Maliye politikası ve konjonktür
.
Türkiye 2000’den bu yana fiyat istikrarını sağlamaya ve ortalama büyüme hızını yükseltmeye çalışıyor. İlki maliye ve para politikalarının, diğeri yapısal reformların sorumluluk alanına giriyor. Doğallıkla aralarında yoğun karşılıklı ilişki de var.
Bu çerçevede maliye politikasına çok kritik bir görev düştü. Çünkü 1990’ların sonunda yüksek enflasyon-yüksek faiz ikilisi kamu borcunu sürdürülemez düzeylere tırmandırmıştı. Kısır döngüyü kırmanın bilinen tek yolu kamu açıklarını hızla eritmek ve sonra fazlaya dönüştürmekti.
Daha açık söyleyelim. Uygulanan programda maliye politikası tek hedefe kilitlendi: Borç dinamiğinin tersine çevrilmesi. Kamu kesimi faiz-dışı fazlasının milli gelire oranı bunu sağlayacaktı. 2000’de yüzde 5,5 iken krizden sonra yüzde 6,5’a yükseltildi.
Uygulama kesinlikle başarılıdır. 2006 sonunda kamu borcunun milli gelire oranı brüt borçta yüzde 63’e, net borçta yüzde 45’e geriledi. Borç dinamiği sorunları ekonomik gündemin en altına düştü.
Maliye politikasının işlevi
Buraya kadar tamam. Ama makro iktisatla ilgilenenlerin sorunu hemen gördüğünü sanıyorum. Maliye politikası ile borç dinamiği arasındaki ilişki makro iktisadın olsa olsa önemsiz bir dipnotudur. Esas ağırlık bambaşka bir yerdedir.
Şöyle soralım: Hem teoride hem uygulamada makro iktisadın tanımlayıcı unsuru nedir? Maliye politikası ile ekonomik faaliyet düzeyi yani konjonktür arasında kurulan bire bir ilişkidir diyebiliriz. Tüm Keynesyen analiz bu ilişki üstüne inşa edilmiştir.
Açalım. Talebin yetersiz kalması sonucu ekonominin yavaşlaması durumunda maliye politikası gevşetilir. Yaratılan ek talep ekonomiye canlılık getirir. Tersine, talep arzdan hızlı artıyorsa maliye politikası sıkılır. Böylece enflasyonist baskı hafifletilir.
Yani maliye politikası öncelikle devletin konjonktüre müdahale aracıdır. Teori bunu söyler. Uygulama da öyledir. Bütçe disiplini ekonomi yavaşlarken gevşetilir, hızlanırken sıkılır.
Gelişmiş ekonomilerde bütçe sistemi maliye politikasının bu rolünü destekler. Ekonomik faaliyetle vergi gelirleri beraber dalgalanır. Buna karşılık harcamalar işsizlik sigortası nedeni ile ters yönde hareket eder. Bunlar kendiliğinden istikrar mekanizmalarını (automatic stabilizers) oluşturur.
Dalgayı derinleştiren politika
Türkiye’ye bağlayalım. Maliye politikasının borç dinamiğine kilitlendiğini söyledik. Anlamına bakalım. Diyelim ki talep durağanlaştı ve büyüme yavaşladı. Vergi gelirleri de en azından durağanlaşacak, büyük bir ihtimalle düşüş eğilimi gösterecektir. Ne yapacağız?
Makro teoriye göre devlet harcamaya devam etmeli. Bu ise faiz-dışı fazla hedefinden sapma yaratır. Demek ki gelirlerdeki düşüşe paralel bir harcama azalışına gidilecek. Ya da vergi oranları yükseltilecek. Her ikisi de talepte ek kısılma etki yapacaktır.
Görüldüğü gibi, konjonktürden bağımsız faiz-dışı fazla hedefi ile maliye politikası “konjonktür dalgasını derinleştiren” (procyclical) bir yapı kazanmaktadır. Bu anlamda ekonomik istikrarı arttırıcı değil azaltıcı etki yapmaktadır. İlk soruyu sorabiliriz. Maliye politikasının borç dinamiğine kilitlenmesini gerektiren koşullar bugün hâlâ geçerli midir? Devam edeceğim.