PPK’da faiz iner mi? Sulandırıcı pıhtılaştırıcı aynı kapsülde
.
Dolar, bir süredir karşısındaki hemen her şeye karşı değer kaybediyor. Para birimleri, gelişen, gelişmiş hemen hepsi dolara karşı değer kazanıyor. Düşen dolar nedeniyle emtia fiyatları dolar bazında zamlanıyor. ABD’deki Harvey ve Irma kasırgaları ve Trump etkenleri nedeniyle Fed’in Aralık ayında dahi faiz artır(a)mama ihtimali fiyatlanıyor. ABD tahvil getirileri bu yılın en düşük seviyelerine geriledi.
Gelişen ülkelerden Rusya ve Brezilya faiz indirirken, biz gelişen ülkelerin en yüksek nominal faizini vermeye devam ediyoruz. Yılın başında faiz artırmamakta inat ettikten sonra Geç Likidite Penceresi’nin “yeniden keşfi” ile “işgören faizimizi” 400 baz puan artırarak yüzde 12’lere yerleştirmiştik. Yüksek faiz sayesinde dünyanın sıcak parası, hızlı büyümeyi başaran ekonominin de verdiği cesaretle hızla bizim piyasalarımıza da aktı. “Da” derken Fed’in faiz artışında yavaşlayacağı beklentisi tüm gelişen ülke piyasalarını yeniden popüler hale getirmişti. Para girişi dolar/TL kurunu, hızla yükselen euronun (veya değer kaybeden doların) da desteğiyle 3.3888 ile bu yılın en düşük seviyesine kadar indirdi.
Düşen kura ve yüksek faize rağmen enflasyon tarafında istenen başarı ne yazık ki gelmedi. Tüketici fiyatları Ağustos ayında yüzde 0.52 arttı, yıllık TÜFE de yüzde 10.7 ile yeniden çift haneye döndü! Üretici fiyatlarının yüzde 15.5’ten 16.3’e çıkması daha da çarpıcıydı. Tüketici enflasyonun baz etkisinden dolayı tek haneye yeniden düşmesi Aralık ayını bulabilir! Hal böyle olunca dünyadaki para bolluğuna ve düşük/düşen faizlere rağmen MB “işgören faizi” düşürebilir mi?
Büyümeyi bu kadar kutsadığımız bir dönemde hayli zor! İkinci çeyrekte yüzde 5.1 büyümüşüz. Geçtiğimiz yılın baz etkisinden ve KGF’den gelen ivme ile üçüncü çeyrekte yüzde 6-7 arasında büyümemiz, yıl sonunu yüzde 5’in üzerinde kapatma ihtimalimiz hayli yüksek. Bu yüksek büyümeyi büyük oranda 205 milyar TL’ye ulaşan Kredi Garanti Fonu (KGF), beyaz eşya ve mobilyaya sağlanan KDV desteğine borçluyuz.
Bir yandan yüksek faiz vererek talebi kısmaya, böylelikle talep enflasyonunu kontrol altına almaya çalışıyoruz. Diğer yandan ise mali teşviklerle kredi hacmini artırarak tüketimi destekliyoruz. (Bundan da en fazla yüzde 25’lik artışla İnşaat gibi ağırlıklı olarak tek bir sektör nemalanıyor!) Kanamalı bir hastaya kan pıhtılaştırıcı ile kanı sulandırıcı ilacı aynı anda vermeye benziyor bu durum. Politikamız büyüme ve enflasyonu dert etmiyorsak, faizleri indirelim. Yok eğer amacımız kalıcı bir şekilde enflasyonla mücadele etmek ise MB’nın faizi yükseltip, para arzını sıkılaştırmaya çalıştığı bir ortamda, para arzını artıracak yollara sapmayalım. İki hedefi de aynı anda tutturmaya çalışırken, kısa vadeyi kurtarsak bile orta vadede ikisini de ıskalama riskimiz artıyor.
Eğer faizi artıracaktıysak neden bunu dolar/TL kuru 3.94’lere çıkıp, bu halka bir kez daha “kur travması” yaşattıktan sonra artırdık? Hadi artırdık, arkasından neden mali teşviklerle bunu sulandırdık?
Sormadan da edemiyorum; Ocak ayında kredibilite hasarına uğrayan MB, “tek ayaklı yüksek faiz” politikasına devam ederek kendine “kredibilite mi satın alıyor”?