Okullar birer öğrenme merkezi olmaktan çıkarılmalı, öğrenmeyi, araştırmayı, sorgulamayı düşünmeyi öğreten yerler olmalı. Temel becerileri kazandırdıktan sonra, çocukların bireyse yeteneklerinin önünü açmalı.
Mekanların insan üzerindeki etkisi düşünüldüğünde, okulların bir çocuğun doğasına hiç de uygun olmadığı ortada... Eğitim bilinci düşük bazı anne-babaların da çocuklarını, adeta kurtulmak için okula gönderdikleri de düşünülürse bu daha da belirgin hale gelir.
Bilimsel gelişmeler ışığında, insanla ilgili temel bazı gerçekleri ve buna bağlı olarak eğitim süreçlerinde yapılması gerekenleri birkaç başlıkta toplayabiliriz:
MOTİVASYON VE DAVRANIŞI ETKİLİYOR
Mekanların büyüklüğü, rengi, estetiği, donanımı gibi pek çok özellik, insanların duygu durumlarını, motivasyonlarını ve davranışlarını belirgin düzeyde etkiliyor. Bugün, birçok ebeveyn çocuklarını özellikle de özel okullara yazdıracakları zaman ilk olarak okulun fiziksel görüntüsüne ve kalitesine bakıyor. Okullar, çocuklar için bir depolama alanı olmaktan çıkarılmalı; öğretmenlere yüklenen güvenlik elemanı rolü de son bulmalı. Bu mekanlar, tüm paydaşların bir çok şeyi birlikte paylaştığı bir yaşam alanı olmalı.
Çocukların günde 6 saat hareket etmeye ihtiyacı var
İnsan hareket etmeye programlıdır. 6-7 yaşlarındaki bir çocuğun günde yaklaşık olarak 6 saat hareket etmeye ihtiyacı var. Yani, bir çocuğun hareket etmesi değil, hareket etmemesi bir sorun. Oysa eğitim sistemimiz çocuğun hareketliliğini doğal bir durum olarak değil, daha çok sorun olarak algılıyor ve engellemeye çalışıyor. Okulların, sınıfların ve eğitim programlarının, hareket odaklı bir eğitim anlayışıyla yeniden düzenlenmesi gerekiyor.
Beyin, yetenekli olduğu alanda çok daha güçlü ve etkili şekilde öğrenebiliyor. Buna bağlı olarak, eğitim kurumları, temel becerileri kazandırdıktan sonra, bireysel yetenek alanlarını tespit edip bu alanlarda çocukların önünü açmalı. Sınav eksenli olmaktan çıkıp yetenek eksenli olmalı .
Okullar bir öğrenme merkezi olmaktan çıkarılmalı. Öğrenmeyi, araştırmayı, sorgulamayı, düşünmeyi öğreten yerler olmalı. Bir başka ifadeyle, “Neyi öğrenmeliyim?” sorusunun değil, “Nasıl öğrenmeliyim?” sorusunun cevabını veren yerler olmalı.
Bilgi ve öğrenme, okullara hapsedilecek bir süreç değil. Hayatı öğrenebilmek, ona dokunabilmekten geçer. O halde, çocukların okulun dışındaki gerçek hayatla temasını sağlayacak düzenlemeler yapılması son derece önemli. Bu da iki şekilde olabilir. Ya okullar gerçek hayata uygun olarak düzenlenmeli ya da çocuklar okul dışındaki gerçek hayatla ilişki halinde olmalı. Doğayla, işyerleriyle, kurum ve kuruluşlarla, toplumla, üniversitelerle iç içe geçmiş bir eğitim anlayışı benimsenmeli. Bunun bugün itibariyle gerçekleşebilirliği de büyük ölçüde yöneticilerin elindedir.