Hassasiyet mevzusu
.
Son yıllarda gittikçe artan ‘hassasiyetler’ elbette moda dünyasını adım adım bir sonraki seviyeye taşıyor. Defilelerdeki modellerin çeşitliliğinden tutun da reklam kampanyalarının her tip tüketiciye erişebilmesine kadar pek çok konu, belirli hassasiyetler üzerinden yeniden kurgulanıyor.
Markalar, milyonlarca farklı insanı göz önünde bulundurarak, kalıpların dışına çıkmaya çabalıyor. Sadece Afro-Amerikanlar için üretilen şampuanlar, büyük beden kıyafetlere odaklanan koleksiyonlar ve benzeri pek çok yenilik, herkesi kucaklayan bir dünyanın kapılarını açmamıza yardımcı oluyor.
Ancak bazen, bu hassasiyetlerin abartılabildiğini düşünüyorum. Bir moda yayınını kapaklarında birkaç sayı üst üste beyaz tenli model yer alıyor diye eleştirmeye çalışmak, bir süre sonra anlamını yitiriyor. Bir tasarımcının esin kaynağı olan kabile desenlerini işaret edip “Topraklarımızı sömürdüler, sıra kültürümüzde!” diyerek isyan etmek, aktivist yanımı yakalayamıyor.
Tory Burch ile son dans
Durumun son örneği, Tory Burch markasının son günlerde başına gelen talihsiz serüvenler dizisi. Markanın yeni kampanyası için, içerisinde Poppy Delevingne ve iki modelin yer aldığı bir video hazırlanmış. Videoda modeller, sosyal medyada popüler olan bir şarkıyla dans ediyorlarmış. ‘Mış, mış’ diyerek anlatıyorum çünkü videoyu izleme şansım olmadı. Reklam videosu, pek çok olumsuz yorum nedeniyle apar topar yayından kaldırılmış.
Olumsuz yorumların nedeniyse bir hayli garip. Videoda yer alan şarkı ve şarkıyla birlikte yapılan dans siyahi sanatçılar tarafından yaratılmasına rağmen videodaki modeller beyaz tenliymiş. Evet, bu cümleyi tekrar okuyabilirsiniz. Eminim ki bu cümle sadece bana garip gelmeyecek.
Elbette hepimiz moda dünyasının her dil, din, ırk, cinsiyet, eğilim, sosyal statü ve görünümü kabul eden, kocaman bir dünya olmasını temenni ediyoruz. Ancak bu temenniye sahip aklı başında insanlar olarak hassasiyetleri hangi noktada ve nasıl devreye almamız gerektiğini de yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Ben Tory Burch videosunu izleyip o şarkıyla birlikte dans edebilmeyi çok isterdim. Tabi bunun, son dans olduğunu bilmeden.
Güzellik enstitüsü
Doğallığı ön plana koyan, cilt bakımı denince akla gelen ilk markalardan olan Decléor, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek Decléor Institute’ün kapılarını açtı. Biz de blogger Rüya Büyüktetik ev sahipliğinde herkesten önce bu enstitüyü keşfetme fırsatı yakaladık.
Hem profesyonel estetisyenlerden bilgi alıp hem de bütün duyuları harekete geçiren bakım ritüellerini deneyimleyebileceğiniz bu enstitü, markanın dünya çapındaki ikinci şubesi. Fransa’da bir hayli popüler olan bu enstitünün yeni şubesinin Türkiye’de açılması ise sektör açısından çok önemli.
Bu yatırım, benim ‘kendini iyi hissetme’ olarak adlandırdığım pazarın ülkemizde ne kadar güçlü olduğunu bir kere daha ispatlıyor. Eğer aromaterapiye ilginiz varsa ve kendinizi şımartabileceğiniz bakım ritüellerine karşı koymakta zorlanıyorsanız ilk fırsatta yolunuzu Nişantaşı City’s AVM’ye düşürmenizi öneririm.