Demirel, Erdoğan’ı eleştirdi
'Hükümetin görevi kömür dağıtmak değil alın teriyle para kazanılacak iş ortamı yaratmaktır'
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i 3 yıldır görmemiştim. Son röportajımızı bundan önce Kuleli’deki ofisinde yapmıştım. Güniz Sokak’ta beni kabul edeceğini öğrendiğimde biraz içim burkuldu. Çünkü yıllar önce Güniz Sokak’a bir bayram sabahı kahvaltıya gitmiştim. Çok uzun zaman olmuş... Nazmiye Hanım da o zaman bizleri misafir etmişti. Daha önceki röportajları 2007’de yaşamını yitiren Demirel’in danışmanı Türker Sanal ayarlardı. Bu kez doktoru Aylin Cesur’a ilettim röportaj talebimi. Benden başka gazetecilerle görüşeceğini söylemişlerdi, ama biliyordum Demirel’in her zaman söyleyecek çok sözü vardır. Ben Türkiye’nin son dönemde tartıştığı konulara odaklandım ve siyasetin duayen ismine Başbakan’ı sordum. Polemik yaratmak istemediğini biliyordum ama sözünü de sakınmayacağından emindim. Yanılmadım. Buradan hem 9’uncu Cumhurbaşkanımız adına hem de kendi adıma iyi bayramlar, iyi tatiller dilerim.
İktidar muhalefetin yaptığını beğeniyorsa, bir yanlış aramak lazım
Tam 40 yıl aktif siyasetin içinde oldunuz. Bu aralar olup biten sizi şaşırtıyor mu? AKP yerel seçimler öncesinde modern kadın yüzlerinin peşinde, CHP çarşaflı üyeleri partiye alıyor. Türkiye’de ne oluyor?
Olup bitenlerden farklı bir şeyler olunca toplum bunları yadırgıyor. Yadırgayanlar, şaşıranlar, kızanlar var. Sizin söylediğiniz şeyler seçim öncesinde siyasi partilerin oy hesapları için gösterdikleri gayretlerdir. Siyasi partiler kendilerini seçim öncesinde güçlendirmek için girişimlerde bulunuyor. Mart’taki yerel seçimlerde siyasi iktidar gücünü muhafaza ettiğini göstermek, muhalefet de güçlendiğini göstermek istiyor. Bütün bunlar zamanın getirdiği tartışmalar.
CHP türbana karşı çıkan bir parti. Şimdi çarşaflıları ve türbanlıları kucaklıyor. Seçim için diyorsunuz, samimiyetsiz bir girişim değil mi? Üstelik Başbakan da CHP’ye destek çıktı: “Dik durun devam edin” dedi... Bu görülmüş bir şey mi?
Geçmişten tecrübem şudur; iktidarın yaptığı şeyler için muhalefet, “Aman ne güzel yaptınız” diyorsa ya da muhalefetin yaptığı şeyler için iktidar, “Aman ne iyi yaptın” diyorsa, onda bir yanlış aramak lazımdır. Yani o bir nevi doğru mu yanlış mı yapıldığının ölçüsüdür. Uzun demokrasi tecrübeleri olmayan ülkelerde karşılaştığımız muhalefet ve iktidar ancak çok büyük toplumsal meselelerde birleşir. Türkiye’de de NATO, terör, Kıbrıs gibi konularda birleşme olabilir. Bu gibi örnekler dışında muhalefetle iktidarın aynı şekilde düşündüğüne pek rastlanmaz. Muhalefetin yaptıklarını iktidar “İyi, güzel” karşılıyorsa buna şüpheyle bakılır.
CHP çarşafın yanıtını sandıkta alır!
“CHP halka inmiyordu, halka inince türbanla karşılaştı” deniliyor.
Bu halka inme ihtiyacıyla ilgiliyse, “Daha önce nerelerdeydiniz?” diye sorarlar. Bunlar seçim hesaplarıdır. Şu veya bu şekilde hareket eder partiler. Toplumun büyük kesimlerine genel düşünceyle ters düşerse toplum onlara homurdanır, sandıkta da tavrını gösterir. CHP de yanıtı sandıkta alır.
Siz daha önce de söylediniz. “Türkiye siyaseten bölündü” diyorsunuz. Ben size Türkiye karşıt ve yandaş olarak bölündü desem...
Evet. Siyasette bölünmüş olma ülke olarak bölündüğümüz anlamına gelmez. Siyasette bölünmüşlük hep vardır da bunun derecesi önemlidir. Tarafların birbirini anlayamaz hale gelmesi bir süredir vardır.
Bu bir gerginlik yaratmaz mı?
Farklı fikirlerden zarar gelmez. Şiddete ve kırgınlığa dönüşmedikçe siyasette farklılaşma normaldir. Zamana ihtiyaç var bu meselelerde.
Economist’in eleştirileri gerçekten çok ağır
Başbakan Erdoğan’ın 2002’den bu yana değiştiğini, daha doğrusu yüzde 47 oy aldıktan sonra değiştiğini düşünüyor musunuz? Bu yönde çok eleştiriliyor Başbakan?
Nasıl değişecek? Evet, tartışmalar var. Yalnızca Türkiye’de değil, yurtdışında da eleştiriliyor. Ben eleştirecek noktada değilim ama okuyorum tüm eleştirileri.
İngiliz Economist Dergisi’ni mi okudunuz? Nasıl buldunuz eleştirileri?
Eleştirileri görüyorum. Economist’in eleştirisini çok ağır buldum. Hükümetlerin genellikle halkı paniğe kaptırmamaları, panik yaratacak tavır ve söylemlerden uzak durmaları gerekir. Çok ters düşerlerse güvenilirlikleri azalır.
Başbakan’ın kriz söylemi siyasi, keşke söyledikleri doğru olsa
Başbakan global krizin bizi teğet geçtiğini, krizin bitme noktasına geldiğini söylüyor. Bu tavrıyla Başbakan gerçeklerle ters düşmüyor mu? Bunu neden yapıyor? Bu mudur siyaset? Gerçekleri farklı gösterme sanatı mı?
Bu hafta başında Amerika’da açıklama oldu. Kriz daha dibini görmedi, çok önemli ikazlar var. Dünyada olup bitenlere ve Türkiye’de olup bitenlere bakınca bu söylenenler doğru çıkıyor. Sayın Başbakan’ın Kızılcahamam kampında söylediği, “Kriz tepe noktasına varmıştır, hatta aşağı inişe geçmiştir” beyanı siyasi bir beyan. Krizin kaç basamak merdiven çıktığını kaç basamak indiğini söylemek kolay değil. Çünkü dünya piyasalarında meydana gelen geçici iyi gelişmeler, düzelmeler, bunların endekslerde meydana getirdiği geçici iyileşmelerin Türkiye’de yarattığı gelişmelere bakılırsa, bu endeks Türkiye’de 56 bin civarındaydı, halen 25 binlerde. Krizin tepeden geçtiğini düşündürecek bir şey yok.
Başbakan krizi yok sayarak ne yapmaya çalışıyor, böyle oy alınır mı?
Türkiye’de fabrikalar kapanıyor, işçi çıkarılıyor, ücretsiz izinler var, çarşı pazarlardan kötü haberler geliyor, protesto gösterileri yapıldı, yalnızca Denizli’de 8 fabrika kapatıldı. Şimdi bunlar olurken artık kriz geçiyor beyanlarının siyasete faydası olmaz. Keşke söyledikleri doğru olsa. Doğru olmadığı ortada. Sayın Başbakan’ın bundan sonra söyleyeceği sözlerin değeri de azaldı. Sayın Başbakan “Teğet geçer” dedi ama kriz Türkiye’ye büyük zararlar vermeye başladı. Türkiye yüzde 7 büyürken bu büyüme düşecek.
Dünya rahat uyuyamıyor, biz nasıl rahat uyuyalım? Amerika büyük tedbirler almasına rağmen düzelmeye yaklaştı gibi bir durum yok. Düzelmeye dair bir emare yok. Finans krizi daha çok bankalar ve finans dünyasını ilgilendirir ama bunun etkileri ekonominin işleyişini etkiliyor, ticaret daralıyor, üretim düşüyor. Sayın Başbakan bazı beyanları çok erken yaptı, öyle istemek ayrı, hep öyle isteriz, ülkemiz iyi olsun isteriz. Sayın Başbakan’ın elinde krizi durdurmak ve aşağıya çekme olanağı varsa bunun tedbirlerini almalı. Böyle bir hüneri varsa yapmalı. Krizin kendiliğinden durması mümkün değil.
Herkesin yardıma ihtiyacı varsa, iktidar ülkeyi yoksullaştırıyor demektir
40 yıllık siyasi hayatınızda hiç kömür dağıttınız mı?
(Önce gülüyor, biraz da düşünüyor, “Bana pek böyle sorular gelmiyor” diyor) Hayır dağıtmadık. Hatırlamıyorum. Şunu söyleyeyim. Aslında yoksullara, ihtiyacı olanlara yardımcı olmak hem toplumun hem de devletin görevi. Yalnız ihtiyacı olmadığı halde vatandaşı ayırmadan bu yardımları genelleştirirseniz adaletsizlik yapmış olursunuz. İhtiyacı olanlara başka yerlerde kullanabileceğiniz kaynakları israf etmiş olursunuz. Hükümetlerin görevi, devletin görevi insanların kendi kömürlerini almalarını sağlamaktır. Yani yardıma alıştırmamak lazım vatandaşı. Alın teriyle kazanç sağlayacak ortam yaratmak lazım. Alın teriyle kazansın gaz mı alacak kömür mü alacak, kendi karar versin. Bence bu başı dik yaşamanın en önemli şartlarından biri. Balık tutmasını öğretmek gerekiyor. İnsanları yardıma muhtaç hale getirmek yerine onları bu durumdan çıkarmak lazım.
Ya iktidar ancak böyle oy alabiliyorsa...
Mevcut durum yoksulluğun kesin hatlarda ülkeyi sardığını gösteriyorsa, demek ki siz iktidar olarak durumu iyileştireceğinize ülkeyi yoksullaştırmışsınız. Yoksullukta birleşilmez, herkes yoksul diye devletin olanaklarını dağıtmak yanlış olur. İhtiyacı olmayanlar bunları alıp satıyorsa o zaman ne oluyor?
Devlet kaynakları menfaatler için peşkeş çekiliyor
Haberlerde çıktı, doğalgaz bağlantısı olanlara dahi veriliyor kömür...
Okullara, hastanelere, yollara gidecek kaynaklar elden gidiyor. Bu bu demektir. Hiçbir devlet, halkı zengin değilse, zengin değildir. Devletin kaynakları kısıtlıdır ve muhtaçlara vermek lazımdır. Kendi menfaatin için istediklerine bunları dağıtmak devlet kaynaklarını peşkeş çekmektir.
Siyasette uzun zamandır alternatifin olmaması, çıkmaması, size ne düşündürüyor? Neden çıkmıyor merkez sağda ya da solda yeni liderler, partiler?
Siyasi partiler demokrasinin ayrılmaz bir parçasıdır. Halkla olan irtibatları koparsa, siyasi partiler parçalanmışsa, bu her bir parçanın kimlik kazandığı durumlar varsa, bunları hemen toplamak, hükümet alternatifi yapmak kolay değildir. Bunun temeli 1980 sonrasında atıldı. İki güçlü parti vardı, CHP ve AP o ortamda devlete el koyanlar bu partileri kapattı. Ben bu parçalanmanın halen devam ettiğini düşünüyorum. Bunların toparlanmasını halk yapmadı. Tepede biraraya gelmek tabanı toparlamıyor. Tabanın toparlanması zaman alır. Orta sağ seçmen bugünkü iktidar partisinde önemli şekilde yer alıyor. Bu seçmenler bu partiden kopmadıkça orta sağda toparlanma mümkün değil. Orta solda da aynı durum var. Halk siyasi iktidarın karşısında alternatif düşünmüyor. Halk alternatifi arıyor mu? Halkın alternatifi aradığı yerde tabandaki seçmen birleşir.
Toplumda bir korku var, giderilmesi için medya ve STK’lar fonksiyonel olmalı
6 senedir yeni ve güçlenen bir oluşum yok...
Siyasi iktidar için 6 sene uzun değil. Siyasi iktidarların en güçlü oldukları zaman seçimle geldikleri ilk gündür. Demokratik sistem seçimi bu yüzden getirir. İktidar yıpranırsa alternatifler değerlendirilir. Bugün Türkiye’de orta sağ oylar, orta sağ olmadığı halde siyasi iktidar partisinde toplanıyor. Siyasi iktidarlar gelir geçer. Biz de olduk iktidar, bizi tahrip eden genelde müdahaleler oldu, uzaklaştırıldık. Sonra toparlanmaya çalıştık. Siyaset yalnızca siyasi iktidar ve siyasi muhalefetle işlemez. Hür basın, medya, sendika, sivil toplum örgütü (STK), hür üniversite ister. Bunların fonksiyonlu olması lazım.
Başbakan medyanın bir bölümüyle kavgalı, rektörleri atama biçimleri ortada...
Doğru, şekilde bunların hepsi var ama fonksiyonlarına bakmak lazım. Sistemin işlemesine katkıda bulunduğunu iddia etmek zordur. Sıkıntı siyasi partilerde, iktidarda değil. Demokrasi çoğulcu sistemdir. Bunların tümüne ihtiyaç vardır.
Bu saydıklarınızın fonksiyonlu hale gelmesi nasıl mümkün olur, bunların sessiz kalması da kriz göstergesi değil midir?
Demokratik sitem insanoğlunun bulabildiği en güzel sistem. Kötülerin içinde en az kötüsü. Bu sistemden vazgeçmek mümkün değil. Demokratik sistem işlemiyorsa krizlere girersiniz. Şartlar anormal olmazsa sistem kendi kendini düzeltir. Birkaç kere sistem kendi kendini düzeltti.
Darbeden sonra yaygın korku vardı. O dönemde o korkunun ortadan kalkması için çabaladık. Şimdi de toplumun bir kesiminde korku var, bunun giderilmesi için bu saydıklarımın fonksiyonlu olması lazım.
Havada kalan uçak yok, Başbakan da pozisyon alarak insin, çakılmasın!
Siz başbakanlığınızda, parti lideri olarak ve cumhurbaşkanı olarak çok taklit edildiniz. Karikatürleriniz çok çizildi. Başbakan mizahçılara kan kusturuyor. Dava üzerine dava açıyor, mizahçılarla da kavga ediyor. Neden Başbakan mizahı hiç kaldıramıyor?
Mizah seviyeli olduğu sürece uygar insanın ihtiyacıdır. Mizahı liderlerin algılayışları, yapılarına ve yetişme tarzlarına göre değişiyor. Bizim ülkemizde yüksek espri kabiliyeti vardır. Aklıma dünyada bu konuda ilk gelen siyasetçi Churchill. Winston Churchill’in esprileri nesilden nesile anlatılır. Çok espritüel liderler gelmiştir. Şimdi herkesin nasıl hareket edeceğini tahlil etmek zor. Kişiliğini herkes vasıflarıyla yapar. Bazılarının eleştiriye tahammülü vardır, bazılarında bu yoktur. Bunun hasılası kişi siyaset dışına çıkınca yapılır... Bekleyin derim, bugünkü görevlerini bırakıp başkalarına devrettiğinde duruma bakmak lazım.
Başbakan esip kükrüyor, Kasımpaşalılık diyor bazıları, “Ananı da al git buradan lan” bile dedi bir çiftçiye... Yapısı bu olabilir ama bir ülke yönetiyor, bu söylem yakışıyor mu bir lidere?
Dediğim gibi duruma görevlerini bıraktığında bakmak lazım.
“Partim seçimlerde ikinci parti olursa genel başkanlığı bırakırım” dedi Erdoğan ama durum ortada bu da çok fena bir siyasi söylem kokusunu fazlasıyla veriyor...
Derler ki havada kalan uçak yoktur.
Nasıl?
Bu şuna benzer. Havada kalan uçak yoktur. Uçak mutlaka inmek durumundadır da inebilmesi lazım. İnemeyen çakılır. Eee, havada kalamayacağına göre mutlaka inecek, isteriz ki Sayın Başbakan da pozisyon olarak insin, çakılmasın.
SÜLEYMAN DEMİREL ASLINDA 64 YAŞINDA!
Aylin Cesur tam 14 yıldır Süleyman Demirel’in doktorluğunu yapıyor. Demirel “Günde 18 saat birlikteyiz” diyor. Görüşmemiz sırasında da Aylin Hanım yanımızdan hiç ayrılmıyor. Hatta not tutuyor. Sempatik ve güleryüzlü biri. Süleyman Demirel’den izin alıp birkaç soru da Aylin Hanım’a soruyorum:
Sayın Demirel söz dinleyen bir hasta mı?
A.C: Hasta demek pek doğru değil. Gayet sağlıklı Sayın Demirel. Gıda rejimi uyguluyoruz. Bu rejime de uyuyor kendisi.
Kaçamak yapmıyor yani?
(Süleyman Demirel gülüyor) Kaçamakları birlikte yapıyoruz.
Nasıl?
Demirel: Her pazar birlikte pastırmalı yumurta ve balla rejimi bozarız, sonraki iki günde de dikkat ederim yediklerime.
Yıllar önce sizin bir bayram kahvaltınıza gelmiştim buraya. Isparta’dan ekmek tereyağı, İzmir’den incir, neredeyse Türkiye’nin her yerinden gelen farklı lezzetler vardı. Halen geliyor mu?
Demirel: Gelmez olur mu? İki gün önce Kahramanmaraş’tan köfte geldi, rejimi yine bozdum, iki gündür dikkat ediyorum.
Size sık sık bozdururlar rejimi...
A.C: Doğrusu buna da çok dikkat ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın şansı genetik özellikleri. Metabolizması 20 yaş genç. 84 yıl önce doğmasına rağmen 64 yaşında. Bu çok büyük bir şans.
Ergenekon davasından kimse bir şey anlamış değil
Ergenekon Davası’nın sonucu sizce ne olacak?
Tutarlı bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Pek çok açıdan pek çok değişik kimse pek çok değerlendirme yapıyor. Ben hukuk devletinde hiç kimse suç işleme imtiyazına sahip değildir, derim. Suç işleniyor da bu takip görmüyorsa o zaman o ülkenin yönetimi, devlet, devletin yöneticileri görevlerini yapmıyor demektir. Güçlü devlet kanunlarını uygular. Kanunlar noksansa bunları tamamlamak yine devletin görevidir. Hukuk devletinde toplumu rahatsız eden, huzuru bozan hadiselere karşı suç sayılan ne varsa kanunlarda yazılan cezaya tabi tutulur. Suçu ve suçluyu bulurken, suçu ispatlarken de insan haklarına dokunulmaz. Ergenekon Davası çıktığından beri bunu kimlerin nasıl ve ne yapmak istediğini ve neleri yapmak suretiyle olayın nereye vardırılmak istendiğini kimse anlamış değil.
Çok farklı iddialar var. Birbiriyle hiç alakası olmadığı düşünülen kişiler de tutuklandı...
İddialar var. Mahkeme bakacak bu iddialara, kamuoyunda şu anda sağlıklı hüküm tesis etmek mümkün değil. Bu mahkemenin önüne konan iddiaların bir kısmı hayli şaşırtıcı.
Mesela telefon konuşmaları...
Bazı özel sayılabilecek telefon konuşmaları suç olarak ortaya konuldu. Birinci, ikinci dalga diyerek bazı insanlar evlerinden alınıp sorgulandı. Devlete karşı bir komplo varsa bu kadar zaman içinde bunu ortaya çıkarmak neden mümkün olmadı?
Derin devlet değil, devlet insanları dinliyor
Derin devlet deniliyor, var mı derin devlet? Bu dava bunu mu gösterecek?
Türkiye’de bir tane devlet var. Buna itiraz etmek Türkiye Cumhuriyeti devletini küçümsemektir. Derin devlet diyerek “devletin işleri esas işler değil, esas işler derin devletin” gibi göstermek çok yanlış. Bunları derin devlet değil, devlet yapıyor. Devletin memuru insanları dinliyor. Bir esas devlet ve bir de gölge devlet yok Türkiye’de. Bu dava süreci bunu da ortadan kaldırabilir. Eğer bu tarz iddilar doğruysa seçimler, parlamento yalan mı? Mahkeme derin devlet, gölge devlet gibi intibalara fazlasıyla neden oldu. Ben Türkiye’nin hakimlerinin bu töhmetten Türkiye’yi kurtaracağına inanıyorum. Kişi suçu ispatlanana kadar suçsuzdur. “Kanunları uyguluyoruz” diye kanunsuzluk yaparsanız esas o zaman kanunsuzluk yaparsanız. Hukukun temel prensipleri tahrip edilirse esas o zaman anarşi olur.
Tanıdığım iş adamları var. Cep telefonlarını artık ofislerine sokmuyorlar, konuşmalarına çok dikkat ediyorlar. Kendilerinden kuşku duyduklarından değil, bizi de dinlerlerse diye rahatsız oluyorlar...
Bunlar iyi mi? Bu yapılan iş buna neden oluyorsa büyük yanlış. İnsanları korkutarak elinize ne geçer? Bu güvensizlik. Devlet güven sağlamak yerine güvensizlik yaratıyor. Çok yanlış.
Dinlendiğimi bildiğim halde her şeyi açık açık konuştum
Siz rahat konuşabiliyor musunuz telefonda?
Rahat konuşuyorum. Dinlendiğim dönemler oldu, hiç düşünmem konuşurum. Karışık dönemlerden geliyorum, ben beni dinleyenlere nasihatlerde bulundum bazı zamanlar. Benim bir kavgam var, o kavgamı açıkta da yaparım, telefonda da yaparım. Hamzaköy’de de beni dinliyorlardı. Biliyordum ama konuşmaktan vazgeçmiyordum. Açık açık konuşuyordum.
Şifreli sözleriniz olur muydu?
Zamanında birçok şeyi göze aldık. Açık açık konuştum. İsimleri açık açık söylerdim. Birtakım tehditleri göze almazsınız lider olamazsınız.
Siyasi iktidarın hırçınlığı kendine zarar veriyor
Başbakan’ın medyayla kavgasının kişisel düzeye gelmesi size ne düşündürüyor?
Bakın, dünyanın hiçbir yerinde iktidarla medya hiç sorunsuz değildir, zaman zaman böyle sorunlar yaşanır. Bizim zamanımızda da oldu. Bu sorunu kavga noktasına ve kişisel hale getirmemek lazım. Bu gerilimler ülke sorunlarından kaynaklanan fikir ayrılıklarından meydana geliyorsa, gayet normaldir. Siyasi iktidar iyi deyip bir şey yapıyorsa, medya bunun iyi olmadığını düşünüyorsa normaldir.
Başbakan sert tepki veriyor eleştirilere...
Şu günlerde siyasi iktidarın hırçınlığı kendine zarar veriyor. Medyanın haber yapmasını, görev yapmasını engellemek basın özgürlüğüne aykırı. Kayıtlı ya da kayıtsız kanunlara bağlı olmak lazım, beyanlara bağlı yasaklar da çok yanlış. “Şu gazeteyi almayın” diyorsunuz, o zaman siz düşüncelerin yayılmasını istemiyorsunuz demokrasinin dışına çıkıyorsunuz.
Siyasi partiler iyi çalışsa tarikatlara gerek kalmaz
Mesut Yılmaz emniyet teşkilatı içindeki Fethullahçı kadrolaşmaya işaret etti. Bazı müdürlerin atamalarının cemaat isteğiyle yapıldığı, bazı bilgilerin farklı yansıtıldığı, taşındığı iddiaları var. Ne diyorsunuz bu konuda?
Kurumlarda emir kumanda zinciri veya hiyerarşisi içinde çalışılır. Dışarıdan tesirler denenebilir. Bu sırıtır ve kısa zamanda açığa çıkar. 2.5 milyon memuru olan bir devletiz. Herkes birbirinin müfettişidir. Hiyerarşik bir ortamda direktifin istenildiği kadar düzgün olmayabileceğini kabul ederim ama tümüyle bozuk olacağını kabul edemem. Siyasi iktidarlar aslında taşıdıkları sorumluluk gereği bazı makamlara güvendikleri isimleri getirmek isterler. Ama “Hiç kimseye güvenmiyoruz, her kademeye kendi adamımı getireceğim” derseniz, bunu kimseye anlatamazsınız. O zaman bu ülkeye güvenmiyorsunuz demektir.
Bilgi sızdırıldığı, bilgi yönlendirmelerinin yapıldığı iddiası...
Tesirler olabilir ama devleti tehdit edecek duruma geldiğine ihtimal vermiyorum. Umarım yanılmam. Şunu da söyleyim, partilerin her kadamesi iyi çalışırsa, köy kahvesinden TBMM’ne kadar siyasi zincir çalışırsa, o zaman tarikatlara ihtiyaç kalmaz. Partiler sistemi işlemezse devletle halk arasındaki köprüyü tarikatlar doldurabilir.
Nazmiye Hanım’ın siyasi hırsı hiç olmamıştır
Röportaja giderken hasta olduğunu bildiğim Nazmiye Hanım için mis kokulu nergisler götürdüm. “Nazmiye Hanım güzel kokulu çiçekleri çok sever” diyerek aldı Süleyman Demirel çiçekleri ve Nazmiye Hanım’a gönderdi. Nazmiye Hanım’ın uzun süredir alzheimer olduğu biliniyor.
Siyasi yaşamınızda eşinizi hep yanınızda gördük. Gezilerde, açılışlarda yanınızdaydı Nazmiye Hanım. Siz eşinizi saklamayan bir politikacı oldunuz. Farklı örnekler var bu konuda. Kimi siyasetçi göstermiyor eşini, kiminin eşi ise ayakkabısından takılarına her konuda malzeme veriyor basına. Nazmiye Hanım nasıl bir siyasetçi eşidir?
Nazmiye Hanım’ın siyasi hırsı yoktur. Bir ömrü birlikte yaşadık. Benim kahrımı çok çekmiştir. Kolay bir hayatımız olmadı. Sizin sorduğunuzu anlıyorum. Bazı eşler vardır eşini yaptığı işe karışır, hatta işini sahiplenir. Bunu yapan kadınlar da vardır, erkekler de vardır. Bence çiftlerin birbirleri üzreinde hakimiyet kurması çok yanlış. Yaptıklarına da zarar veriyor. Siyasetçilerin eşlerine baktığımızda bazı siyasetçilerin eşleri ön plana çıkmaya hevesli olabiliyor.
Bir ömrü birlikte geçirdik dediniz... Şu anda neler hissediyorsunuz?
Hep birlikteydik. Hâlâ da öyle. Hastalık nedeniyle bazen iletişimde zorluklar olabiliyor ama yine de durum iyi. Nazmiye Hanım’ın her zaman sukuneti, sabrı ve tahammülü yüksek olmuştur. Bu da benim şansım, dediğim gibi zor bir hayatımız oldu.
AYNI ANDA 7 KİTAP OKUYOR
Süleyman Demirel’in bir özelliği var. Kendisini daha önce ziyaret ettiğimde de dikkatimi çekmişti. Odasında her taraf kitaplarla doludur. Farklı kitapları okumayı sever. Aynı anda 10 kitap okuduğu olur. Sabah kalktığında okuduğu kitapla, öğlen, akşam okuduğu kitap farklıdır. Bu kez de önünde onlarca kitap vardı. Adeleine Albright’ın ‘Memo to the president elect’, Fareed Zakaria’nın ‘The Post American World’ ve ‘Global Trends 2025: A transformed World’ kitapları ile Banu Avar’ın ‘Böl ve Yut’, Prof. İlhan Lütem’in ‘Kurtuluş’, ‘Kendisi’, ‘Devrimler’ adlı kitaplarını son dönemlerde elinden düşürmüyormuş. Televizyondaki haber ve tartışma programlarının sıkı takipçisi. Haber bültenlerini 3-4 kanaldan takip ediyor. Avrupa Yakası ile Elveda Rumeli dizilerini kaçırmıyor. En beğendiği oyuncu ise Gazanfer Özcan.