Milli gelir neyi ölçer?
.
Makroiktisat dersleri milli gelir muhasebesi ile başlar. Önce öğrencilere gayri safi milli hasıla, katma değer, deflatör, satın alma gücü paritesi gibi temel kavramlar anlatılır. Sonra genel bir değerlendirme yapılır.
Ben Churchill’in demokrasi üstüne söylediklerini hatırlatırım. “Milli gelir fevkalade yetersiz bir ölçüdür; ancak elimizde daha iyisi yoktur” derim. Somutlaştırmak için bir dizi refah göstergesini kullanırım.
Mali kriz milli gelir muhasebesinin zafiyetlerini kamouyu gündemine taşıdı. Tartışmayı Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin hazırlattığı rapor tetikledi. Sözcülüğünü ise Nobel İktisat Ödülü sahibi Stiglitz üstlendi.
Rapora göz attım. İyi hazırlanmış ve yararlı buldum. Stiglitz’in sonuçları özetleyen kısa bir makalesi de yayınlandı. Başlığı çok çarpıcı: “Milli Gelir Fetişizmi”. Polemiğe The Economist bile son sayısında katıldı.
Amaçlar karışınca
Ekonomik büyüklükleri ölçmekte karşılaşılan nesnel sorunlara sık sık değiniyoruz. Nesnel sözcüğüne dikkat çekerim. Hataların kasıt ya da kötü niyetten değil, yapılan işin doğasından kaynaklandığına işaret ediyor.
İlk kritik sorun, ölçmenin ne amaçla yapıldığını saptamaktır. Ölçülecek gerçek karmaşıklaştıkça, her amaç için farklı bir ölçü geliştirmek ve hesaplama gerekir. Bir hedef için geliştirilen ölçünün başka hedefler için kullanılması işleri karıştırır.
Milli gelir muhasebesinin kritik sorunu budur. Başlarda amaçlanan ekonominin toplam üretimindeki dalgalanmaları izlemekti. Tek tek kesimlerin (buğday, çelik, elektrik, telefon vs.) üretimlerini birleştiren bir ölçü bulmaktı.
Gayrisafi yurt içi hasılanın hesaplanmasında kullanılan yöntemin özü hâlâ aynıdır. Piyasa için üretilen tüm mal ve hizmetler kapsanır. Kamu tüketimi girdi maliyeti ile eklenir. Sabit sermayenin aşınma ve eskimesi hesaba katılmaz.
Ne var ki, üretimin dalgaları toplumun fazla ilgisini çekmez. İktisat politikası sorumlularına havale eder. Toplum kendi tüketimine bakar. Refah düzeyini ifade eden bir ölçü arayışındadır. Ama iş karışır. Çünkü milli gelirin amacı refah düzeyini ölçmek değildir.
Refah ölçüsü gerekiyor
Çelişkiyi somutlaştırmak için en basit örneği verelim. Üretim tüketimden çok daha hızlı artabilir. Yüksek büyümeye rağmen refah artışı sınırlıdır. Akla Çin geliyor. Tersi de olabilir. Düşük büyüme ile yüksek tüketim artışı bize Türkiye’yi hatırlatıyor.
İktisatçılar olayın farkındadır. Büyük bölümü milli gelir hesaplarını konjonktür dalgalarını ölçmekte başarılı bulur. Buna karşılık zaman içinde ya da ülkeler arasında refah karşılaştırması için çok yetersiz kaldığını kabul eder.
Satınalma Gücü Paritesi bu sorunu hafifletmek için geliştirilmiştir. Örneğin AB ortalaması 100 kabul edilerek 2008 yılı için kişi başına gayrisafi yurt içi hasıla miktar endeksleri TÜİK tarafından 1 Temmuz’da yayınlandı. Ama gene üretimi kapsıyor.
Yaşam kalitesini ve refah düzeyini daha iyi yansıtan yeni bir ölçme yöntemi ve birimi taleplerine ben de katılıyorum. Mevcut teknik olanakların buna izin verdiği çok açıktır. Bu açıdan son tartışmayı yararlı buluyorum.