?..
Kahvaltı Kadınları yazısını yazdıktan sonra düşündüm...
İlk zamanlar sen de kahvaltı kadınlarından olacağını biliyor muydun?..
Her zaman benim için çok mücadele ettiğini söylerdin...
Acaba ilk günden mi başlamıştın mücadeleye?..
Her kahvaltı kadını gibi ilk günden doğal olarak mı planlamıştın Kahvaltı Kadını olmayı?..
***
İlk beraber olduğumuz gün kahvaltı edilecek bir zaman hiç değildi hatırlıyor musun?..
Kim derdi ki o gün ne kahvaltılara gebedir?..
Ben demezdim...
Eminim sen diyordun...
Sanırım sen de emin değildin...
***
Mutlu muydun kahvaltı kadını olmaktan?..
Mutlaka...
Ne ki mutlu olduğunu göstermek istemezdin...
Hep bir bilinmezliği yaşatmaya çalışırken; hiç çözemeyeceğin bir bilinmez karşısında kalacağını bilmezdin...
***
Kahvaltı kadınlığının ötesini istediğini bilirdim...
Ama kahvaltı kadınlığının ötesinin seni mutlu edeceğinden kuşkulu, sana onu verebileceğimden şüpheliydim...
***
Kahvaltı kadınıyken bile, kahvaltısız kadınlar gibi hareket edebilirdin: her kadın gibi...
Kahvaltılar hiç kahvaltı olmadı seninle zaten...
***
Hayat ilginç...
İnsan istediği şeye tam sahip olacakken, en çok istediği kaybediyor...
Tam kahvaltılık oluyorduk ki; mesaj geldi...
Kahvaltının da kahvaltıların da içine etti...
Bir daha uzun süre, bizi kahvaltıdan etti...
***
Umarım şimdi; güzel bir kahvaltı kadını olarak keyifle kahvaltı ediyorsun...
Umarım öyle bir erkekle berabersin...
Umarım kahvaltılar, huzursuz ve meçhul değil...
Bana gelince;
Seninle de çok etmezdim; ama artık pek kahvaltı etmiyorum...
***
Kahvaltı huzurlu olmak demek...
Güneşin ışıklarını teninde hissetmek demek...
Güneşin ve huzurun verdiği iştah demek...
Yanında olduğun kadına çok güvenmek demek...
Kahvaltı güven demek...
***
Kahvaltı kadını olmak için; kahvaltı kadını gibi olmak gerekiyor...
Kahvaltı erkeğini bulmak da gerek sanırım...
Umarım şimdi kahvaltı erkeğinle birlikte...
Kahvaltı kadınları gibisindir...
Sevgiyle kal...
Hoşça kal...
(Haziran 2006 İstanbul)
9 YIL SONRA... 14 ŞUBAT 2015... KIZIM MİNA’YA MEKTUP...
Sevgili Mina;
Dün öğlen bir erkek arkadaşım yeni tanıştığı kız arkadaşıyla bizimle yemek yemeğe gelmişti...
Onlar masaya geldiği andan itibaren huysuzlaştın...
En sevdiğin yemeği beğenmedin...
Ağladın...
Koltuğa yattın...
Misafirler ne yapacaklarını şaşırdılar...
Sana sempatik davranmak istediler...
Ama hiç oralı olmadın...
Ağlamaya, huysuzlaşmaya, yemekleri istememeye devam ettin...
***
Dostuma ve kız arkadaşına; “baba kız aşkından” söz ettim...
Göz kaş işaretiyle...
Sen duysan daha da huysuzlaşıyordun çünkü...
Onlara; 9 yıl önce Mina’ya yazdığım mektuptan ve kitaptan söz ettim...
***
Kadınlarla hayatımı, aşklarımı, duygusallıklarımı yazdığım Mina’ya Mektuplar’ı paylaştım onlarla...
Gerçekte hayatımda Mina isminde hiçbir kadın olmadığını; ilk Mina’nın sen olduğunu söyledim onlara...
***
Mina isminin bir “sembol” olduğunu; yaşadığım kadınları ve hayatları kitaplaştırdığımı
anlattım onlara...
***
“Çocuk”tan o kitapta hiç söz etmediğimi söyledim onlara...
Hayal kırıklıkları...
Duygusallıklar...
Bir parça sevda...
Bir miktar yaşanmış aşkların duygusal seraplarından ibaretti o “Mina’ya Mektuplar...” isimli kitap...
***
Adı senin adını taşısa da; o kitap yazılırken sen yoktun...
Senden bahsetmeyen...
Senin dünyaya geleceğinden bile haberi olmayan...
Babanın kadınlarla ilişkilerini ve hayatını anlatan...
Aşkları, hayal kırıklıkları ve edindiği tecrübeleri aktaran o kitap, seni çağırdı bana Mina...
Sen geldin babana...
Yanına erkek kardeşini alarak...
***
Dün; tanımadığın kadınları masamızda gördüğünde “huzursuzlaştığını” fark ettim...
6 yaşına geliyorsun; büyüyorsun...
Büyüdükçe; “babanın kızı” oluyorsun...
Serpildikçe; “babanın kızı olduğunu” fark ettiriyorsun...
Dün Sevgililer Günü’ydü kızım...
Dün ilk kez bir Sevgililer Günü’nü seninle ve kardeşinle yemek yiyerek geçirdim...
***
Hiçbir kahvaltıda ve hiçbir kahvaltı kadınında bulamadığım huzur vardı seninle ve kardeşinle yediğim yemekte...
Hayat böyle kalmayacak belli ki...
İstikbalde; nice Sevgililer Günü’nde; ben başka kadınlarla yemekler yiyeceğim...
İlerde, sen, kardeşin, ablan kendi sevgililerinizle 14 Şubat yemekleri yiyeceksiniz...
Emin ol ki Sevgili Mina’m...
Hiçbir 14 Şubat’ta...
Ömrümün hiçbir Sevgililer Günü’nde...
Kendimi sizinle yediğim bu yemekteki kadar huzurlu hissetmedim...
Sanırım bundan sonra da hissetmeyeceğim...
Babacığın...
(14 Şubat 2015)
“BEBEKKEN MÜKEMMEL OLURUZ...”
“Bebekken mükemmel oluruz...
Dünyayı yaratan güçle hala bağlantı halinde kalırız...
Ama büyüdükçe çevremizi saran dünyanın, korkularını almaya başlarız...
***
Anne babamızın bizi sevmesini ve bize hayran olmasını isteriz...
Bu nedenle onları örnek alır, onlara daha fazla benzemek için korkularını, sınırlı inançlarını ve yanlış varsayımlarını kendimize mal ederiz...
***
Bütün bunlar sırf sevgilerini arzu ettiğimiz için olur...
***
Şu an olduğumuz kişi biz değiliz...
Bu dünyada var olan her hangi
biriyiz...
***
Çevremizdeki dünyadan devraldığımız tüm korkulardan kurtulmak için, geriye dönüp korkularımızın kaynağını incelemeliyiz...
***
Ancak o zaman, korkuları ruhumuzdan söküp atana kadar, onların üzerinde çalışabiliriz...
***
Bir araştırmaya göre, dört yaşında sıradan bir çocuk, günde üç yüz kere gülüyor...
***
Sıradan bir yetişkin ise günde on beş kere gülebiliyor...
***
Zorunluluklarımız, korkularımız, stres ve gün boyu yapmak zorunda olduklarımız bize gülmeyi unutturuyorlar...
Robin Sharma...”