Faiz mi yumurtadan, yumurta mı enflasyondan çıkar?
.
Başbakanımız önceki gün ‘Economist Conferences Yuvarlak Masa’ toplantısında “Yüzde 22’ye ulaşmış bir faiz var. Bunun bedeli çok çok ağır. Ben yüksek faizin birinci derecede enflasyonu da tahrik ettiğine inananlardanım. Faizi bu noktada bir sebep olarak görenlerdenim, enflasyonu da bir netice olarak görenlerdenim. Bu sebep netice ilişkisinde ne yazık ki faizin yükselmesi enflasyonu yükseltmiştir” demiş.
Ekonomi ve üniversite çevrelerinde ciddi bir tartışma başlatmaya aday bir yorum. İşin akademik kısmını üniversitelere bırakarak bir soruyla konuya açıklık getirmek istiyorum.
Evinize buzdolabı almak istiyorsunuz ve biliyorsunuz ki fiyatı önümüzdeki aylarda artacak. Faizler de bu aralar oldukça düşük. Buzdolabının fiyatındaki artış beklentisi, şu anda borç aldığınızda ödeyeceğiniz faizden yüksek. Buzdolabı almak için bekler misiniz, yoksa borçlanarak hemen alır mısınız? Ben borç sevmem diyenler bile, rasyonel bir davranışla “hemen almayı” seçecektir.
Basit bir örnek daha. Petrolün fiyatının bir sene sonra 100 dolardan 115 dolara çıkmasından endişe ediyorsunuz. Faizler de yüzde 10. Bir sene sonra kullanacağınız petrolü bugünden alıp depolama ve rahat rahat da borç alabilme imkânınız var. Bugünden bir varil petrolü 100 dolara alıp borçlanmayı mı, yoksa bir yıl sonra 115 dolardan almayı mı tercih edersiniz.
Tabii ki bugünden alırsınız. Bir yıl sonra faiz maliyetiyle beraber 110 dolara mal olmuş bir varil petrolünüz olacak. Hatta ihtiyacınızdan fazlasını alırsınız ki üstüne üstlük bir de bu işten para da kazanasınız. Siz fazla aldıkça talep yaratacaksınız, bu sefer fiyatlar 115’e değil 140’a çıkacak. Siz daha da fazla para kazanacaksınız.
“Negatif reel faizin” tam da bu noktada enflasyona neden oluyor. Düşük faiz ekstra talep yaratmaktadır. Bugün başta ABD olmak üzere, Rusya, Mısır gibi ülkelerde faiz hadleri enflasyonun altında kalmakta ve bu durum da enflasyonla mücadeleyi neredeyse imkânsız hale getirmektedir.
Sayın Başbakan’ın atladığı çok önemli bir nokta daha var. O da faizlerdeki yükselmeyi AKP davasına bağlıyor. Halbuki faizlerdeki yükseliş; 25 Ekim 2007’deki yüzde 15.80 bileşik seviyesinden başlamıştı. Küresel piyasalardaki sıkıntıyı fark eden yabancılar, bizdeki şartlara bakmaksızın bono piyasasından çıkıyorlardı. Olay yeni değil yani.
Nasıl ki global likidite sayesinde bizim faizlerimiz önce 2005 sonlarında yüzde 13’lere, 2006’daki türbülans sırasında görülen 23’lerden yeniden yüzde 16 seviyelerine kadar indiyse; şimdi de yine global likiditedeki sıkışıklardan dolayı yüzde 22’leri aştı.
Cari açık “sırat köprüsünde” giderken, hem küresel kredi piyasaları dağılacak, hem de ekonomi yönetimi olarak bunu görüp “hassas karnınız” için önlem almayacaksınız!
Ardından da ekonomi literatürünü zorlayacak bir varsayımla faizlerin enflasyonu “tahrik ettiğini” ortaya koyacaksınız.
Üstelik enflasyonla mücadele konusunda en azından Merkez Bankası kadar bu konuda sorumluluk sahibiyken, bu konuda da hiç bir sorumluluğu üstlenmeyeceksiniz...
Olay aslında oldukça basittir. Ülkeye gelen bol ve ucuz paranın kaynağının hükümetten çok, “küresel bir durum” olduğu ekonomi yönetimi tarafından tam olarak kavranamadı. Karınca ve Ağustos Böceği misali yan gelip yatıp; ciddi önlemler alınmayınca ve de küresel dengeler bozulunca, işler tam anlamıyla sarpa sardı. Bence gerisi lâfı güzaftır.
Yaşananlar kesinlikle 14 Mart’ta başlamadı. Hikaye geçen sene Ekim’den bu yana “yazılmaya” devam ediyor. Bu köşede de bunu defalarca yazıya geçirmiştik. Yeni yeni okunmaya başlandı.