Tecavüzün sanatı olur mu?
.
''Sağır bir şiddet karşısında hangi söz bir anlam ifade eder ki?'' –Ursula K. Le Guin, Tehanu
Bu dünyada iyi insanların başarılı olduğunu görmedim pek.
Ortaya büyük işler çıkaranların, kabara kabara yaptıkları büyük bir kötülük üzerinde yükseldiğine hepiniz gibi defalarca şahit oldum.
Sorsanız, bunu yapmaları gerektiğini, başka şansları olmadığını, yaptıklarından üzgün olduklarını ama asla pişmanlık duymadıklarını söylerler size.
Çünkü garip bir şekilde zirveye giden yol, şeytanla tokalaşmaktan geçer bu alemde.
Bazen o kadar abartırlar ki, bu kabarma durumunu, göz göre göre hayatını mahvettikleri birinden söz ederken bile kılları kıpırdamaz.
Öyle olmuştur, çünkü öyle olması gerekmiştir onlar için.
Birinin canı yanmıştır ya da birilerinin ama sonunda büyük bir başarı kazanılmıştır.
Ve önemli olan da budur.
Başarılı olan insanlarla başarısız olan insanları birbirinden ayıran budur.
Başarılı insanların çoğu, ahlaki değerlerinin büyük bir kısmını başarıları uğruna unutarak yükselmiştir.
Başarısız görünen insanlarsa genellikle vicdanları ve ahlakları yüzünden oldukları yerde saymıştır.
Yani Yaşar Usta, fakir olduğu için onurlu değildir…
Onurlu olduğu için fakirliğe mahkum olmuştur.
En yakın arkadaşını bir koltuk için satanını gördüm…
Yükselmek için daha yüksek birine biat edenini gördüm…
Ve fakat bir film için bir kadının hayatını mahveden sonra da sinemanın babası olarak anılanını ilk defa görüyorum.
Bernardo Bertolucci’den söz ediyorum.
Pek çoğunuz gibi ben de büyük hayranıyımdır yaptığı işlerin.
1962 yılında La Commare Secca (Korkunç Orakçı) ile başladığı film kariyerinde, Marlon Brando ile 1972 yılında çektiği Ultimo Tango a Parigi (Paris’te Son Tango) ile sinemanın en büyükleri arasına girmiştir Bertolucci.
Olay tam da bu esnada cereyan ediyor işte…
Bertolucci, Paris’te Son Tango’nun başrolüne Maria Schneider adlı 19 yaşında Fransız bir kız seçiyor.
Filmin hayli cüretkar sahneleri var.
Maria bunları okuyup kabul ediyor.
Ancak durum Brando’yu kesmiyor.
Meşhur tereyağı sahnesinin çekileceği gün, Bertolucci’ye, aklındaki tecavüz sahnesini anlatıyor.
Bertolucci, eyvallah diyor ancak konudan Maria’ya söz edilmiyor.
Malum, kuşu ürkütmemek gerek.
Ve sahne çekiliyor.
Maria olacakları olay sırasında öğreniyor.
O kadar genç ki menajerini ya da avukatını aramak gelmiyor aklına.
Zaten kıza "Senin yerinde olmak isteyen kaç kişi var biliyor musun? Aptal olma!" başlıklı klasik bir vaaz da çekiyor ikili.
Sonuçta o sahnedeki çığlıkların, isyanın tamamı gerçek olarak yansıyor beyaz perdeye.
Maria, film bittikten sonra ne Brando’nun yüzüne bakıyor bir daha ne de Bertolucci’nin.
Sinema kariyeri de fazla devam edemiyor.
Çıplaklık ve sevişme gerektiren sahnelerin hiçbirinde oynamak istemiyor çünkü.
Başına gelenler ortada.
Bir süre akıl hastanesinde yatıyor.
Ve neticede 59 yaşında kanserden kaybediyor hayatını.
Ne için?
Bir film için?
Bu mesele yıllar evvel, Maria’nın konuyu anlatan bir röportaj kaydı yayınlandığında yine açılmıştı.
Ancak Brando öldüğü, Bertolucci sustuğu için çok da umursanmamıştı.
Zaten kadınlar konuştuğunda pek umursanmıyor.
Oysa geçen gün Bertolucci bir televizyon kanalına çıkıp olayın doğru olduğunu, Maria’nın o sahnedeki gerçek duygusunu, aşağılanma hissini almak istediği için, ona sahneden söz etmediğini açıkladı.
Yani Maria’nın tecavüzünün gerçek olduğunu kabul etti.
Olanlar için üzgünüm ama asla pişman değilim dedi.
Neden pişman olsun ki?
O film, Bertolucci’yi bugün bulunduğu konuma getirdi.
Ve bunun için hiçbir suçu olmayan birinin kurban edilmesi gerekiyordu…
Edildi.
Maria.
1987’de Son İmparator’la aldığı Oscar’ı bile bugün sette o tecavüz sahnesinde habersiz oynattığı Maria’ya borçlu Bertolucci.
O günden sonra almaya başladığı ve bugüne kadar aldığı tüm ödülleri de.
Evet, Brando, Maria’ya “gerçekten” tecavüz etmedi.
Ama anlamanız gerekiyor…
Bir kadının vücuduna, cinsel organlarına izinsiz dokunuyorsanız bu da tacizdir, tecavüzdür.
Burada konu sadece tecavüz de değil ne yazık ki…
Başarı uğruna her şeyi kendine hak gören zihniyet.
Her şeyi ama her şeyi…
Anlayın diye yazıyorum.
Mesele Türkiye, İtalya, Fransa meselesi değil.
Bu mesele ortak zihniyet meselesi.
Mesele hedefin uğruna üstüne basıp geçeceklerin konusunda geliştirdiğin vicdan meselesi.
Bu mesele kadının ya da erkeğin meselesi değil…
Hepimizin meselesi.
Çünkü kurbanla avcı her an yer değiştirebilir bu meselede.
Diyorum size…
Bazı şeyleri asla öğrenmek istemiyorum.
Öğrenirsem yıkılırım ya da yıkmak zorunda kalırım diye korkuyorum.
İnsan bir gerçeği öğrenince, bir şey yapması gerekiyor çünkü.
Konuyla ilgili görüşlerinizi, maillerinizi bekliyorum.
Hayırlı günler.