Mart ayı dert ayı olabilir!
.
Merkez bankalarının parasal genişleme ile sağladıkları likidite borsalara gidiyor. Bu da hisse senetlerini rekor seviyelere taşıdı. Fakat artışlar reel ekonomide ‘işler iyi gidiyor’ anlamına gelmez.
Ekonominin sağlıklı olup olmadığını anlamak için hemen herkes borsa endekslerine bakıyor. Hem politikacılarda hem de iş insanlarında “borsalar yükseliyorsa işler yolunda demektir” gibi bir algı oluşmuş durumda. Bu algı her zaman doğru olmayabiliyor.
Parasal genişleme politikalarının en çok “işe yaradığı” alan finansal piyasalar daha doğrusu bono ve hisse senedi piyasaları oldu. Neredeyse bedava denecek kadar düşük faizle verilen likidite hisse senetlerine gitti. Geçtiğimiz hafta Dow Jones Endeksi’nin son 5 yılın en yükseği olan 14.149’a çıkmış olması bunun en iyi göstergesi. Ekim 2007’de görülen 14.279 puan zirvesine ramak kaldı!
ABD’de Cuma devreye giren “zorunlu kesintilerin” ekonomiye olumsuz yansıyacağı endişesi bile buna pek engel olmadı. Aslında piyasa bir açıdan haksız da değil. Sağlık, savunma ve eğitim ağırlıklı olarak gündeme gelen kesintilerin toplamı 85 milyar dolara ulaşıyormuş. Bu rakam Fed’in bir aylık bono alım tutarına denk. Fed aylık alım miktarını “7 milyar dolarcık” artırsa kesintiler mesele olmaktan çıkabileceği gibi, Fed’in parasal genişlemeye devam kararlılığını ortaya koymasıyla piyasalar yepyeni zirvelere bile gidebilir! Gerçi Obama’nın yapacağı görüşmelerin uzlaşmayla sonuçlanması beklentisi var ve bu konuda gelebilecek en küçük olumlu haber yeni bir rekor bile getirebilir. Fed’e gerek kalmadan...
Emtia cephesinde işler karışıyor!
Finansal piyasalara verilen likidite, borsa taktikleri ve spekülasyon ile borsaları belli seviyelere çekebilirsiniz. Ancak bunu arkasının reel ekonomi tarafından “doldurulması/desteklenmesi” gerekir. Evet borsalar her şeyi önden satın alır denebilir. Her zaman bu “önerme” de doğru değil. Reel ekonomideki gelişmeleri veriler kadar emtia cephesinden de izlemek mümkün. Emtia fiyatları her ne kadar piyasalara verilen likidite ile birlikte yükselse de son zamanlarda bu etki azalmış görünüyor.
Bakır buna iyi bir örnek. Krizin en dibi diyebileceğimiz Mart 2009’da 2.810 dolara inen bakırın ton fiyatı, verilen likiditenin de desteği ve enflasyon endişelerinin katkısıyla Şubat 2011’de 10.150 dolara çıktı. Sonrasında Çin’deki yavaşlama ile birlikte 6.650 dolarlara gerileyen bakır, ‘ekonomiler toparlamaya başladı, AB’de kriz yoluna girdi’ beklentisiyle geçen yıl Şubat’ta 8.750 dolarları gördü. Toparlanmayı sağlayan iyimser hava ne yazık ki bugünlerde yok ve bakır Cuma günü 200 günlük hareketli ortalamasını da aşağı kırarak 7.650 dolarlara geriledi. (7.430-7.510 dolar bandına gerilemesi ihtimali arttı.)
Diğer endüstriyel ve tabii ki altın başta olmak üzere değerli metaller de geriliyor. Bunda doların değerlenmesinin az bir payı olsa da büyük pay, reel ekonomi de umulan toparlanmanın gelmemesi.
Reel ekonomide toparlanma gecikiyor
Reel ekonomi tarafında beklenen toparlanmanın gelmediğinin bir başka kanıtı da “Baltic Dry Endeksi” denilen kuru yük navlun fiyat endeksi! 2008’de 11.793’e kadar çıkan bu endeks krizle Mart 2009’da 666’ya kadar geriledi. Bugünlerde 750 seviyelerini gördü. Neredeyse krizin en şiddetli hissedildiği dönemlere yakın bir değer! Reel ekonominin desteklemediği borsalardaki yükselişin sürdürülebilirliği sorgulanacaktır. Sırf bu nedenle bile Mart ayı borsalar için dert ayı olabilir!