Euroya hayır!
.
AB ile müzakerelerimiz kaplumbağa hızıyla devam ediyor. İspanya’nın başkanlığında yeni fasıllar açılmayacakmış. Kaplumbağa daha da yavaşlayacak demektir. ‘2015’te AB’ye katılırız’ diye bir rivayet vardı bir zamanlar. Krizden sonra yeni hedef 2020 olursa şaşmayalım.
AB’ye gireriz, girmeyiz. Bu ayrı bir tartışma konusu. Benim bu konudaki görüşüm; okuyanlar bilir; AB’ye girmemek yönünde. AB’ye girmeyelim ama, AB normlarında bir ülkede yaşayalım istiyorum. Bağımsızlık güzel bir duygu!
AB’de son yaşananlar da bir bakıma bu savımı destekliyor. AB; son tahlilde; Almanya’nın ağzına bakan bir birlik konumunda. Hadi politik tarafı bir yana bırakalım, ekonomi ve para konularında bu kesin böyle. AB’nin Yunanistan “üzerinden” yaşadığı ve tartıştığı kriz gösterdi ki Almanya ve Fransa istemezse AB’de karar alınamıyor. Alınan kararlar da özellikle de Almanya onaylamazsa, uygulanamıyor!
Diyelim ki AB’ye girdik. Aman, sakın ola ki euroya girmeyelim! Neden mi? Baksanıza Yunanistan’ın ya da İspanya’nın durumuna... Kendi para biriminiz olmadığı zaman, tüm borçlanmanızı euro cinsinden yapmanız, tedavülde euro bulundurmanız gerekiyor. Yunanistan ya da diğer “adaylar” gibi Maastricht Kriterleri’ni tutturamamış tüm ülkeler; bütün sorunlarına rağmen euro ile yaşamak zorundalar. Kaldı ki bir kere euroya girdiniz mi, çıkmanız hiç de kolay değil!
Bir ülke borç krizi ile karşı karşıya kaldığında, bilinen önlemler işe yaramıyor ise devalüasyon silahını kullanır. Dolar ya da döviz cinsinden borcunun değerini düşürür. Değeri düşen parasıyla, kendi mallarını daha ucuza ihraç eder, elde ettiği dövizlerle de azalan borçlarını daha kolay ödeyebilir hale gelir. Bir ülkenin başı finansal piyasalarla belaya girdi mi devalüasyon kolay çözümdür. Amma velakin paranız euro ise büyük patronun izni olmadan hiçbir adım atamazsınız. Tıpkı Yunanistan gibi... Hatta size 110 milyar euro gibi devasa bir yardım paketi vaat edilse bile...
Yunanistan ile başlayan, İspanya ve diğerleriyle süren (ve de sürecek olan) bu krizle birlikte anlaşıldı ki, sırf ulusal para politikası uygulama esnekliğini kaybetmemek adına bile olsa bizim için euroya girmek hata olacak. Faizleri farklılaşsa bile, değeri konusunda söz sahibi ol(a)madığınız bir para birimine sahip olmanın kısıtlayıcılığı anlaşıldı.
Euro daha esnek bir yapıya sahip olsaydı belki. Ama hem krizlere karşı önleyici mekanizması olmayan, hem kriz çıktığında karar verme mekanizması doğru dürüst çalışmayan ve de ülkenin kendi koşullarına göre “esneyemeyen” bir para birliğine girmenin anlamı yok! Görünen o ki, İngiltere gibi euroya girmeyen Doğu Avrupa ülkeleri akıllıca bir iş yapmış durumdalar.
Avrupa Merkez Bankası’nın dağınık yapısı, AB içindeki karar alma mekanizmasındaki aksaklıklar, ama herşeyden önemlisi kriz yönetme konusundaki beceriksizlikleri; euroya bu haliyle girmemeyi haklı çıkaran sebepler.
Euroya girmiş olsaydık, 2001 krizinden aldığımız derslerin de yardımıyla son Yunan-AB borç krizi sırasında AB’ye birçok öneride bulunacaktık. Eminim hepsi değilse birçoğu reddedilecek, bizim tecrübemizi hafife alınacaktı. Hal böyle olunca da 201’den sonra bir kez de AB yüzünden saçma sapan, gereksiz bir bedel ödeyecektik. Hollanda gibi sağlam mali duruma sahip olsak bile, bu kez de varlığı sorgulanan bir para birliğinin üyesi olarak uğraşıyor olacaktık.
Umarım bu kriz AB’ye, Euro Bölgesi’ne bir şeyler öğretir. Euronun zaafiyetleri düzelir, bu krizden güçlenerek çıkar o zaman biz de bu konuyu yeniden tartışırız.
O zamana kadar yaşasın TL!