Darbeciler ve silahlanma!
.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “olay gecesinin ilk saatlerinden bu yana hepsinin FETÖ’ye mensup olduğu tekrarlanan” darbeci askerlere verilmesi istenen idam cezası için; “Meclis’ten bu karar çıkarsa imzalayacağını” söyledi.
Darbecilerin hepsinin Gülen’ci olmadığı, 3 ayrı gruptan oluştuğu söyleniyor.
Güvenlik Uzmanı Metin Gürcan “Darbecilerin içinde Fethullah Gülen Örgütü üyesi subaylar da vardır…
Aşırı laiklik hassasiyeti olan Hükümet karşıtı subaylar da vardır, ikbal beklentisiyle kişisel çıkar için cuntaya katılanlar da vardır” diye yazdı.
Bu iddia Genelkurmay eski İstihbarat Daire Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’e sorulduğunda onayladı;
“Doğru, bu darbeyi yapanların tamamı Fethullahçı değil. Bir kısmı Fethullahçı, bir kısmı da Atatürk’ten bahseden bildiri hazırlamışlar. ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ten, Cumhuriyetin felsefesinden bahsediyor. ”
Balyoz’da olsaydı…
Bir darbe girişimine katılanların hangi örgüte ait veya hangi görüşe sahip olduğu önemli değildir. Bununla birlikte “gerçek suçlularla masumların ayrılması” çok önemlidir.
Burada Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen’in söyledikleri son derece önemli; “Ergenekon-Balyoz sürecinde idam olsaydı hapisteki insanları asmış olacaklardı. Oysa sonra ‘kumpas’ dendi. Kanunlarla bağlıysak devlet Anayasa’nın gereğini yapmalıdır.”
Gerçekten de Balyoz-Ergenekon sürecinde her gün akla hayale gelmeyecek senaryolar, sahte deliller, iddialar duyuldu. İnsanlara yüzlerce yıl hapis cezaları verildi ve sonra birden bunların gerçek olmadığı açıklandı.
O nedenle, idam cezası yüzlerce, binlerce insanın karıştığı böyle bir olayda büyük hatalar doğurabilir.
Meşru müdafaa mı?
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç’un “Darbeye karşı halkın silahlanması sağlanacak. Meşru müdafaa için ruhsatlı silah alımının önü açılacak” sözleri de bir başka hatanın başlangıcı gibi görünüyor.
Bir hukuk devletinde “suçlular yakalanır, yargı önüne çıkarılır, hakkındaki tüm deliller incelenip kanıtlandıktan sonra yasadaki uygun ceza verilir”.
15 Temmuz darbe girişiminde yaşanan “askerleri linç olayları”nı aklımızdan çıkarmamalıyız.
O askerlerin sadece “komutan emrini” mi yerine getirdiği, yoksa kendi iradesiyle mi suç işlediği belli değil. Birçoğuna “tatbikata” veya “terör eylemi ihbarı yapıldı” denerek polise yardıma gidildiği söylenmiş.
Özellikle infial halindeki halkın bir de üstüne “silahlı olması” sadece kendisine ateş edenin değil, diğer insanların da hedef haline gelmesini sağlar.
Bugüne kadar düğünlerde eğlence diye etrafa ateş edenlerin kurşunlarıyla kaç can kaybı oldu. Kadın ve çocuklara karşı şiddeti bile önleyememişken “kısıtlanmayan silah kullanma hakkı” doğru karar mı olacak?
Yoksa ABD’deki gibi bireysel saldırıları mı arttıracak?
Avrupa’da terör saldırılarından sonra bireysel silahlanmanın artmasının “silah ticareti yapanların işine yaradığı, silah şirketlerinin silahlanmayı teşvik edici lobi yaptığı” bildiriliyor.
Kısacası, bu kararların öyle tek cümleyle geçiştirilecek kadar önemsiz olmadığını fark edelim.