Ölünün arkasından…
.
Türkiye’nin Cumhuriyet tarihindeki en önemli iki darbeden biridir 12 Eylül!
Yüzbinlerce kişinin gözaltına alındığı, binlercesinin işkence gördüğü, 171 kişinin işkencelerle öldüğü ve 50 idamın gerçekleştiği, çok sayıda gencin cezaevlerinde hayatını kaybettiği, tarihe kazınmış bir darbe. Bu nedenle 12 Eylül darbesinin başındaki kişi olan Kenan Evren’in ölümü büyük kitlelerde üzüntü yerine yeni tepkiler yaratmıştır.
Evren’in ailesinin “kendisi tarafından bir darbeye maruz kalmış Meclis”ten kaldırılmasını istememesi doğru bir karardır. Genelkurmay’da yapılacak törene bile tepki gösterenler varken özellikle “darbelerle hesaplaşıyoruz diyen bir hükümet” döneminde darbe yapmış bir isme Meclis töreni kabul edilemezdi.
12 Eylül kalıntıları
Başbakan Davutoğlu’nun Urfa’da yaptığı konuşmada “12 Eylül kalıntılarının bu Hükümet tarafından temizlendiğini” söylemesi tartışma yarattı. Aynı konuşmada Başbakan ölünün arkasından kötü konuşulmayacağını vurgulamıştı.
Ölünün arkasından konuşulmaması bir Türk geleneğidir ama darbeler ve darbe yapanlar bu geleneğe dahil değildir. Öyle olsaydı hala 27 Mayıs darbesinin hesaplaşması yapılıyor olmazdı.
Tarih sivil olsun, askeri olsun darbeleri bin yıl sonra da olsa unutmaz. 12 Eylül darbesi ve Kenan Evren’in bu darbedeki rolü de unutulmayacaktır. Bu darbenin kalıntıları deyince önce akla “yargı bağımsızlığı” ve yüzde 10 barajı geliyor.
Çiçek’ten uyarı
Darbe yönetimleri istedikleri baskı rejimini sağlamak için önce ülkenin medyasını ve yargısını kontrol altına alır, bu kurumların tarafsızlığını yok ederler.
Türkiye’de yüksek mahkemeler, özellikle Anayasa Mahkemesi Başkanları, barolar yıllardır yargı bağımsızlığının kaybolduğunu, bu durumda demokrasiden söz edilemeyeceğini vurguluyorlar.
Son olarak Meclis Başkanı Cemil Çiçek “Anlayan anlasın. Ben 2007 yılında bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket yargının siyasallaşmasıdır demiştim. Bugün onun büyük sıkıntılarını çekiyoruz” dedi.
Henüz iktidar partisinin bir üyesi olarak Meclis’te bulunan ama kendisinin de içinde olduğu bir yönetime “yargının siyasallaştırıldığını” söyleyen Çiçek aslında iktidara da, ülkeye de gerçeği anlatmaktadır.
Bağımlı hsyk!
Bu siyasallaşma uyarısının en açık örneği 12 Eylül’den kalma bir durum olan HSYK’nın başında Adalet Bakanı’nın bulunmasıdır. 12 Eylül kalıntıları temizlendi deniyorsa önce bunun ve milli iradenin temsilini imkansız kılan yüzde 10 barajının kaldırılması gerekirdi.
Öte yanda; yıllar içinde hükümetler tarafından defalarca değiştirilerek büyük ölçüde sivilleştirilmiş olan mevcut Anayasa’ya devletin zirvesi tarafından uyulmadığı görülürken 12 Eylül Anayasası’nı eleştirmek bile anlamsızdır.
Darbelerle hesaplaşmak için önce gerçekleri kabul etmek gerekir!