Kız çocukları para karşılığında hizmetçilik yapıyor
Hatay Kırıkhan’a bağlı Barbaros Mahallesi’nde ağır bir yoksullukla boğuşan aileler, ilkokul çağındaki kız çocuklarını aylık 650 - 3 bin TL arasında bir ücretle zengin ailelere hizmetli olarak veriyor.
Hürriyet'ten Zeynep Bilgehan'ın haberine göre; Hatay Kırıkhan'da aileler ilkokul çağındaki kız çocuklarını aylık 650 - 3 bin TL arasında bir ücretle zengin ailelere hizmetli olarak veriyor. Mahalleye girer girmez bizi önce derin bir yoksulluk karşılıyor; yıkık evler, bozuk yollar, zayıflıktan kemikleri sayılan atlar, kedi ve köpekler... Sakinleri bize önce şüpheli gözlerle bakıyor. Çünkü yıllardır Roman oldukları için toplum tarafından ‘görmezden gelinme’ye alışıklar... Bulunduğumuz yer, Hatay’ın Kırıkhan ilçesine bağlı Barbaros Mahallesi. Türkiye’de 2 ila 5 milyon arasında Roman yaşıyor. Hatay, nüfusa oranla en yoğun yaşadıkları illerden. Yaklaşık 100 bin kişiden oluşan Roman nüfusu, Kırıkhan ilçesinde beş mahalleye dağılmış. Hatay Roman, Abdal ve Domlar Birliği Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Veysel Toplar’ın verdiği bilgiye göre Horasan’dan gelen dedeleri önce Hatay’ın köylerine yerleşmiş. Ardından Kırıkhan’a göç etmiş. Eskiden çadırlardan oluşan 12 bin nüfuslu Barbaros Mahallesi’nin de yüzde 95’ini Roman gruplar oluşturuyor. Yıllardır yoksulluk ve imkânsızlıklarla mücadele eden mahalle sakinlerinin geçim kaynakları hurdacılık, zurnacılık ve kendi anlatımlarına göre ‘kız çocuklarını ağalara hizmetli vermek’. Yani ailelerin kız çocuklarını, ilkokul ikinci veya üçüncü sınıftan sonra okuldan alıp Türkiye’nin dört bir yanındaki varlıklı ailelere ‘hizmetli’ olarak göndermesi...
‘İSYAN EDİYORUZ’
Mahallenin anlattığı bu konuyla ilgili detaylı bilgileri Veysel Toplar’dan dinliyoruz: “Mahallede, ‘alışverişçi’ denen aracılar var. Kızları alıp Hatay içindeki ilçelere veya başka illere yollarlar. Son 10 yıldır bir ‘aracı’ var. Çocuk başına 400 lira alır. Tek seferde Gaziantep’e beş, altı kız götürdüğünü bilirim. Bu sayede arabasını yeniledi... Ailelerse, kızların yaşına ve becerisine göre 650 ila 3 bin lira arasında para alır. Kızlar, gittikleri evde ya çocuk bakar ya temizlik yapar.” Toplar, bu durumun en az 20 yıldır devam ettiğini ama azaltmaya çalıştıklarını söylüyor: “Aile, komşusunun kızını hizmetli verip sonra araba yenilediğini görünce kendi çocuğunu vermeye niyetleniyor, “Çocuğumu niye okutayım, öğretmen, savcı mı olabilecek ki” diye düşünüyor... Benim yedi kız kardeşim var; en büyüğü hariç hepsi ‘hizmetli’ gitti. Bir kız kardeşim İstanbul’da dört sene kaldı; bir ev parası toparladı. Rahmetli annem de kız alıp götürürmüş. Geçmişe sünger çekip yeni sayfa açmak istiyoruz. Kızlar gittikleri evde her türlü şiddet ve istismara da maruz kalıyor. Bu düzene isyan ediyoruz. Kızlarını göndermekten memnun olan ailelere de tepkiliyiz.
‘AYRIMCILIK...’
Yıllardır ayrımcılıkla mücadele ediyoruz. Başkalarıyla iç içe yaşar ama kimliğimizi daima saklardık. Başımıza iş geldiğinde karakola gidemez, derdimizi anlatmazdık. Hor görülürdük. Bu durumu kırmak, kendi ayaklarımız üzerinde olabilmek için çalışıyoruz. Çocuklarımızın eğitimi için de mücadele diyoruz. Hiç okula gitmeyen 110 çocuğun 85’i artık okullu. Devamsızlığı olanları araştırıyor çözüm arıyoruz.”
BİR ARACI GELDİ BENİ ALDI 8 YAŞINDAYDIM
- Çoçukluğunu ‘ağa hizmetlisi’ olarak geçirmek zorunda kalanlardan biri Veysel Toplar’ın eşi 40 yaşındaki Selma Toplar. Selma Toplar, beş çocuklu bir aileye doğdu. Çiftçi babası öldükten sonra annesi geçim sıkıntısına girince bir gün eve ‘aracı’ geldi.... Devamını Selma anlatıyor: “Recep Amca vasıtasıyla ablamla birlikte bölgenin zengin ailelerine ‘hizmetli’ verildik. Ben ikinci sınıfa gidiyordum. Sekiz yaşındaydım. İstanbul’a gittim. Ablam 10 yaşındaydı, o Reyhanlı’da çiftliğe gitti. İstanbul’daki ailenin yanında 10 yıl kaldım. Ben şanslıydım, bana kötü davranmadılar. Ailenin bir kızları vardı. İlk karşılaşmamızı çok iyi hatırlıyorum. Ayağımda naylon ayakkabı vardı. Ben içeri girer girmez ‘Anne, Selma’ya bir ayakkabı alalım...’ dedi. Götürdüler beni, kıyafet aldılar, okula yazdırdılar. İki yıl daha okuyup ilkokulu bitirdim ama orta okula başlamadım. Ağır iş yapmıyordum; toz alırdım, bulaşık yıkardım, kahvaltı hazırlardım. ‘Ben niye okumuyorum’ demek hiç aklıma gelmedi.”
OKULU BIRAKTIM ÇOCUKLUĞUMU YAŞAYAMADIM
- Gökçen Fışkın, 38 yaşında. Hurdacı babasının, onu ilk kez 12 yaşındayken ‘ağaya hizmetli’ göndermek zorunda kaldığını anlatıyor: “Tanımadığım insanların evine gittim. Ne çocukluğumu, ne genç kızlığımı yaşadım. Beşinci sınıfı bitirdikten sonra okulu bıraktım. Oysa çok başarılıydım. Buraya ağalar taksilerle gelirdi. İki ya da üç yıllığına kızları alırdı. Ya çocuk bakmaya ya da temizliğe giderdik. Mecburduk. Annemden babamdan ayrı kaldığım için ağlardım. Hep evdeydim, hiç dışarı çıkmazdım. İlk gittiğim evde dört yıl kaldım. 5-6 yaşlarında bir çocuğa baktım. Oysa kendim de çocuktum. Biraz büyüyünce İstanbul’da temizliğe gittim. İki sene kaldıktan sonra tekrar Antakya’ya geldim. 20 sene çalıştım. Kazandığım parayla babam ev yaptırdı, araba satın aldı. Burası böyle... Çocukları okutmuyorlar. Okuyabilseydim askeriyede olmak isterdim. O yüzden elimden geldikçe kendi çocuklarımı okutmak istiyorum.” Gökçen Fışkın bize bunları anlatırken eve gelen bir ziyaretçi söze giriyor; “Evet, ben de gittim. İki kızım da gitti. Mecburduk, mecbur kalıyoruz.”
KIYMAYIN ÇOCUKLARA
1- 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır.
2- Taraf devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
3- Taraf devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.
Seçtiğimiz bu üç madde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 1989’da benimsenen,Türkiye’nin de imzalayarak 1995’te uygulamaya koyduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden...
Büyük bir göç ve devinim halindeki dünyada ve Türkiye’de en büyük zararı hiç kuşkusuz ki çocuklar görüyor.
Hayatta kalmak, beslenmek, eğitim almak gibi en temel evrensel haklara ulaşımdaki fırsat eşitsizliğinin yarattığı uçurum giderek büyüyor.
Sokaklar mendil sattırılan, dilendirilen çocuklarla dolu.
Binlerce çocuk, sabahın ilk ışıklarında servisine binip okula değil, bir traktörün arkasında, saatlerce durmadan çalıştırılacağı tarlaya götürülüyor.
Derslerinde ne kadar başarılı olduğuna bakılmaksızın, okuldan koparılıp sanayide işçi yaptırılıyor.
Bu hafta, bütün bu can yakan tablo içinde çok çarpıcı bir dosyayı sayfamıza taşıdık...
Nâzım Usta’nın o dizesiyle çocuklarımıza sahip çıkalım çağrısı yapıyoruz:
Çocuklara kıymayın efendiler...
‘BU BİR KÖLELİK SİSTEMİ’
Roman grupların hakları için çalışan Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı Elmas Arus, sorunun çözümünün ne olduğunu şöyle anlatıyor: “Buradaki insanlar çok yoksul, bölgede Romanlara karşı ön yargı ve ayrımcılık çok fazla. O nedenle geçinebilmek için ya toplumun yapmadığı işleri yapıyorlar ya da yeni iş alanları yaratıyorlar. Aile geçimini üstlenecek en kolay işçiler çocuklar. Dolayısıyla ailenin en büyük gelir kaynağı çocukları. Yokluğun yoksulluğun neden olduğu bu durumu ortadan kaldırmak için devletin kalıcı politikalar üretmesi gerekiyor. Yoksa gelenek haline dönüşmüş bu durum sadece yasaklarla ortadan kalkmaz. Bu sorun Hatay’a has çünkü bölgede ihtiyaç var. Zenginler fazla. Eskiden ‘besleme’ler vardı. Bunu yapan fakir köylülerin yerini Romanlar aldı. Ama beslemelerin çok altında, kölelik seviyesinde çalışan bir sistem var.”
OKULLARINI KAPATTILAR
Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı Elmas Arus, bölgedeki eğitim hizmetleriyle ilgili şu bilgiyi paylaşıyor: “Yeni eğitim-öğretim döneminde, Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bulunan Mehmet Akif İlkokulu’nun yıkılmasıyla 300 Roman öğrencinin kaydı çevrede bulunan iki farklı ilkokula verildi. İkâmet adreslerinden yaklaşık iki kilometre mesafedeki okullara altgeçit ya da üstgeçit bulunmayan iki anayoldan geçerek gitmek zorunda kalan öğrenciler okula tek başlarına gidememeye başladı. Kimi veliler günlük işlerini ve çalışmalarını bırakarak ücretsiz bir servis ayarlanması umudu ile çocuklarını şimdilik kendileri okula götürüp getiriyor. Ancak bu süreçte çocuklarını her gün okula getirip götüremeyecek olan veliler çocuklarını okula göndermeme kararı aldı. Şu anda 300 öğrenciden 100 öğrenci okula devam ediyor. Bu yol sorununa bir çözüm bulunamazsa korkarız ki geri kalan 100 öğrenci de okula devam edemeyecek...”
ROMAN RAPORU: AŞIRI YOKSULLUK VAR VE AYRIMCILIĞA UĞRUYORLAR
ULUSLARARASI Azınlık Hakları Grubu (MRG) ve Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin ortak hazırladığı ‘Görmezlikten Gelinen Eşitsizlik: Türkiye’de Romanların Barınma ve Eğitim Hakkına Erişimi’ raporuna göre Türkiye’de 2 ila 5 milyon arasında Roman bulunduğu tahmin ediliyor. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu ve İngiltere Büyükelçiliği’nin desteğiyle hazırlanan rapora göre, Türkiye’deki Roman gruplar nefret söylemi ve şiddet tehdidinin hedefi oluyor; aşırı yoksulluk ve dışlanmayla hayatlarının neredeyse her alanında ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Bu gruplara mensup çocukların, okula kayıt oranı çok düşük. Roman çocukların okuduğu okullara atanan öğretmenlerin atama süresi dolmadan kurumdan ayrılmaya çalıştığı ve bu okulların ‘sürgün yeri’, norm kadro fazlası öğretmenlerin görev yaptığı okullar olduğu ifade ediliyor. Roman çocukların maruz kaldığı bir başka uygulama, özel eğitim ve rehberlik merkezlerine yönlendirilmeleri. Yani çocuklar engelli olmamalarına rağmen bu merkezlere yönlendiriliyor... Sıfır Ayrımcılık Derneği temsilcileri, sahada yaptıkları araştırmalar sırasında İstanbul, İzmir, Gaziantep, Kilis, Antakya ve Manisa’da bu uygulamanın gerçekleştiğini gözlemlediklerini belirtiyor.
ÇOCUKLAR OKULU TERK EDİYOR
Raporda dikkat çeken diğer ifadeler şöyle: “Yoksulluğun yaygın olması ve çocuklara yönelik etüt evi gibi destek mekanizmalarının mevcut olmaması nedeniyle bu gruplara mensup çocukların okulu terk oranının yüksek olduğu ifade edilmektedir. Bu konuda ortaya çıkan engellerin birden fazla olduğu, Romanlar ve Romanlar gibi yaşayan gruplara mensup ailelerin karşılaştığı, çocukları okulda tutabilmek için gerekli mali güce sahip olma veya çocukların çalışarak aile bütçesine katkı sağlama zorunluluğu gibi diğer sosyal dışlanma unsurları ile ilişkili bulunduğu belirtilmektedir. Romanlar ve Romanlar gibi yaşayan grupların yaşadığı beş ilde yürütülen bir araştırmaya göre, görüşme yapılan 460 kişiden 168’i okuma-yazma bilmemektedir. Diyarbakır’da yaşayan Roman grupların (Domlar) okuryazarlık oranı Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Romanlara göre daha geride görünmekte, Domları Gaziantep’te yaşayan Abdallar izlemektedir. ”