Resesyonla mücadele
.
Geçen akşam AB ülkelerinden gelen ekonomi gazetecileri ile yemek yedim. Türkiye’nin üye ülkeler kamuoylarında daha iyi tanınmasını amaçlayan seyahati AB Komisyonu örgütlemiş. Kayseri ve Bursa’yı da ziyaret etmişler.
İlk soru bankacılık kesiminin küresel mali krizi nispeten az hasarla atlatmasını nasıl açıkladığım oldu. Sektörün 2001’de yaşadığı ağır krizi, çıkartılan dersleri ve bütçe disiplininin sürdürülmesini anlattım. Ancak küresel resesyonun Türkiye’yi de vuracağını ekledim.
İç ve dış talepteki daralmayı ve üretimdeki düşüşü, konuştukları işadamları da söylemiş. Dolayısı ile tartışma resesyona karşı iktisat politikası tedbirlerine kaydı. Biri “Maliye ve para politikaları gevşemelidir, herkes onu yapıyor” dedi. Diğerleri de onayladı.
Ben cevaba başlamadan bir başkası IMF anlaşmasını gündeme getirdi. Temaslarında ondan da bahsedilmiş. IMF reçetesindeki sıkı maliye ve para politikaları ile ekonominin ihtiyaçları arasındaki çelişkiye dikkat çekti. Görüşümü sordu.
Politika açmazları
Böylece kendimi fevkalade güncel ama o ölçüde hassas ve polemiğe açık bir konunun içinde buldum. Önce laf biraz dağıldı. Gelişmiş ülkelerin mali kesime desteği konuşuldu. Ortalığa saçılan trilyonlarca doların yetip yetmeyeceğini herkes merak ediyordu. Sıra bana gelince söylediklerimi kısaca özetlemek istiyorum.
İktisat teorisi ve dünya deneyimi, özel kesim harcamalarının duraklaması halinde hükümetin mutlaka devreye girmesi gerektiğini söylüyor. Hükümetin elinde iki araç var. Faiz indirimi ile tüketim ve yatırım teşvik ediliyor. Aynı anda bütçe ile ekonomide talep yaratılıyor. Nitekim, ABD ve Avrupa şu anda her ikisini de yapıyor.
Ancak resesyonla mücadele etmek için her koşulda para ve maliye politikalarını gevşetmek mümkün olmuyor. İki tehdit öne çıkıyor. Biri dış açığın büyüklüğüdür. Diğeri ise ülkeye duyulan güvendir. Bu ise geçmişindeki istikrarsızlığın bir yansımasıdır.
Açmaz iki özelliğin birlikte varolması halinde ortaya çıkıyor. Güçlü ve istikrarlı bir ekonomi dış açığa rağmen klasik reçeteyi uygulayabiliyor (ABD). Aynı şekilde, dış fazla kötü geçmişle bile buna izin veriyor (Rusya).
Türkiye’nin politika açmazı bu açıdan bakınca netlik kazanıyor. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının yol açtığı devasa bir dış açığı var. Geçmişi ise popülist maceralarla dolu. Dolayısı ile resesyonla mücadele olanakları kısıtlanıyor.
Çin örneği
Herhalde okudunuz. Büyüme yavaşlayınca Çin Hükümeti iki yılda 650 milyar dolar ek kamu harcaması yapılacağını açıkladı. Piyasalar çok olumlu karşıladı. Ayrıntıya girmeden, kabaca yıllık 300 milyar dolar diyelim ve Türkiye’ye uygulayalım.
Çin’in 2008 yılı milli geliri 4 trilyon dolar öngörülüyor. Mali desteğin milli gelire oranı yüzde 7.5 ediyor. Türkiye’nin 2008 milli geliri 970 milyar YTL civarında olduğuna göre, eşdeğer mali destek 73 milyar YTL düzeyinde bulunuyor.
Bir an için hükümetin yarın sabah 2009’da resesyonla mücadele amacı ile bütçeden 73 milyar YTL ek harcama yapacağını açıkladığını düşünün. Ardından gelecek karmaşayı, döviz ve faizde yaşanacakları tahmin etmek çok kolay. Ne diyor atasözü? “Dün yediğin hurmalar bugün mideni tırmalar!”
Resesyon ve iktisat politikaları arasındaki zor ilişkiyi irdelemeyi sürdüreceğim.