Rezervi artırsak da mı saklasak artırmadan mı saklasak?
.
Merkez Bankası “Kriz bitti” dedi. Şimdi de bu söyleminin arkasında durup, gereklerini yapıyor. Geçtiğimiz hafta gecelik faiz oranlarını yüzde 0.25 (25 baz puan) indirdi. Bankalar arası para piyasasında işlem yapanların dışında hemen hiç kimseyi ilgilendirmeyen bu indirimle MB bankaların kendi aralarında işlem yapmalarını teşvik ediyor. Bu “teknik faiz indirimi” ihracatçıların talep ettiği politika faiz indirimi değildi.
Dün MB; ihracatçıların talep ettiği önlemler için adım attı ve zorunlu karşılıkları arttırdı. TL mevduatlarında yüzde 5’ten 5.5’e, döviz mevduatlarında ise 10’dan 11’e yükseltildi. Bu artışlar piyasadaki TL likiditesi 2.1 milyar, döviz likiditesi ise 1.5 milyar dolar azalacak. Bir önemli değişiklik de TL zorunlu karşılıklara faiz ödenmesine son verilmesiydi. Bu kararların piyasalara etkisi son derece sınırlı oldu. Kurlarda; parite etkisi dışında; herhangi bir değişiklik olmazken , yegane değişiklik gösterge bono bileşiklerindeki 7 baz puanlık (yüzde 0.07) yükseliş idi.
İhracatçılar, zorunlu karşılıkların arttırılmasıyla satılabilir dövizin azalacağını bunun da kurlardaki düşüşü hafifletebileceğini varsaymışlardı. Ancak dünkü tepki, bunun kurlar üzerinde herhangi bir etki yapmadığını gösterdi. (Bot: Bu taelbin bankaların fonlama maliyetlerini arttıracağı, bunun da dönüp dolaşıp kredi maliyetlerini vuracağı atlanıyor!)
Şimdi de sırada rezervlerin arttırılması “talebi” var. Başbakan Erdoğan da bu konuda ihracatçılara “el vermişken” MB rezervlerinin 100 milyar dolara yükseltilmesi söz konusu.
Her ne kadar MB Başkanı Yılmaz, döviz rezervlerini arttırmak için yapılacak alımların, kurları “arzulanan” seviyelere çıkartmaya yetmeyebileceğini söylese de bu söylemi pek dikkate alan yok.
Bu arada kimse şu soruyu sormuyor: Günümüz koşullarında gerçekten rezervlerimizi arttırmaya gerçekten ihtiyaç var mı?
Bir ülkenin döviz rezerv miktarı ne olmalıdır diye “uluslararası bir reçete” söz konusu değil. Yine de bir ülkenin üç aylık kısa vadeli yabancı para cinsinden anapara geri ödemeleri, cari faiz ödemeleri ve acil ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir tutar “makul” kabul ediliyor.
Bunların dışında oluşturulacak rezerv; yabancı yatırımcıların ülkeden çıkmak istediklerinde satın almak isteyebilecekleri rakamın hazırda tutulmasından başka bir şey değil!
Şu anda MB nezdinde 76.8 milyar dolar rezervimiz var. Yabancıların talepleri hariç bize şimdilik “yeter” görünüyor.
Piyasa değeri 420 milyar doları aşmış İMKB’nin yüzde 67’sine, son açıklanan 333 milyar TL’lik iç borcun bir kısmının sahibi, diğer bir kısmının da “fonlayıcısı” olan yabancı banka ve yatırımcıların tüm “olası taleplerine” karşın rezerv bulundurmaya kalksak; değil 100 milyar dolar, bir kaç yüz milyar dolarlık rezervler bulundurmak zorundayız.
Diyelim ki bulundurduk. Peki işe yarar mı?
İlk bir kaç milyar dolarlık yabancı alımından sonra kurlar öylesi seviyelere gelir (ve kalır ki) o zamana kadar al(a)mamış olanlar zaten alamazlar. Elde tutulan onca rezerv de stokta durmaya devam eder !
Ayrıca dünya üzerinde faiz “pratikte sıfırlanmışken (!)” ve bu rezervlerin fonlaması da bize bu kadar pahallıya patlıyorken neden rezerv arttıracağız? Rezervin maliyeti olur mu demeyin. Tabii ki olur. Varsayalım ki TCMB rezerv oluşturmak için piyasadan döviz alımı yaptı. Kurlar yükseldi (ya da yükselmedi, farketmez!). Karşılığında TL verdi. Daha sonra da bu TL’yi çekebilmek için APİ devreye girer ve bugünkü koşullarda yüzde 6.25 maliyetle piyasadan para toplanır. Bu arada alınan dolar ne yapılıyor. İyimser ihtimalle yüzde 0.50 faizle, iki yıllık ABD devlet tahvillerine yatırılıyor.
Kur seviyesi “sabit kaldığı” varsayımıyla alınan ek rezervin yıllık fonlama maliyeti yüzde 5.75’e yaklaşıyor.
Varsayalım ki iyi bir yönetimle aradaki fark, yüzde 5’e indirildi ve bu arada ekstra alınan rezerv rakamı da 25 milyar dolar. Sadece bu rezervi 1 yıl taşımanın maliyeti bile 1.25 milyar dolara denk geliyor. Toplam 100 milyar dolarlık bir rezervin bugünkü koşullarda “fonlama maliyeti” 5 milyar doları bile bulabiliyor.
Dünyada bu kadar likidite bol ve faizler bu denli düşükken ve “komşularla sıfır sorun politikası” her geçen gün “savaş” ihtimalini azaltırken, neden biz rezerv arttırmak yerine rezerv azaltmayı tartışmıyoruz?
Amaç illâ ki ihracatçıları memnun etmekse, ek rezervin 1,25 milyar dolarlık “fonlama” maliyetinin bir kısmını ihracatçılara destek kredi olarak kullandırsak daha akılcı olmaz mı?