Şampiy10
Magazin
Gündem

Başkanlık, Türkiye’yi böler mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika dönüşü ‘Başkanlık’ sözleri eski tartışmayı yeniden alevlendirdi. Türkiye bir kez daha başkanlık sistemini tartışmaya başladı. Hemen politik bir cepheleşme yaşandı. Başkanlık değil, Erdoğan’ın sözleri konuşuldu. Ancak görünen o ki muhalefet ne kadar itiraz ederse etsin seçimin gündemi başkanlık olacak.

Türkiye çok partili hayata 1950’de geçti. Menderes’le büyük bir tarihsel sıçrama ve açılım yaşandı. Sonra 27 Mayıs 1960 darbesi oldu, koalisyonlar dönemi başladı. Darbenin etkisi kalktığında direksiyona Demirel geçti. 1965’ten sonra yeni bir kalkınma hamlesi başladı. Yetmişlerde, on hükümet kuruldu ve dağıldı. Destabilize edilen ülke adım adım darbeye sürüklendi.

- Başkanlık sistemini Erdoğan mı istiyor?

1980 darbesinden sonra Özal işbaşına geldi. Devlet yeniden yapılandırıldı ve toplum özgüven kazandı. Özal’dan sonra on yılda, on hükümet kuruldu. Derin istikrasızlık 28 Şubat’a davetiye çıkardı. Bu defa Tayyip Erdoğan direksiyona geçti. Ülke büyük bir açılım yaptı.

Geçmişte Özal ve Demirel’in başkanlık talebine karşı çıkanlar şimdi Erdoğan’a muhalefet ediyorlar. Türkiye, sistemi değil zihinlerdeki hayaletleri konuşuyor. Bu konu Erdoğan’la veya AK Parti ile gündeme gelmiş bir mesele değil. Türkiye bu sorunu 25 yıldır konuşuyor.

- Başkanlık sistemi ülkeyi böler mi?

Ülkelerin bölünmesinin sistemle ilgisi yok. Yugoslavya, Çekoslavakya, SSCB örnekleri ortada duruyor. Başkanlık isteminin uygulandığı ülkelerde bölünme olmadı ama parlamenter sistemle yönetilen pek çok ülke bölündü. Onların bölünmesinin de parlamentarizmle ilgisi yok.

Bölünme perspektifinden bakıldığında tam tersi bir durum var. Başkanlık sisteminin ideal ülkesi ABD. ABD ise dünyanın süper gücü. Durum böyle olunca soruyu tersinden de sorabiliriz. Süper güç olmak için demek ki başkanlık sistemi gerekiyor.

- Başkanlık sistemi federasyon mu getirir?

Burada da başka bir algı operasyonu var. Almanya’da parlamenter sistem var. Ancak Almanya bir federal cumhuriyet. Fransa’da yarı başkanlık sistemiyle yönetiliyor ama orada da üniter yapı var. Başkanlık sistemi geldiğinde federalizme geçilecek diye bir koşul bulunmuyor.

Parlamenter sistem ideal olarak İngiltere’de uygulanıyor. Diğer pek çok parlamenter demokraside birçok sorun var. Onun için sorunu olgusal gerçeklik üzerinden değil, teorik bağlamda ele almak gerekiyor.

- Başkanlık sistemi diktatörlüğe mi yol açar?

Diktatörlük konusu sistemle değil yetki meselesiyle ilgili bir sorun. Pekala parlamenterizmde de başkanlıkta da otoriterleşme olabilir. Burada önemli olan yasama-yürütme ve yargı erkleri arasında dengeyi kurabilmektir. Parlamenter sistemdeki başbakanın yetkileri, Başkanlık modelindeki başkandan daha fazladır. Teorik olarak parlamentar sistem, diktatör çıkarmaya daha yatkındır.

- Muhalefet neden istemiyor?

Özellikle CHP, başkanlık modeli geldiğinde halkın kendilerini seçmeyeceğini düşünüyor. Bu tamamen yanlış bir bilgi. Ecevit her türlü engellemeye rağmen 1977’de % 42 oy aldı. CHP dönüştüğünde ve halkın partisi haline geldiğinde pekala başkanlık seçimini kazanabilir.

MHP ise anakronizm yaşıyor. Alparslan Türkeş, tarihsel referanslar vererek başkanlık modelini savunuyordu. Bugünkü MHP karşı çıkıyor.

- Başkanlık mı, yarı başkanlık mı?

Türkiye tecrübesine uygun olan daha çok Fransa modeli. Ancak tüm bunların konuşulması ve tartışılması lazım. Sistemi Erdoğan üzerinden konuşmak ülkeye zaman kaybettiriyor. Tayyip Erdoğan bugün var yarın yok. Ancak cumhuriyetin yüzüncü yılına küresel bir güç olarak girebilmemiz için sistemi değiştirmemiz gerekiyor.

Yazının devamı...

SYRİZA Dersleri 2

SYRİZA, PASOK mu olacak?

SYRİZA’nın önünde iki yol var. Birincisi ilkelerinden taviz vermeden ülkeyi krizden çıkarmak. İkincisi ise prensiplerinden taviz vererek ülkeyi kurtarırken kendisini krize sokmak. Nereden bakılırsa bakılsın gerçekten zor ve heyecan verici bir sınav. Programından taviz vermeden vaatlerini yerine getirirse sadece Yunanistan’ı kurtarmakla kalmayacak dünyaya esin kaynağı olacak.

Geçmişte tecrübe edilen radikal hareketlerin sınavından şimdi SYRİZA geçiyor. Önündeki en büyük engel ise seçim öncesi iktidara gelebilmek için yaptığı ütopik vaatler. Halk, bir müddet SYRİZA’ya sempati ile bakıp başarılı olması için zaman tanıyacaktır. Ancak yaşamında bir iyileşme göremezse verdiği desteği geri alacaktır.

SYRİZA’nın ekonomiyi, siyaseti ve yönetimi yeniden yapılandırma vaadi onu iktidara taşıdı. Ancak iktidarda kalabilmesi için bu vaatlerini yerine getirmesi gerekecek. SYRİZA’nın başarısı küresel kapitalizm hegamonisinden bir gedik açılması anlamına gelecek.

Çipras’ın başarısı ne anlama geliyor?

Çipras’ın başarması durumunda sol, Avrupa’da ve Latin Amerika’da ciddi bir alternatif haline gelecek. Onun başarısı en başta İspanya’da Podemos’u cesaretlendirecek. Kapitalizmin zorunlu seçenek olmadığı dünyaya gösterilecek. SYRİZA sözcüleri zaten kendilerini ‘Avrupa’nın alternatifi olarak tanımlıyorlar.

SYRİZA’nın başarısız olması durumundaysa hem Yunan ekonomisi batacak hem de sol seçenek bir kez daha tükenecek. AB sistemi ve Euro daha sert biçimde sorgulanmaya başlayacak. Yunan halkı acının şurubu bir müddet daha içmeye devam edeceği görünüyor. SYRİZA, propaganda ve vaatlerinde gösterdiği yaratıcılığı iktidarda da gerçekleştirebilirse büyük devrimi o zaman yapmış olur.

SYRİZA’nın önünde başarmaktan başka bir seçenek bulunmuyor. Gerçekçi olmak gerekirse kısa sürede çöken bir ekonomiyi ayağa kaldırması da pek olası görünmüyor. Ekonomistler, temkinli ve bekleyip görelim tavrındalar. Çünkü sorun sadece Yunanistan’la ilgili değil. Avrupa ekonomileri büyük durgunluk yaşıyor.

İtalya, İspanya ekonomilerine dair ciddi kriz uyarıları yapılıyor. Diğer taraftan AB’nin içinde yaşadığı sorunlar ve İngiltere-Almanya rekabeti ontolojik sorunlar yaratıyor. AB’yi sonlandırmaya kadar varan radikal eleştiriler var.

Yeni bir Yunan trajedisi mi?

Ekonomik krizin hızla yapısal hale geldiği bir dönemde Yunanistan’a yapılacak kontrolsüz yardım Avrupa ekonomisini büsbütün batırabilir. Yardım yapılmadığı takdirde ise Yunanistan da çok daha büyük sorunlar oluşabilir. Dolayısıyla Yunanistan’ın yaşadığı kriz tekil bir sorun olmaktan çok yapısal ve kapsayıcı bir iyileştirme planı gerektiriyor.

SYRİZA’nın ilkelerinden taviz vermesi onu PASOK’laşma tuzağına düşürebilir. Radikal sol bir hareketin sosyal demokrasiye evrilmesi bir yere kadar anlayışla karşılanabilir. Ancak Çipras oligarklara boyun eğer ve Yunanistan’da devlet reformunu gerçekleştiremezse ilk seçimde iktidarı kaybedecektir.

Son tahlilde SYRİZA’nın önünde PASOK veya yeni Demokrasi olmak arasında fazla seçenek bulunmuyor. Çipras ne tür bir eylem planı yaparsa yapsın başarısı Türkiye’yle daha fazla işbirliğinden geçiyor. Yunan halkı, ‘Atina’da AB bayrağı görmektense Türk bayrağı görmek istiyoruz’ diyebilir.

Yazının devamı...

SYRİZA dersleri -1

SYRİZA’nın başarısının ardında ne var? SYRİZA’nın zaferi konuşulmaya devam ediyor. Görünen o ki daha uzun süre Çipras’ın hikayesi ve mükemmel başarısı tartışılacak. SYRİZA’nın başarısı Türkiye’de de çok fazla gündemde. Türkiye solu haklı olarak kendisine pay çıkarmaya çalışıyor. Haklı çünkü Yunanistan’da başarılan pekala bizde de gerçekleştirilebilir. Peki gerçekte durum böyle mi? Tabiki değil. Ortada farklı bir politik gerçekliğin olduğunu söylemek lazım. En yalın biçimiyle SYRİZA’nın başarısının ardında düzen karşıtlığı var. SYRİZA merkez sağ ve sol partilerin kötü yönetimine ve çürümüş politik yaklaşımlarına karşı umudu temsil ediyordu. Başka bir ifadeyle CHP ile SYRİZA arasında ontolojik bir fark var.

SYRİZA, CHP’ye mi RP’ye mi benziyor?

SYRİZA benzeri durum bizde 2002 seçimlerinde yaşandı. Merkez sağ ve sol bloğun çökmesi sonucu AK Parti iktidara geldi. Hatta SYRİZA’nın başarısını 1995 seçimlerindeki RP’nin zaferine daha çok benzetebiliriz. RP, neo liberal ekonomi politikalarına karşı sert bir muhalefet yürütmüş ve geniş toplum kesimlerinde büyük bir farkındalık oluşturmuştu. SYRİZA’nın başarısının arkasında seksenlerde başlayan yeni sağ’ın iktisat siyasetinin önemli etkisi var. Ülkemizde yapılan CHP-SYRİZA analojisi ise gerçekten komik. Bu mukayese CHP’nin nasıl bir eklektik siyaset izlediğinin açık göstergesi. Sağa açılan CHP’ye karşı düzen karşıtlığı temelinde sonuna kadar sola açılan SYRİZA var. Bu kıyas bir anlamda elmalarla armutların toplanmasına benziyor. Bütün bunlar bir yana SYRİZA’nın durduğu ‘değişim-statüko’ dikotomisinde CHP nerede duruyor. CHP’lilerin önce bu soruya bir cevap vermeleri gerekiyor.

Blair, Çipras, İhsanoğlu ve CHP!

Ayrıca, CHP’nin Yunanistan’daki karşılığının PASOK olduğunu biliyoruz. Bu da bir yana geçmişte Tony Blair öykünmesiyle üçüncü yol savunuculuğu yapan CHP bir süre sonra eski sağcı politikacılara davetiye çıkarmıştı. Bazı CHP’lilerin fırsatçı bir yaklaşımla SYRİZA’nın zaferinin rüzgarından istifade etmeye çalışmaları günü kurtarabilir ama kalıcı bir başarı getiremez. CHP’nin başarı için SYRİZA’ya gitmesine de gerek yok. 1970’lerin CHP’ne baksalar doğruyu bulacaklar. Yeri gelmişken hemen söyleyelim SYRİZA’nın günümüzde karşılığı belki HDP olabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri aslında tam da bunun provası oldu. HDP, SYRİZA’nın başarısını doğru okur ve yeni bir politik vokabüleri ve dil inşaa edebilirse yeni bir hikaye yazabilir. Ancak burada da gerçekçi olmak lazım. 2015 seçimine çok az zaman kaldı ve büylesine ustaca bir kimyagerlik için büyük bir liderlik gerekiyor.

Yazının devamı...

Bu seçimin konularından biri ‘başkanlık’ olacak!

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Ahmet (Davutoğlu) Bey gerek başdanışmanlık, gerek dışişleri bakanlığı yaptığı dönemde yine başkanlık sistemini meydanlarda hep konuştuk. Bu seçimlerin de bence üzerinde konuşulacak konularından biri olacaktır diye düşünüyorum”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Etiyopya, Cibuti, Somali ziyareti sonrası dönüş yolunda gazetecilerin sorularını cevaplandırdı...

- Yeni dönemde başkanlık sisteminin rolü ne olur? Bu konuda hükümetle bir uyum problemi var mı? Kulislere çeşitli iddialar yansıyor...

“Öncelikle gündemi belirlenen bir Türkiye ile gündem belirleyen bir Türkiye noktasında, gerçekten ben ‘başkanlık sistemi’nin bu sürece güç katacağına inanıyorum. Başkanlık sisteminin sağlayacağı en büyük avantaj, çok başlılığı ortadan kaldırması olacaktır. Seri karar almak, çok daha çabuk netice almayı getirecektir diye düşünüyorum. Zira bizdeki mevcut sistemde karar süreci süratle işliyor dersek kendimizi aldatırız. İkincisi, her zaman söylediğim bir şey var; gerek insan yönetiminde, gerek paranın yönetiminde, gerekse bilginin yönetiminde çok daha verimli olabiliriz ama şu anda verimli değiliz, bu çok açık net, ortada. Verim ekonomisi devreye sokabilirsek, netice almamız da o denli artacaktır. Biz bugüne kadar birçok şeyleri yatırım noktasında yapabildiysek bazı sıkıntıları yaşayarak olmuştur. Eğer bir başkanlık sistemi olmuş olsa, yatırımlar noktasında da, alt yapı, üst yapı, insana yönelik yatırımlarda da çok daha başarılı neticeler alırız. Acaba gelişmiş ülkelerin ne kadarında başkanlık sistemi var, ne kadarında yok? Görüyoruz ki tamamına yakınında var. Buradan netice alındığına göre, biz niye hâlâ ayaklarımıza prangaları bağlayalım, gitmemek, koşmamak için buna devam edelim.”

- Şu anki yapı neden ayağımızda pranga?

“Ben iki cumhurbaşkanı ile çalıştım. Şimdi Abdullah Bey değil de başka biri olsaydı, biz bu kadar rahat çalışamayacaktık. Hükümetle aramızda uyum problemi olup olmadığını sormuştunuz... Biz tabii ki koordineliyiz, hükümetle aramızda kolay kolay Allah göstermesin herhangi bir şey olmaz. Ben kolaylaştırıcı olacağım, hükümet de bu noktada çalışmalarını rahatlıkla sürdürecek. Tabii dışarıdan dedikodu üretenler olacaktır. İşte kalkıp da şu anda Cumhurbaşkanlığı makamını dahi ‘kaçak saray’ olarak niteleyecek kadar alçalanlar, seviye kaybına uğrayanlar... Şu uçağı dahi eleştirenlerin dünyaya bakışlarını düşünün. Büyük düşünemezseniz, ufkunuz büyük olmazsa, sizler gelişmiş ülkelerle rekabet yapamazsınız.”

‘Görüş ayrılığı yok’

- Sayın Davutoğlu ile aranızda başkanlık sistemine geçiş noktasında görüş ayrılığı var mı?

“Ta belediye başkanlığımdan beri başkanlık sistemi konuştuğum, savunduğum bir tezdir. Ahmet Bey gerek başdanışmanlık yaptığı dönem, gerek dışişleri bakanlığı yaptığı dönemde yine başkanlık sistemini meydanlarda hep konuştuk. Öyle zannediyorum ki, Ahmet Bey’in de, - ki yeni Anayasa’da bile bizim üzerinde durduğumuz konulardan biriydi - savunulacak en önemli tezlerden bir tanesidir. Bu seçimlerin de bence üzerinde konuşulacak konularından biri olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü önemli bir argümandır, önemli bir başlıktır, çünkü Türkiye’nin sistemdeki zaafını giderecek olan bir anlayıştır.”

- Başkanlık sisteminde, denge denetleme mekanizmalarının kurulamayacağını, antidemokratikleşme başlatacağını öne sürenler var...

“Tam aksine, başkanlık sistemindeki denetim mekanizmaları şu andaki bizim mevcut sistemde yok. Örneğin, ABD’de Temsilciler Meclisi, Senato herhangi bir yetkiyi vermedikten sonra Sayın Obama adım atamaz. Gerek para kullanımında gerek ne olursa olsun. Bir helikopteri bir yere verecek değil mi, geçmediği sürece veremez. Bakın sağlık ile ilgili reformu halledebildi mi?”

İkili değil, tek sistem

- Siz denetleme gücü sağlam bir sistem mi istiyorsunuz?

“O olması lazım ama aldığı gücü de kullanması lazım. Şimdi Sayın Obama, Temsilciler Meclisi’nde gücünü kaybetti, Senato da kaybetti. Eğer gücü olsaydı rahat olacaktı, istediği yetkileri oradan alabilecekti. Ama şimdi o yetkileri alamama durumu ile karşı karşıya. Başkanlık sisteminde güçlü bir iktidar olduğu zaman Temsilciler Meclisi veya Senato’nun engellemesi söz konusu olmayacak ki... Ben şunu da savunuyorum; ikili bir sistem değil tek sistem.. Şu anda bizim parlamento nasıl, tek sistem olmalı ve tek sistemle gidilmeli diye düşünüyorum. Orada da zaman kaybı olmamalı. İkiliyi ileri sürenler de var, o işi geciktirir. Tekli sistemde çok daha seri karar almak mümkün olur. Güçlü bir iktidarsanız, güçlü bir iktidar olarak da Başkan’a yetkisini verecektir, verdikten sonra da denetleyecektir.

HDP’ye tepki: Samimi değiller!

- Kandil’in çözüm sürecini akamete uğratma amaçlı atakları var. Selahattin Demirtaş’ın yüzde 10 barajı ile ilgili sözleri de dikkat çekici...

“Bir siyasi partinin eş başkanı durumunda olan bir kişinin bu tür bir açıklama yapmasının hiçbir siyasi edebe sığması mümkün değildir. ‘Yüzde 10 barajını aşamayıp da barajın altında kalırsam, çözüm süreci akamete uğrar, farklı bir süreç başlar...‘ Ya çözüm sürecinin akamete uğrayıp uğramamasının kararını sen mi vereceksin! Kararını millet verecektir. Eğer seni yüzde 10’un altında bırakacaksa millet ne demiştir; ‘Çözüm sürecinden memnunuz, siz yolunuza aynı kararlılıkla devam edin.’ Bir örnek vereceğim, biz hâlâ Yüksekova’da bir havalimanını yapmakta zorlanıyoruz. Hakkari milletvekilisin, toprağını seviyorsan, insanını seviyorsan oraya bir havalimanının yapılmasından niye rahatsız oluyorsun? Öyle bir derdi yok. Samimi değiller. Yalan söylüyorlar. Çözüm süreci için, hükümetimizin kararlı bir şekilde yoluna devam etmesi lazım. Yüzde 10 barajı ülkemizin istikrarı için çok çok önemlidir.”

Muhataplık değişir

- HDP barajı aşamazsa siyasi muhatap imkanını kaybeder mi?

“Parlamentoda olduğu zaman siyasette muhatap olmak başkadır, parlamento dışında olduğu zaman muhatap olmak başkadır. Hükümet STK’larla görüşmeler yapıyor değil mi? Onların da varsa bir STK’sı, istediği zaman davet edip görüşebilir, yoksa görüşme mecburiyeti diye bir şey yok ve hiçbir zaman da kalkıp “Biz Parlamento dışındayız, ama istediğimiz zaman yine masada oluruz” diye bir şart da koşamazlar.

Somali’de 1 milyon kişi sokaklara inecekti

- Türkiye’den zengin ülkeler var. Bir Müslüman ülkede bu kadar açlık, yokluk var ama zengin Müslüman ülkeler pek yardım yapmıyor...

“Olay yardımla bitmiyor ki. İsim vermek istemiyorum, o tür zengin ülkelerden biri oraya girdi, orada şu anda ama bu tür yardımlara yönelik esamisi okunmuyor... Para ise her şeyi var fakat yapılacak yardımlar noktasında yoklar, yatırım noktasında da zaten yatırımların yapılmasını istemiyorlar. Mogadişu limanını üç yıl oyaladılar... Israr, ısrar, ısrar, sonunda Albayrak’a verdiler. Şu anda ayda 2 milyon dolar Somali oradan kazanıyor.”

- Neden vermediler üç yıl boyunca?

“Üst üste telkinler oluyor. Türkiye’nin yakın davranması birilerini rahatsız ediyor. Biz geldik, yakın davrandık, hemen arkasından İngiltere bir toplantı... Sen o toplantıyı yapmaktansa atla gel Somali’ye...”

- Siz Mogadişu’ya gitmeden önce bir bombalı saldırı oldu... Burada üçüncü bir devletten bahsediliyor... Türkiye’yi orada istememe durumuna dikkat çektiniz, bu saldırı da onunla mı ilgili?

“Bizim bu gidişimize yönelik böyle bir eylemin önceden tasarlanmış olması veya yapılmış olması tahminlerimin dışında bir şey.”

- Niçin bizi hedef alıyorlar, niçin böyle bir örgüt sizin oradaki varlığınızı hedef alıyor?

“O şekilde düşünmek istemiyorum... Eğer bu insanlar Somali’yi seviyorsa, Somali halkını seviyorsa, bizim gelişimize tam aksine çok daha olumlu yaklaşmaları lazım. Bizim buradaki tavrımız, buradaki duruşumuz inanıyorum ki hem Somali halkına hem de onlara ciddi birer mesaj olmuştur. Sokak aralarını filan gördüyseniz, ister istemez Somali yönetimi de çok ciddi tedbirler aldı. Cumhurbaşkanı da onu söylüyor; ‘Ben böyle bir sorumluluğu taşıyamam. Bundan dolayı alınması gereken tedbirleri en ciddi şekilde aldık. Yoksa şu anda 1 milyon insan sokaklara dökülür, hastaneye kadar sizinle beraber yürürdü. Burada size karşı böylesine büyük muhabbet var’ diyor.”

276’yı bulamadan sen bunu düşün!

- Meclis’in Yüce Divan’a dair kararını nasıl yorumluyorsunuz?

“Efendim, niye iktidar partisinden bu kadar fire var, şu var bu var ifadeleri gündeme geldi. Bir defa bu ifadeleri kullanmak bana göre çok çirkin. Bir taraftan milli iradeye saygılı olun diyeceksin, öbür tarafta milli iradenin kararına karşı kalkacak bunları söyleyeceksin. Aslolan nedir, muhalefet olarak 276’yı niye bulamadın ya sen önce bunu düşün. ‘İktidar niçin bu sayıda kaldı?’ deme hakkı yok ki, sen niye 276’yı bulamadın... Sen bunu sorgula. Demek ki iktidar burada kenetlendi ve bu işe prim vermedi. Diyorlar k; Yüce Divan’a güvenmiyor musunuz? Peki siz ilk derece mahkemelerin verdiği karara güvenmiyor musunuz? Takipsizlik kararı verdiler, yargı orası. Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında yargıdan olanlar da var olmayanlar da var... ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyorum ve çıkan karara da saygı duyuyorum.”

‘Birçok konuyu geç anlamış durumdayız’

- Hrant Dink cinayetinde paralel yapının bağlantısı olduğunu düşünüyor musunuz? Ergenekon davasının en başından beri paralel yapının dahil olduğu konusunda...

“Biz aslında iyi niyetimizin kurbanı olduk, bunu açıkça söylemek lazım. Ama şimdi her şeyi konuşabilir misiniz... Biliyorsunuz, herkes ya emekli olduktan sonra yazmaya başlıyor böyle şeyleri, görevde değilken söylüyor. Ama görevi başında iken söylemiyor. Bunu yazıp çizenler de söyleyenler de kalkıp da bunları bize iletmediler, bizimle paylaşmadılar. Paylaşmadıkları için birçok konuyu geç anlamış durumdayız. Şurada iki, iki buçuk yıl, yani MİT Müsteşarı’na malum operasyon yapıldığından itibaren bu işi anlamış durumdayız. Biliyorsunuz, hesapları önce MİT Müsteşarı’nı almak sonra da beni almaktı. Pensilvanya ile bu işin alâkası var mı? Yok demek mümkün değil, işin hep içinde. Dink olayında işin nerelere ulaştığı zaten şu anda ortaya çıkıyor. Emniyet’teki İstahbarat’taki ayakları ortaya çıkmış vaziyette. Emniyet ve yargının bunların üzerine gitmesi ile birlikte olaylar daha da netleşiyor, Ayrıca burada bir konu var. Gerek Balyoz, gerek Ergenekon bunların içinde hep bunlar var. Hem Yargı hem de Emniyet ayağı ile var. Eğer, 17 Aralık 25 Aralık sürecinde bu müdahale yapılmamış olsaydı iş böyle gidecekti. Darbeye karşı darbe yapılınca o iş bitmiş oldu.”

‘Yeni krala gideceğim’

- Kral Abdullah’ın vefatı dolayısı ile bizde yas ilan edilmesine tepki gösteren kesimler de oldu...

“Geçmişe dayalı olan hukukumuzdan dolayı taziye ziyaretimizi yaptık, cenazeye iştirak ettik. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri Suriye’de farklı seyrediyor, Filistin’de farklı seyrediyor, Mısır’da farklı seyrediyor. Ama biz görüş farklılıklarının ikili ilişkilere karıştırılmamasından yanayız. Nitekim bir günlük yas ilan edilmesini de, Suudi Arabistan’la ikili ilişkilerimize önem atfettiğimize ilişkin bir mesaj olarak algılamak lazım. Hükümetimizle görüşerek yas kararı aldık.”

- Bazı yorumcular, Suudi Arabistan’da yeni yönetimin İhvan dahil çeşitli konularda bir önceki yönetime göre daha farklı bir tutum sergileyebileceğini ileri sürüyorlar...

“Bence bu hususlarda aceleci davranılmamalı. Öncelikle Selman Bin Abdülaziz’in neler yapacağını bekleyip görmek lazım. Şahsen ben şöyle bir hafta on gün içinde bir hayırlı olsun ziyaretine gitmek, kendilerini bizzat tebrik etmek istiyorum. Ama şu var ki İslam dünyası üzerinde büyük operasyonlar oluyor. Bir parçalama metodu uygulanıyor. Bu üst akılın operasyonlarına karşı ortaya konulacak tavır çok önemli.”

Yunanistan’a hayırlı olsun

“Devletler arasındaki ilişkilerde devamlılık esastır. İktidar da kim olursa olsun, Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin gelişmesini ve güçlenmesini sağlamak bizim için öncelikli konudur. Dolayısıyla seçim sonuçları hayırlı olsun.”

Asla oynama yapmayız

“Çok açık, net söylememiz lazım; bizim Suriye’ye yönelik politikamız bellidir. Bunun üzerinde asla oynama yapmayı düşünmüyoruz. Bizim hedefimiz rejimdir. Eset rejimi ile Suriye’de bu iş devam etmez.”

Yazının devamı...

Somali saldırısının arkasında kim var?

Mogadişu - Somali’de yaşananlar aslında Afrika kıtasının özeti gibi. Somali’nin uzun ve dramatik bir hikayesi var. Henüz çıkarılmıyor ama büyük miktarda petrol, doğalgaz ve uranyum olduğu ileri sürülüyor. Geniş düzlüklerde kabilelerin yaşadığı Somali büyük jeostratejik öneme sahip. Burası Afrika boynuzunu, Aden Körfeizini, okyanusu ve dolayısıyla Hindiçini kontrol eden bir garnizon. Somali, Batılılardan aldığı sözlere güvenerek 1977’de Etiyopya’ya savaş açmış. SSCB ve Küba’nın devreye girmesiyle Somali askerleri püskürtülmüş. General Siad Barre darbeyle devrilene kadar ülkeyi diktatörlükle yönetmiş.

1991’de bu defa Barre’ye darbe yapılmış. Barre ülkeyi terk etmiş. Yirmi yıl sürecek iç savaş başlamış. Kırsalda yaşayan klanlar kanlı bir boğazlaşmaya tutuşmuşlar. Ülkede taş üstünde taş kalmamış. Somalililer savaşmaktan yorgun düşünce barış yapmaya karar vermişler. Neredeyse her binada iç savaştan kalma kurşun izlerin gördük.

Darbe-savaş-yoksulluk sarmalı

İç savaştan sonra aşiret reislerinden oluşan İslam Mahkemeleri Birliği barışı sağlamış. Ancak bu defa da Etiyopya, Somali’ye savaş açmış. Etiyopya askerleri Mogadişu’ya kadar gelmişler. Etiyopya, İslam Mahkemeleri Birliğini dağıtmış. Film gibi değil mi? Daha bitmedi. Etiyopya İslamcı olduğu için klanlar heyeti dağıtınca yeni bir savaş başlamış.

İslam Mahkemeleri Birliği Hareketinin dağıtılmasıyla hareketin gençlik örgütü eline silah alıyor. İşte bildiğiniz El Şebab, Türkçesiyle Mücahid Gençlik Hareketi böylece ortaya çıkıyor. Hali hazırda El Şebab’ın kırsalda ciddi bir varlığa sahip olduğu iddia ediliyor.

Halk, El Şebab’ı aşırİslamcı bulup, görüşlerine katılmasa da güvenliği sağladığı için ciddi destek veriyor. 1970’lerin Beyrut’u olarak nitelenen Mogadişu bitmeyen savaşlar sonucunda bugün harabeye dönmüş. Ülkede büyük bir açlık, yoksulluk ve kaos var.

Üç aşamalı saldırı planı

Güvenlik açığı Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrika’dayken kendini gösterdi. Mogadişu’da canlı bomba saldırısı oldu. Cumhurbaşkanlığı protokol görevlilerini hedef alan saldırıyı El Şebab üstlendi. Güvenilir kaynaklar saldırının arkasında El Şebab’ı taşeron olarak kullanan ve Türkiye’nin Somali’deki varlığından rahatsız olan üçüncü bir ülke olduğunu belirtiyorlar.

Mogadişu’daki son saldırının üç aşamalı planlandığı öne sürülüyor. Şoförün aracı patlatması sonucu büyük bir telaş yaşanırken başka bir kişinin elinde silahla otelin içine girdiği ve rastgele ateş etmeye başladığı belirtiliyor. Örgütün asıl hedefinin ise Cumhurbaşkanlığı korumaları olduğu öne sürülüyor. saldırının uzaktan kumandalı bir başka bir bombayla yapılmak istendiği ancak bombanın patlamadığı belirtiliyor.

Şehirde kuş uçurtulmadı!

Dün Mogadişu’da büyük güvenlik önlemleri alınmıştı. Tabiri caizse tüm şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Ana caddeye açılan her sokağın başında doçkalı araçlar namlularını sokağa çevirmişlerdi.

MİT’in son dakika edindiği istihbaratta heyete karşı büyük bir saldırı olacağı bilgisi yetkilileri alarme etmişti. Şehirde kuş uçurtulmazken cumhurbaşkanlığı koruma ekibinde sıra dışı bir hal vardı. El Şebab’ın havaalanına havan saldırısı yapacağı haberi gelince şehir askerler tarafından tutulmuştu. Bunlara ilave olarak son gece Ankara’dan takviye kuvvet gelmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında da bunu teyit eden bir satır arası vardı. Erdoğan, ‘şehitlik sadece burada şehit olanlar için değildir. Biz de şehit olabiliriz’ cümlesi tehdit riskini ortaya koyması bakımından önemliydi. İşte bu tavır için Türkiye burada çok seviliyor.

Ülkede yaşanan güvenlik sorununu çözmek amacıyla yakında TSK Somali askerlerini eğitmeye başlayacak.

Somali’de yaşananları merak ediyorsanız Kara Şahin düştü filmini izlemenizi öneririm. Hollywood’un taraflı bakışı olsa da önemli bir yapım. Efsane yönetmen Ridley Scot’un filmini izlediğinizde savaşın birgünlük sahnesini görüyorsunuz. Ancak Mogadişu’da film değil gerçek bir trajedi yaşandı ve hala yaşanıyor. Afrika’yı gelmeden emperyalizmin bir insanlık suçu olduğunu asla anlayamazsınız.

Yazının devamı...

Hayaldi, gerçek oldu: Erdoğan Cibuti’de

Emperyalizmin nasıl bir insanlık suçu olduğunu görmek istiyorsanız Afrika’ya gelmelisiniz. Burası Batılılar tarafından yağmalanan bir kıta. Tekil olarak ülkeler değil topyekün bir kıta talan edilmiş. Sömürgeciler sadece doğal kaynakları değil insanların gözlerindeki ışığı dahi çalmışlar. Afrika’da sömürgecilik yeni bir maskeyle yoluna devam diyor. İngiltere, Fransa, İtalya’dan sonra sıra Çin’e gelmiş. Şimdi kıtanın her yerinde Çin’i görüyorsunuz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Doğu Afrika’yı kapsayan gezisinin üçüncü günündeyiz. Etiyopya’dan sonra Cibuti’ye geldik. Buradan da Somali’ye geçilecek. Erdoğan’ın Cibuti parlamentosundaki konuşması sembolik değeri yüksek tarihsel bir konuşmaydı. Sanki AK Parti grubunda konuşurcasına Cibuti meclisine hitap etti. Erdoğan’ın konuşmasında meclis, milli irade ve demokrasi vurgusu önemliydi

‘...Cibuti, farklı görüşlerin bu Meclis çatısı altında ifade edilebildiği, örnek gösterilebilecek demokrasi geleneğine sahip bir ülke olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Arkasında halkın desteği olan bir parlamentonun başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla Cibuti’nin, böyle bir parlamentoyla, büyümeye, gelişmeye, güçlenmeye devam edeceğine yürekten inanıyorum.’

Parlamentonun önünde toplanan kalabalık Cumhurbaşkanını ‘Başkan Erdoğan’ sloganlarıyla karşıladı. Meydanda açılan bir pankart ilginçti. Pankartta ‘Cibuti’ye Gelmeniz Hayaldi Gerçek Oldu Yiğit Adam’ yazıyordu. Erdoğan dur durak dinlemeden dünyayı dolaşmaya ve çalışmaya devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Biz sizin doğal kaynaklarınız için gelmiyoruz. Sizinle kardeş olduğumuz için buradayız’ sözü Afrika sokağında büyük yankı uyandırıyor. Erdoğan sevgisi burada gözle görülür biçimde yükseliyor.

Cibuti, Afrika’nın jeostratejik önemi en yüksek ülkelerinden. Başta Fransa, ve Japonya olmak üzere pekçok ülkenin askeri üssü var. Askeri üslerin bulunduğu Cibuti’ye Türkiye ekonomi üssü kuruyor. Uzmanlar Cibuti’nin ilerleyen yıllarda Körfez’in Hong Konk’u olacağını söylüyorlar.

Türkiye’ye dışardan bakmak!

Erdoğan’la yurt dışı gezisine çıktığınızda liderliğinin gücünü daha iyi görüyorsunuz. Addis Ababa’da, Cibuti’de veya Bağdat’ta yürüdüğünde insanlar onu görmek ve dokunmak için büyük mücadele veriyorlar. Erdoğan’ın Avrasya’da bu etkinliğini gören büyük güçler doğal olarak onu itibarsızlaştırmak için her yolu deniyorlar. Tam bu noktada Somali’de patlayan bombalar büyük güçlerin taşeronlar aracılığıyla ‘Erdoğan’a buraya gelme’ mesajı taşıyor.

Cibuti meclisinde konuşan Erdoğan, anti emparyalist bir söylemle Batıyı, Afrikalılara şikayet etti. Erdoğan konuşmalarının ana fikrini ‘Afrika’nın sorunlarını Afrikalı çözümler’ perspektifi oluşturdu. Afrika ile yakınlaşma Afro-Avrasya ülkesi olan Türkiye’nin ve kara kıtanın stratejik hedeflerine ulaşmak için her ikisine de önemli fırsatlar sunuyor.

TÜRKİYE AFRİKA’DA NE ARIYOR?

1. Erdoğan, Türkiye’yi yeni dönemde dışa açmak ve özgül ağırlığını yükseltmek istiyor.

2. Bu tür seyahatlerin artacağı ve sürpriz gezilerin olacağı anlaşılıyor. Sırada Küba var.

3. Türkiye, Afrika kıtasında geçmişiyle yüzleşip yeni bir dış politikanın test sürüşünü yapıyor.

4. Özal gibi Erdoğan da gezilere işadamlarını davet ediyor ve sorunlarıyla tek tek ilgileniyor.

5. Erdoğan, mazlum ve yoksulları yanına alarak Batıya karşı yeni bir isyanı temsil ediyor

6. Afrika sokağında Türkiye ve Erdoğan rüzgarı esiyor. Türkiye laik demokrasisiyle model oluyor.

7. Türkiye dünyaya açılırken iç sorunlar önemini yitiriyor. Evrensel değerlerle daha fazla duygudaşlık kuruyor.

8. Jeostratejistler 21. Asrın Afrika’nın yüzyılı olacağını söylüyorlar. Türkiye aslında Kara Kıta’da kendi tarihini ve yeni geleceğini arıyor.

Rakamlarlar Afrika Gezisi...

Yazının devamı...

Okulları kapatın...

ADDİS ABABA - Etiyopya, kara derili, ak yürekli güzel insanların ülkesi. Uçağımız beş saatlik uçuştan sonra Addis Ababa’ya indiğinde akşam olmuştu. Kolonyal mimarinin hakim olduğu büyük bir otele yerleştik. Etiyopya, Afrika birliğinin, dolayısıyla kıtanın politik merkezi. Kıtanın kalbi burada atıyor. Başkent Addis Ababa da hızla Afrika’nın Brüksel’i olma yolunda ilerliyor.

İlk defa Etiyopya’ya geldim ve sürprizle karşılaşmadım. Tahmin edebileceğiniz gibi fakirlik ve yoksulluk buranın kaderi olmuş. Addis Ababa’da nereye gidilir? Bilmiyoruz. Allah’tan heyette Akif Beki ve Nihal Bengisu Karaca var. İkisi de kıdemli Afrika uzmanı. Müzeleri, nerede yemek yeneceğini, nerede ne olduğunu iyi biliyorlar. Böylece aramızda en çok uçağa binen gazeteciler de belli oldu.

Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olduktan sonra ilk defa geziye katıldım. Tayyip Erdoğan’ı, belediye başkanlığı döneminden bu yana izleyen biri olarak tuhaf bir duygu fırtınasına kapıldım. Hedeflerine ulaşmış muzaffer komutan edası vardı. Başbakanlıktan getirdiği eski ekibine yeni bir misyon ve görev yükleyerek kaldığı yerden devam ettiğini gördüm. Ne yaptığını bilen, kararlı ve kendinden emin bir hali vardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile eşi Emine Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Gıda-Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, Bilim Sanayi ve Teknoloji Fikri Işık, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve Binali Yıldırımı’ın olduğu kalabalık bir heyetle Etiyopya’ya geldi. Heyetin bileşenleri yeni dönemde Erdoğan’ın nasıl hareket edeceğinin işaretini veriyor.

Tayyip Erdoğan’ın ‘Gülen okullarını kapatın. Ne tür destek lazımsa biz verelim’ sözü tarihidir. Türkiye’nin ve Erdoğan’ın desteğini kaybetmiş Gülen okulları için zor bir dönem başlıyor. Muhtemelen yeni bir stratejiyle daralarak survivor’ını sağlama yoluna gideceklerdir.

Türkiye, Afrika kıtasıyla yakından ilgileniyor. Davutoğlu’nun fikir babalığını yaptığı 2005 Afrika Yılı hamlesi artık ciddi bir işbirliğine dönüşmüş. 2009’da Afrika’da 12 büyükelçilik varken bugün bu sayı 35’e yükselmiş.

Beyaz adamın kıtaya girmesiyle derileri gibi Afrikalıların kaderleri de kara olmuş. Emperyalizmin böl ve yönet stratejisi asırlardır kan ve gözyaşı vermiş. Etiyopya, petrolü, doğalgazı olmamasına rağmen son dönemde iki defa bölünmüş. Önce Cibuti, sonra Eritre ayrılıp bağımsızlığına kavuşmuş. Uzmanlar acaba doğal kaynakları olsaydı ne olurdu diyorlar.

Geziden öne çıkan notlar

1. Erdoğan, cumhurbaşkanı olarak yeni bir misyonla kaldığı yerden çalışmaya devam ediyor.

2. Gülen hareketi burada oldukça aktif ama Erdoğan’ın demeci sonun başlangıcı olacaktır.

3. Türkiye, Brezilya, Hindistan ve Çin’in son on yılda en çok öne çıkan ülkeler olduğu söyleniyor.

4. Afrika, Türk dış politikasını çeşitlendirme ve aktifleştirme stratejisinin test edildiği yer.

5. TİKA, Afrika’da tarihsel bir misyon görüyor. Serdar Çam’ın yaptıklarını tarih yazacaktır.

6. İbrahim Kalın’ın Cumhurbaşkanlığı ekibinde olması tarihsel derinlik ve nitelik kazandırıyor.

7. Etiyopya, yaptığı açılımlarla politik merkez olma özelliğine ekonomik merkez olma rolünü eklemeye çalışıyor.

Acemi bir seyyahın izlenimleri

1. Etiyopya Afrika’nın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesi, bu onlara acayip karakter vermiş.

2. Etiyopyalılar, Türk filmlerindeki replikle ‘fakir ama gururlu insanlar’. Herkesin yüzü gülüyor.

3. Kıtada olduğu gibi Etiyopya’da da Çin istilası var. Kıta ucuz Çin mallarının açık işgali altında.

4. Türkiye, Etiyopya’da seviliyor. Türkleri diğer girişimcilere göre daha sempatik buluyorlar.

5. 2005’te başlayan ‘Afrika açılımı’ artık yerini ‘Afrika ortaklık politikasına’ bırakmış.

6. Dünyanın her yerinden olduğu gibi burada da çok sayıda Türk girişimci ve işadamı var. Tekstilden inşaata, pamuk ekiminden lokantaya geniş yelpazede iş yapıyorlar.

Yazının devamı...

Siyasette yeni dönem

Cumhurbaşkanı’nın, Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi eski tartışmaları yeniden gündeme getirdi. Bu hikayenin uzun bir geçmişi var. Türkiye 25 yıldır bu konuyu tartışıyor. Problem daha çok kişiler üzerinden konuşulsa da son tahlilde bu bir sistem tartışması. 1982 Anayasası bu tartışmayı kişilerden bağımsız bir mesele haline getiriyor.

Esas mesele anayasada sayılan Cumhurbaşkanın yetkileri ve sorumlulukları noktasında düğümleniyor. 2007’de yapılan cumhurbaşkanını halkın seçmesine kabul eden değişiklikle Türkiye zaten sistem değişikliğine gitti.

Başkanlık tartışması ilk defa farkındalık yaratacak şekilde Turgut Özal tarafından söylendi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1989’da parlamentoda Cumhurbaşkanı seçildiğinde fiilen başkan gibi davrandı. Başbakan Yıldırım Akbulut döneminde bakanlar kuruluna başkanlık etti. Birinci Körfez savaşında ipleri tamamen eline aldı. ABD Başkanı Bush’la doğrudan ilişki tesis etti. Anavatan Partisinin başına Mesut Yılmaz’ın geçmesiyle Özal-ANAP ilişkisi zehirlendi. Özal’ın partiyle ipleri koparıldı. Özal, partisinden dışlandı. Bunun üzerine Özal, köşkten inip yeni parti arayışlarına girdi. Ancak 1993’te zamansız ölümü buna izin vermedi. Özal, açık biçimde Başkanlık sistemini savunuyordu.

Özal-Demirel yarı başkanlık istedi

Özal’ın vefatıyla bu defa Süleyman Demirel parlamento tarafından Cumhurbaşkanı seçildi. Süleyman Demirel, arkama bakmam dediyse de partisi DYP’yle fırtınalı bir ilişkisi oldu. DYP’nin başına önce İsmet Sezgin daha sonra Tansu Çiller geçti. Demirel, Çiller ilişkisi zamanla bozuldu.

Cumhurbaşkanlığı döneminde Süleyman Demirel, başkanlık sisteminin tartışılmasını savundu. Anayasal vatandaşlık kavramını ortaya attı. Ahmet Necdet Sezer, bu tartışmalara girmedi. Parlamenter sistemin devam ettirilmesi gerektiğini dile getirdi.

Türkiye siyaseti Özal ve Demirel’le başlayarak bu tartışmanın içinde oldu. Siyaset kurumu bu sorunu uzlaşmayla çözmek yerine politik rekabete kurban verdi. Liderler muhalefette ayrı, iktidarda farklı yorum yaptılar.

Osmanlı yenilik hareketi kendisine model olarak Fransa’yı seçti. Sistem Fransız ekolüne göre dizayn edildi. Ancak geçen zaman içinde Türkiye taklit ettiği modeli dahi izleyemez hale geldi. Fransa, De Gaulle beraber yarı başkanlık sistemine geçti. İkinci Dünya Savaşının muzaffer komutanı De Gaulle, Fransanın kurtuluşunun yarı başkanlık sisteminde olduğunu öne sürüyordu.

De Gaulle, Dördüncü cumhuriyet anayasasının devlet başkanına çok az, parlamentoya ise çok fazla yetki verdiğinden şikâyetçiydi. Ancak Fransa’daki sol partiler Vichy hükümetindekine benzer bir diktatörlük yaratmamak için devlet başkanının yetkilerinin sınırlandırılmasını istiyordu. Fransa 1958’e kadar istikrarsız hükümetler tarafından yönetildi ve büyük sorunlar yaşadı.

2015 seçimleri ne getirecek?

Siyaseti bırakıp anılarını yazan De Gaulle tekrar görev e çağrıldı. Sistem değiştirildi. Fransa klasik parlamenter sistemden köklü bir kopuşla yarı başkanlık istemine geçti. 1980’lerin başında yapılan yerel yönetim reformuyla sistemin yerel ayağı da yeniden yapılandırıldı. Yerel yönetimler merkezi idare karşısında güçlendirildi.

Türkiye Cumhuriyeti model olarak benimsediği Fransız sistemine dün bir adım daha yaklaştı. Önümüzdeki dönemde bu tartışmalar daha fazla yapılacak. Türkiye, halihazırda fiilen yarı başkanlık sistemine geçmiş durumda. Görünen o ki 2015 seçimleriyle beraber bu fiili durum, hukuki ve idari reformlarla yarı başkanlık modeline resmen geçmiş olacak.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.